Bazen bir film izleriz, uzun süre unutamayacağımız sahneler kazınır zihnimize. Belki bir karakteri kendimize yakın hissederiz, belki de kendi hikâyemizden tanıdık bir şeyler buluruz. Bizi bize anlatan filmleri daha bir hevesle kucaklarız hep. Can Kılcıoğlu’nun yazıp yönettiği Biz Aslında sergisi, Mixer‘de işte tam da bu tanıdık hislere dokunan sinematografik bir deneyim sunuyor. Farklı medyumlardan 12 farklı sanatçının tek bir senaryoda buluştuğu bu sergi, bir çiftin tanıştıkları andan ayrılık sonrası ilk karşılaşmalarına kadar olan süreci adım adım takip ederken seyircileri de farklı benlerin, “biz” olabilme dinamikleri üzerine hakiki duygularla bezeli bir yolculuğa çıkarıyor.

Biz Aslında, Us Actually
Biz Aslında, Us Actually | Fotoğraf: mixerarts

Disiplinler arası yapısı ve sinemasal referansları ile güncel sanat ve sinema meraklılarının özellikle dikkatini çekecek bu özel sergi için, projenin yaratıcısı Can Kılcıoğlu ve sanatçılar Börte İpek, Mediha Didem Türemen, Meltem Şahin ve Okan Kaya ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Böylesine deneysel bir çalışmanın çıkış ve ilham noktalarından kolektif bir sanat eseri yaratma sürecine kadar birçok detayı konuştuk.

Öncelikle sizi kısaca tanıyabilir miyiz? Can Kılcıoğlu kimdir?

Yönetmenim ben, film yapıyorum. Bunun yanı sıra birçok farklı disiplinlerde de çalışıyorum. Uzun yıllar tiyatro oyunculuğu yaptım. Bu sene bir tiyatro oyunu yöneteceğim. Aynı zamanda ve oyunculuk ve film yapımı üzerine eğitimler veriyorum. Geçtiğimiz yıl Not: 35’inde İzle adında bir video çalışması da yaptım. Aslında bütün hikâye biraz öyle başladı. Ben bu farklılığı çok seviyorum. Yani film yapmak demek ömrümün sonuna kadar film yapacağım demek değil. Ne yapabilirim? Buradan başka ne çıkartabilirim? Bu alanda disiplinler arası nasıl çalışabilirim? Yeni yapacağım müzikal-kara komedi türündeki tiyatro oyunu da biraz bu tatta olacak.

Can Kılcıoğlu
Can Kılcıoğlu | Fotoğraf: Ali Kavas

Sinematografik bir sergi fikri ortaya nasıl çıktı ve on iki farklı sanatçıyı bir araya getirme süreci nasıl ilerledi?

Güncel sanatı zaten yakından takip eden biriydim, fakat bu alanda bir şeyler üretmek Not: 35’inde İzle ile geçen seneye kısmet oldu. O projeden sonra Mixer, sinemasal bir proje teklifiyle geldi. Nisan ayından beri devam eden dokuz aylık bir çalışma süreci sonunda Biz Aslında ortaya çıktı. Serginin, içeri girdiğimizde bir atmosferinin olmasını ve yine disiplinler arası bir noktadan beslenmesini çok seviyorum. Bu sergi için şöyle bir şey yaptık: Ben bir senaryo yazdım ve bu senaryoyu 12 farklı sahneye böldük. Sonra bu 12 sahneyi Mixer ile birlikte 12 ayrı sanatçıya paylaştırdık. O sahne, ilgili sanatçıda hangi hissi uyandırıyorsa onu temsil edebilmek bizim için çok önemliydi. Sanatçılarımızdan kimi gif çalışması yaptı, kimi seramik üzerine çalıştı, kimisi ise resim ile üretime geçti. Sonunda da böyle bir mizansen ortaya çıktı. Benim için o farklı hisleri bir araya getirebilmek çok kıymetli. Birisi bir senaryoyu okuyor, o senaryoyu süzüyor ve süzdükten sonra onda geriye kalan nedir? Yoksa bu karakterlerin kim olduğu, nerede nasıl tanıştığı hiçbir zaman bizim meselemiz değildi. Meselemiz, o ilişkiyi o aşamalar hâlinde bu sergide deneyimleyebilmekti.

Biz Aslında’nın sanatçılarından Börte İpek, Mediha Didem Türemen, Meltem Şahin ve Okan Kaya da bugün aramızda. O zaman bu soruyu bir de onlara yöneltelim. Siz nasıl dâhil oldunuz bu projeye? İlk duyduğunuzda neler hissettiniz ve bu süreç sizin için nasıl ilerledi?

