Çalışma Alanlarını İyileştirmek: Üretkenlik ve Yaratıcılık Peşinde
Arkadaşlarınızla konuşurken ya da Linkedin’de gezinirken hâlâ ofisten yürütülen işler görüp şok oluyorsanız dünyama hoş geldiniz. Bu konuda kararım kesin; muhatap olmak istediğim tek “office” içerisinde Micheal Scott ve Jim Harper’ın olduğu! Yine de birkaç yıllık “home-office” deneyimimin üzerine biraz düşününce, 18. yüzyıldan bugüne bu çalışma alanı kavramının devam ediyor olmasının bazı nedenleri olduğunu fark ettim. Ofislerin çıkış noktası, çalışma ortamımızı en ince detayları hesaba katarak daha verimli hâle getirmek ve sosyalleşmemizi sağlamak. Durum böyleyken evdeki çalışma alanlarımızın eksiklerini fark etmekte ve verimi arttıracak bazı kararlar vermekte fayda var. Ben de bugün tam olarak bunlardan bahsedeceğim!
Çalışma Alanım Neresi? Spoiler: Yatağım Değil!
İtiraf saati: 09:00’da başlayan iş gününe 08:50’de uyanan ve ilk mailleri asistanı (kedisi ya da köpeği) eşliğinde yataktan yazanlardan olabilir misiniz? Evin rahatlığı; yataktan, koltuktan, yemek yerken oturduğumuz sandalyeden ve hatta bazı kriz anlarında salon halısının üzerinden çalışma fikrini cazip hâle getirse de bunların en verimli tercihler olmadığı konusunda hemfikirizdir diye düşünüyorum. Özellikle dikkat aralığımızın maksimum bir TikTok videosu uzunluğuna indiği şu dönemde, işe kendimizi gerçek anlamda verebilmemize olanak tanıyan özel alanlara ihtiyacımız olduğu kesin.
Ayrıca ev dekorasyonu kanallarının gösterdiğinin aksine, İstanbul gerçekliğinin sonsuz güneş alan, minimalist, 28+1 evlere imkân tanımadığı da açık. Dolayısıyla bir çalışma odanız yoksa endişelenmeyin, çünkü evin doğru aydınlatılan bir köşesi izole bir çalışma alanı oluşturmak için yeterli. Örneğin; salonda etrafını bitkiler ile kapattığınız, hatta duvarın o kısmını farklı bir renge boyadığınız, konforlu ve yaşam alanınızdan izole bir çalışma ortamı yaratabilirsiniz.
Alternatifiniz yoksa her zaman kullandığınız yemek masasını da bir çalışma alanına çevirebilirsiniz. Burada ufak “trick”ler devreye giriyor çünkü zihnimizi programlamak aslında sandığımızdan daha kolay. Örneğin; rahat bir çalışma sandalyesi edinmek ve en önemlisi de bu sandalyeyi yalnızca çalışırken kullanmak zihnimize o sandalyeye her oturduğumuzda işe başlama sinyallerini göndermek için yeterli. Benim kişisel “trick”im: Çalışma alanınızı yemek masasının üzerine kurduğunuzda kullanacağınız eşyaları rahatça koyup kenara alabileceğiniz bir kutu edinmek. Çalışırken dikkatimi dağıtan eşyaları bu kutuya kaldırıyor ve sadece iş bittikten sonra yeniden ortaya çıkarıyorum; böylece hem çalışma sırasında dikkatimi korumuş hem de kalan zamanlarda “instagrammable” estetiğimi bozmamış oluyorum.
