Burgazada Rotası: Deniz, Martılar ve Sait Faik
Vapurun düdüğü çalıyor. İçimizde bir kıpırtı. İstanbul’un en güzel şölenlerinden biri bu düdükle başlıyor. Hayatımızın bir döneminde burnumuzu tıkayıp “lüks kamarada kimler oturur?” deyip, Sezen Aksu’yu taklit ederek şarkılar söylemişsek eğer, yabancı değiliz adalar vapuruna. Buz gibi gazozlar içtiysek, mavi-kırmızı altlıklarla gelen vapur çaylarını çıtır simitler eşliğinde tükettiysek ve hatta martılara simitlerimizden birer parça ikram ettiysek. Güneş kremini yüzümüze boca edip, vapurun en güneşli köşesine kurulup, ayaklarımızı sulara doğru uzattıysak…
Sait Faik okumuşsak mesela; onun kelimelerinde İstanbul’u ve ada insanlarını bulmuşsak Burgaz’a da yabancı değiliz. Bu kara parçası, “Sait Faik’in adası” olduğu için “herhangi” bir ada olmaktan çok uzakta. Orada olmasını hayal ettiğimiz isimsiz bir balıkçı, tek gözü kör bir martıyla sohbete koyulmuşsa gerçek hayatta da; işte o zaman mutluyuz. Sırf bu sebepten bile sevilir diyerek izliyoruz Burgazada’yı ve insanlarını.
Sokakları yasemin, hanımeli, evlerinin bahçeleri tatlı tatlı kayısı kokuyor adanın. Koyları seyreden tepeleri sanki insana hayal kurdurmak için orada. Sanki sözleşmiş gibi günün aynı saatinde çizgili şemsiyeler açılıyor bir bir balkonlarda. Bahçelerdeki tombul ortancalar güneşten yorgun düşmüş ama halen hayatta. Kırmızı rujunu sürüp komşusunu beklemeye koyulmuş bir adalı; en şık kahve fincanlarını sıralayarak masadaki tepsi üzerine. Yanına da sakızlı lokum. Kediler sıcaktan mayışmış olsalar da gölgeleri kapma yarışında iddialılar. Birkaç arkadaş en sevdikleri kafede buluşmuş buz gibi kahvelerini yudumlamak ve biraz da dedikodu yapmak için. Ada, yazla vedalaşmaya yaklaştığımız bu dönemde yine canlı, samimi ve eski bir dost edasıyla karşılıyor bizi. Sanki, “konuşulacak çok şey birikti” der gibi.
Gözüme Çarpanlar
Aya Yorgi Manastırı: Cennet Yolu’na bakan yamaçta inşa edilmiş manastırın geçmişi 17.Yüzyıl’a kadar uzanıyor. Kilisesi ise 19.Yüzyıl’da yapılmış.
Bir Not: Aya Yorgi Manastırı, Pazartesi ve Cuma günleri kapalı. Eğer denk gelirseniz manastırın zangocu Yorgo Güller ile tanışın, sohbet edin.
Aya Yani Kilisesi: Feribotla adaya yaklaşırken kubbesiyle göze çarpan yapı. Bizans döneminde imparator ve din adamlarının sürgüne gönderildiği adanın zindanları hep konuşulur. İşte bu zindanlardan biri de Aya Yani Kilisesi içindedir. Aziz Methodios bu zindanda kalmış. Kendisi ikonoklazm akımına karşı çıktığı için Burgazada’ya sürülmüş. O dönemde binlerce heykel ve figür de bu akımdan dolayı yok edilmiş.
Bir Not: 29 Ağustos günü bu kilisede Rum Ortodoks vatandaşlarımız tarafından Aya Yani Yortusu yapılıyor.
Turgut Reis Mahallesi: Bahçeli evlerin bulunduğu mahalle, Cumhuriyet döneminde bu ismi alarak adaya gelen Türklere ev sahipliği yapmış.
Gönüllü Caddesi ve Köşkleri: Adanın estetik yapısı en iyi şekilde korunmuş mütevazı evleri ve cumbalı ahşap köşkleri bu caddede yer alıyor. Kalpazankaya’ya doğru bu cadde üzerinden bir yürüyüşe çıkarsanız, adanın en güzel yapılarına böylelikle göz atmış oluyorsunuz.
Bayraktepe: Adalı yazar Sait Faik Abasıyanık’ın adıyla özdeşleşen yerlerden biri. Kendisi buraya gelir, köpeğiyle beraber saatlerce bir ağacın altında oturarak yazılarını yazarmış.
Bir Not: Bu ormanlık tepede arada durup seyir manzaralarına bakın ve sonrasında Hristos Manastırı’na doğru devam edin.