Mediha: Bu serginin hem bir senaryodan yola çıkması hem de sinemayla ilişkilenen bir tarafının olması açıkçası beni çok heyecanlandırdı. Ben fotoğraf ve gravür sanatçısıyım ve aynı zamanda sinema filmlerinde ve filmlere hazırlık aşamalarında da çalışmalar yaptım. İlk defa hem sinemayla hem de gravürle bağ kurabileceğim bir fırsattı bu benim için. Aynı zamanda daha önce Mixer ile işler yaptığım ve bir şekilde sinemayla da ilgili olduğum için bu projede kendime yer buldum. Kendi gravür çalışmalarımdan aldığım ilhamla yürüttüğüm çok keyifli bir süreçti.

Börte: Ben aslında genel olarak proje bazlı işlerde yer almayı, yeni bir şeyler üretmeyi seviyorum. Her yapılan iş yenidir tabii ki; fakat bambaşka bir şey yaratmaya çalışırken çıkan fikirlerden çok hoşlanıyorum. Benim bu projeye dâhil oluş sürecim Can ile olan bağlantım çerçevesinde oldu. Mamut Art Project’ten sonra tekrar bir araya geldik. İlk duyduğumda kabul ettim yer almayı. Bu biraz da karşınızdakine ve yaptığı işlere güvenmekle ilgili bir durum aslında.

 Unutma Beni, Bengisu Toprak
Unutma Beni, Bengisu Toprak | Fotoğraf: mixerarts.com

Can: Şöyle özetlemek mümkün aslında bu süreci; aslında biz bu on iki sahneyi rastgele sanatçılara vermedik. Bu sahneler için özel olarak sanatçılar seçtik. Örneğin, Meltem’i seçerken onun bir sevişme sahnesini çok iyi yapacağını biliyorduk. Börte’nin de o ilk öpüşmeyi iyi resmedeceğini düşündük.

Meltem: Can beni ilk aradığında, bir aşk hikâyesi var ve sence hangi sahneyi sana verdik diye sorduğunda, sevişme sahnesi mi diye sordum ve evet dedi. Çünkü ben böyle çocuksu erotik gifler üzerine çalışıyorum. Bu süreçte de bana senaryoda komik ve hatta absürt gelen kısımları çizmek istedim.

Okan: Can’la Karnaval döneminde tanışmıştık. Aslında Can, benden sadece birkaç ses için yardım istemişti; fakat projeyi duyunca böylesine sinemasal bir dünyaya ben de dahil olmak istedim. Ben de yaklaşık on beş yıldır film müziği yapıyorum sahne performanslarımın yanı sıra. Bu süreçte sanatçıların eserleri ve benim o eserlerde hissettiklerim arasında bir denge kurmaya çalıştım. Heyecanlı ve zevkli bir işti.

Can: Sesin şöyle bir tarafı da var; sesin nasıl olması gerektiği bütün işler ortaya çıkmadan bilebildiğimiz bir şey değildi. Sesin, tek başına bir bütün olmasının yanı sıra, dikiş dikmek gibi eserleri bir ambiyansla aynı oranda bağlayabilmesi de çok önemliydi. Ben bu sergide sesin eserlerin altını çizdiğine, eserlerle seyirci arasındaki bağı güçlendirdiğine inanıyorum.

Biz Aslında Ekibi
Biz Aslında Ekibi | Fotoğraf: Ali Kavas

Ben bu kolektif çalışmayla ilgili bir şey sormak istiyorum. Bir önceki kısa filminiz Yoldaki Kedi’de de bir hikâyenin beş farklı yönetmen tarafından kotarılmış gibi gösterildiği bir anlatım tekniği kullanmıştınız. Biz Aslında’da da bu işi bir adım daha ileriye götürüp on iki farklı sanatçıyı gerçekten bir araya getirdiniz. Aynı hikâyeyi ya da bir hikâyenin parçalarını farklı sanatçıların imajlarıyla birleştirmedeki motivasyonunuz ya da buna duyduğunuz heyecan nedir?