Stres: 0, Yeşil Bitkiler: 1
Evden çalışmak, stresi büyük ölçüde azaltsa da zorlu insanlarla iş birlikleri, sonsuz mailler ve kolaylıkla bir mail olabilecekken birkaç saatimizi alan çok önemli (!) Zoom toplantılarından kaçış hâlâ mümkün görünmüyor. Dolayısıyla stresi sıfıra indirmek de mümkün değil ama daha iyi hissettiren bir mekân yaratmak mümkün. Artan yaşam hızı ve ekonomik depresyonla Y ve Z kuşakları için çocukların yerini evcil hayvanların, evcil hayvanların yerini bitkilerin ve bitkilerin yerini mumların aldığını muhtemelen duymuşsunuzdur! İşte “plantfluencer”ların popülaritesinin ardında da stresle nazik bir savaş var. Stresimizi azaltmaya yardımcı olurken mekânın havasını da temizleyen bitkiler, çalışma alanının da vazgeçilmezi!
Bir diğer stresle mücadele aracıysa kokular! Ortamda rahatlatan kokular olması hem yaratıcılığı hem de üretkenliği tetikliyor. Evden çalışmanın güzel yanı da palo santo ya da buhurdanlığı her ofiste en az bir adet bulunan ve kokulara “alerjisi” olan o iş arkadaşına hesap vermeden dilediğimizce kullanabiliyor olmak.
Verim İçin Her Yol Mübahtır!
Şimdi de “unorthodox” bir verim arttırma önerisine hazır olun. Ben her sabah kendimden iki karakter yaratıyorum: Biri her zaman olduğu gibi çalışan benim, diğeriyse beni denetleyen yöneticim. Yani; çalışırken kendimi gerekirse ara sıra rahatsız etmeyi göze alarak ikinci kimliğime geçiyorum. Aşağı kaydırmayı durduramadığım kısacık (!) molalarımda ya da çalışma masamı bir müsvedde yığınına dönüştürdüğüm anlarda yöneticim olan ikinci karakterim devreye girip beni uyarıyor. Böylece kendi kendime söylenerek de olsa düzene giriyorum. Hatta bu çoklu kimliği bir adım öteye götürüp çok yoğun geçecek günlerde kendimden günün yapılacaklar listesini çıkarmamı isteyip bir gün sonu toplantısıyla kendime geri bildirim veriyorum! Bu yöntem aklınıza Split filmini getirdiyse içinde bulunduğumuz metaverse çağında çok yakında hepimizin zaten birden fazla personası olacağını hatırlatırım!
Önemli Bir Soru: Ben Kimim?
Son olarak “home office”in en zor yanlarından biri olan motivasyon kaybını da unutmadım tabii ki. Yogi gibi duyulmak istemiyorum ama çalışırken tükenmemizin en büyük sebeplerinden biri, işin stresine kendimizi kaptırıp hayallerimizi unutuyor olmamız. Bu yüzden iş hayatıyla bir arada duyacağınızı düşünmediğiniz “manifesting” kolaylıkla yardımımıza koşabiliyor. Manifesting için çalışma alanına hedeflerinizi ya da kimler için çalıştığınızı hatırlatacak ufak detaylar eklemek yeterli. Örneğin; iç mimar Alex Papachristidis eşinin fotoğrafını ve en çok ilham aldığı kitapları masasının üzerinde tuttuğunu söylüyor. Oyuncu Kerry Washington ise çocuğunun yaptığı resimler ile doldurduğu panosunu tam gözünün hizasına bulunduruyormuş.
Benim en büyük kariyer hedefim: Beni yeni yerlere götürecek, yeni insanlarla tanıştıracak projelerin içinde yer almak. Bu yüzden de bana ilham veren seyahatlerimden getirdiğim birkaç minik eşyayı, dağınık görünmeyecek şekilde çalışma masamın etrafında bulunduruyorum. Eğer sizin de “burn out”ı önlemek ve çalışma alanlarını iyileştirmek için etkili yöntemleriniz varsa dinlemek için buradayım!
Benimle iletişime geçmenizi rica ediyorum. Bir marka ile iş birliği konusunda sizinle görüşmek istiyorum. Bilgilerimi instagram üzerinden dm ile paylaştım.