Hristos Manastırı: Adanın manzarası ve verdiği his itibariyle en etkileyici tepesi olan Hristos Tepesi’nde kurulmuş bir manastır. Adını İsa’dan alıyor. Bizans döneminde yapıldığı ve 11.Yüzyıl’da yenilendiği söyleniyor ancak günümüze gelen kısımlar 19.Yüzyıl’da eklenmiş. İlk kilisenin antik Yunan kalıntıları üzerine kurulduğu da bilgiler arasında.
Bir Not: 6 Ağustos’ta Hristos Manastırı’nda Rum Ortodokslar tarafından Metamorfoz Bayramı kutlanıyor.
Madam Martha Koyu: Denize girmek için düşünebileceğiniz, sakin ve temiz koylardan biri. Peki, ismi nereden geliyor?
Bit Not (Madam Martha’nın Hikayesi): Ermeni balerin Martha, uzun yıllar adada yaşar, denizin tadını her gün çırılçıplak yüzerek burada çıkarırmış. Hakkında çıkan bazı söylentilere dayanamayıp, bir gün intihar etmiş. O günden beri, bu koy ‘Martha’nın koyu’ olarak anılmaya başlanmış.
Kalpazankaya: Adanın diğer tarafında kalan, Sivriada ve Yassıada’yı gören Kalpazankaya gün batımı renklerinin, dalgaların ve tabii ki Sait Faik hikayelerinin eksik olmadığı bir yer. Burada yer alan restoranda günü batırarak rakı içip, mezelerinden tadarken kendini çok uzaklarda hissediyor insan.
Mimi Koyu: Küçük bir koy ama denizi gayet yüzülmeye değer. Önündeki şemsiyeli şezlonglarına yerleşip gün boyu burada kitap okumak, yüzmek ve bir şeyler atıştırmak için tercih edilebilir.
Aklımın Bir Köşesinde
- Sabahın erken saatilerinde, elimde bir kitapla karşıdaki komşu evleri izleyerek buzlu kahve yanına tatlı keyfi yapabileceğim; adanın ilk üçüncü nesil kahvecilerinden 4LetterWord’e gelmek,
- Hemen bir şeyler atıştırıp uzun yürüyüşlere devam etmek istediğimde Anjelik’e uğrayıp tost yemek,
- Tatlı krizlerini ada gününe denk getirmeyi hayal ederek Ergün Pastanesi’ne uğramak ve milföy tatlısını orada limonata ile mideye götürüp, eve de bir paket palmiye almak,
- Akşama doğru güneşle vedalaşıp, rakıyla kucaklaşmak için yolumu ya Barba Yani ya da Yasemin’in masalarına düşürmek.
Sait Faik’in Burgazada’sı
Sait Faik Abasıyanık, 1938’den ölümüne dek (1954) çoğunlukla yazları olmak üzere annesi ile beraber Burgazada’daki bu evde yaşamış. Yaşarken bir yandan da balıkçıların hikayelerini sığdırmış hayatına. Yanni’ler, Stefanos’lar bu adada çıkmış karşısına. Bu evde kalp kırıklıklarını tedavi etmeye çalışmış, bu evde hüzünlenip, yazı yazmaktan vazgeçip sonra yine bu evde dayanamayıp yazıya geri dönmüş. Hastalığa bu evde yakalanıp ölüme de yine buradan uğurlanmış.
İşte “bu ev” günümüzde neyse ki bir müze. Hatta, bir yazar evi ve müzesi nasıl olmalı sorusuna verilmiş en güzel cevaplardan. Her şey yerli yerinde, bakımlı. Yazarın kişisel eşyaları, ev eşyaları, bazı resim ve belgelerin yanı sıra en üst katında ona diğer yazar ve arkadaşları tarafından gönderilen mektupları da yer alıyor.
Ev, annesinin vasiyeti üzerine Darüşşafaka’ya bırakılır. Annesinin koşulu ise şöyledir: “Makbule ve Sait Faik Abasıyanık adına her yıl bir hikâye yarışması düzenlemek”.
Bir Not: Üst kata çıktığınızda çekmeceleri açıp yazarın mektuplarını okumayı unutmayın. Birçok insanın gözünden kaçabiliyor bu kısım.
Sait Faik Abasıyanık Müzesi, Pazartesi, Salı günleri kapalı. Diğer günler 10:30-16:45 arası ziyarete açık.
Burgazada’ya Gitmeden Ya Da Vapurda…
- Başrollerini Türkan Şoray ile Rutkay Aziz’in paylaştığı ve Burgazada’da çekilen Ada filmini mutlaka izleyin. Filmde sadece adanın 1988’teki halini görmekle kalmayacak, kendinizi ikili ilişkiler, yaşadığımız yerle olan bağımız ve toplumdaki yerimiz üzerine de düşünürken bulacaksınız.
- Havada Bulut dizi serisi ada üzerine yapılmış en görmeye değer yapımlardan biri. Sait Faik hikâyelerinden seçtikleri bazı bölümler bir araya getirilerek, çoğu sahnesi Burgazada’da çekilmiş.
- Kendinize yapacağınız en büyük hoşluklardan biri ada vapurunda ilerlerken yazarın kitaplarının birinden rastgele bir öykü seçip okumak,
- Veya Spotify’dan Demir Gökgöl sesinden bir Sait Faik hikâyesi dinlemek.
- Haritada Bir Nokta — “Haritada ada görmeyeyim, içimdeki dostluklar, sevgiler, bir karıncalanmadır başlayıverir.” der Sait Faik, Burgazada’ya dönüş hikayesini içine sakladığı Haritada Bir Nokta öyküsünde. Bu öykü başından sonuna dek insanı ada havasıyla sarar, insanlığın anlamını sorgulatır, gülümsetir… Balıkçılar, asma çardakları, camları buğulu balıkçı kahveleri, dülger balıkları, haritalar, adalar ve Burgazada geçer içinizden okurken.
- Zamanında bu etkileyici geceyi canlı izleme şansını kaçırmış olanlar, Youtube’dan Fazıl Say’ın sanatçılarla ortaya koyduğu Sait Faik sahne eserini izleyebilirler.
Ayaküstü Sohbetler
Burgazada’da kimler kimler yoktur ki aniden bir sohbette bulmayın kendinizi… Mesela, sahil kenarına her gün belli saatlerde kurulan radyo sevdalısı bir adalı. Elinde radyosuyla şarkılara eşlik eder, sizle sohbet ederken radyosunun sesini biraz kısar. Gizemli ada hikâyeleri anlatmaya başlar sonra birden.
İskeleye yakın büfeler ve dükkânlardaki esnaflar sorularınızı bıkmadan yanıtlar, balık lokantalarının sahipleri bir yandan her işe yetişmek için koşturup durur. Kırmızı yanakları ve gülümseyişlerinden adada yaşamanın nasıl sağlıklı bir şey olduğu belli olan kilise zangoçları, size çanları, avluları, ikonaları anlatmakla kalmaz. Adanın eski sakinlerinden bir teyze, en iyi çiçeğin ve en iyi domatesin nerede satıldığının sırrını hemen verir size, o sırada içeriden mis gibi kahve kokuları gelir burnunuza. Kısacası tanıştığınız herkesin anlatacak bir şeyi vardır, çünkü Burgazada hikâyelerle dolu bir adadır.
Adalar’a Dair Önemli Bir Not
Son zamanlarda adalı olan kimle konuşsam, büyük bir serzenişte bulunuyor. Adaların artan yoğun ilgiyle kirlendiği, ulaşımın kalabalık sebebiyle zorlaştığı ve bazı mekanların giderek niteliksizleştiği yönünde bu serzenişleri. Gelenlerin her şeyi tüketip, artlarına bakmadan çöplerini bırakarak gitmeleri de üzücü olan noktalardan bir diğeri. O yüzden bu yazıyı hazırlarken açıkçası bir tereddüt yaşadım.
Her şeyin hızlıca tüketildiği ve yok ediliği bir çağda “yavaş yaşam” ve “nitelikli gezilere” inanıyorum. Mekanların sadece iyi birer menüleri değil, hikâyeleri de olmalı. O mekana gelenleri birer müşteriden ibaret değil, misafir olarak da kabul etmeliler; benim düşünceme göre. Bu yüzden ardı ardına açılan ve adaların ihtiyacı olmadığı halde her birinde giderek çoğalan mekanlara değinmeyi es geçiyorum.
theMagger okuyucu kitlesine de güvenerek ve kimsenin adayı kirletmeyeceğini düşünerek yazmaya karar verdim. Biz İstanbulluların sadece bir tek “Adalar”ı var. O yüzden, ona iyi bakalım, yaşayan mekanları yaşatmaya devam edelim, sokaklardan şöyle bir geçmek yerine; anlamlarını, geçmişlerini anımsayalım ve her şeyden önemlisi de oranın yaşayan sakinleriyle diyaloglara girelim istedim. Bunlar göz önüne alınarak bu yazı kaleme alınmıştır.
Kapak Fotoğrafı: Deniz Yılmaz Akman
İlginizi çekebilir: Deniz Yılmaz Akman’dan Bakırköy ve Florya Rehberi
İlk yorumu siz yazın!