Yoldaki Kedi’de beş farklı sahneyi farklı yönetmenler çekmiş gibi göstererek kendim çekmiştim. Sanırım bu tarz oynamaları seviyorum. Mesela o filmde türlerle dalga geçen bir tavır vardı. Bir sahne İsveç sinemasına dokunurken bir sahne de Türk dizileriyle dalga geçiyordu. Bu türlerle haşır neşir olmayı, türlerin geçişkenliği de hoşuma gidiyor. Her şeyin tek bir duyguya hapsolmasını sevmiyorum. Hepsinin birbiri içerisinde olmasından hoşlanıyorum galiba. Bir yandan komik de geliyor. Bir cenazede çok gülebilirsiniz ya da bir düğünde çok ağlayabilirsiniz. Hepsi birbirinin içerisinde var oluyor. Evet, bu sergide bir ilişkiyi anlatıyoruz fakat bu ilişkiyi, başka geçmişlerden başka hayatlardan birçok sanatçının birçok farklı medyumu kullanarak anlatması benim çok hoşuma gidiyor. Burada da disiplinler arası bir geçiş var. Bu tür oyunları seviyorum sanırım. Hikâyeleri böyle anlatmayı seviyorum.

Peki, neden Biz Aslında?

Bu ismi bulmak da uzun sürdü. Hep ucu açık bir şey olması gerektiğini düşündüm. İlişki dediğimiz şey biraz da biz olma cesareti aslında. İki ben, bize dönüşüyor. Bu hâlde bizden giden ve bize gelen çok şey var. Dolayısıyla isimde “biz”in geçmesi önemliydi. Çünkü biz demeye başladığımız yerde ilişki başka bir yere evrilir. Kendine has ritüelleri vardır; gülme krizi, omuzda ağlama, sevişme… Hem tekil ve hiç kimseninkine benzemeyen hem de çoğul ve herkesinkine benzeyen yönleri vardır biz olabilmenin.

The Art of Kissing
The Art of Kissing | Fotoğraf: mixerarts.com

Sinematografik bir sergi dedik Biz Aslında için. Senaryonun ya da bu fikrin ortaya çıkış noktasında size hangi filmler ilham oldu?

Aslında bir kitaptan bahsedebilirim. Ahu’nun eserinde de yer alan The Art of Kissing diye bir kitap var. Çok eskilerde yazılmış, öpüşme türlerini anlatan bir kitap bu. Orada kirpik öpüşmesi diye bir öpüşme türünden bahsediliyor. Sadece kirpikleri birbirine değdirerek öpüşmenin detayları anlatılıyor. Oradaki his çok etkili bir çıkış noktasıydı benim için.

O hâlde sanatçılarımıza da bir soru sormak istiyorum. Diğer sanatçıların işlerini sergiden önce görmüş müydünüz yoksa ilk defa burada mı deneyimlediniz? Kendi işinizle diğerleri arasında nasıl bir bağ kurdunuz, neler hissettiniz?

Mediha: Aslında birçoğunu ilk defa gördüm fakat sanatçıların işlerine hâkim olduğum için bir tanıdıklık hissi yakaladı beni.

Börte: Ben bütün eserleri bir arada izledikten sonra, hepsinin daha güçlü olduğunu hissettim. Serginin ses ve mekân tasarımıyla farklı farklı boyutlara sahip olması daha da kuvvetlendiriyor bütün eserleri.

Okan: Hepsini sergiden önce bir arada bir tek ben gördüm sanırım. Aslında bu eserleri bir sahne gibi algıladım. Onlara bakarken kendimce hissettiklerime odaklandım. Diğer sanatçılardan farklı olarak ve film müziği geçmişimin de etkisiyle bunu izleyen ya da bununla karşılaşan insanın ruh hâline seslenen bir şey olsun istedim. Örneğin, kanatlar havayla ilgili bir şeyler çağrıştırdı bana. Birlikte uyumayı birbirini koruma hissiyle bir araya getirdim. Ancak işlerin sahipleri bu sesleri dinlediğinde neler hissedecek gibi bir gerginliğim de vardı; çünkü ses ilk duyumuz olduğu için oldukça da manipülatif bir etkisi var.

Meltem: Mediha’nın eserinde o hava hareketi sesini ben de fark ettim ve bu benim çok hoşuma gitti.

Mediha: Benim de öyle bir beklentim vardı açıkçası ve duyunca çok mutlu oldum.

Meltem: Ben aslında interaktif işler yapmayı seviyorum. Bu sergideki işim interaktif değil ama serginin interaktif bir tarafının olması farklı bir deneyim oldu. Benim de bu bütünlük içerisinde nasıl var olacağım gibi bir heyecanım vardı. Senaryo var, mekân var, ürettiğimiz işler var ve bir de ses var. Dört farklı katmanın bir arada çalışabilmesi bence çok değerli.

Can: Doğru ekip olmakla ilgili bence bunlar. Senaryoyu, bütünü anlamadan da bu ahengi sağlamak çok zor olurmuş. Yaparken işin içinde kayboluyorsun ama bitince daha iyi anlıyorsun bunun önemini. Eserlerin hepsi de birbirine göz kırpan işler. Mesela Okan böyle bir ses koymuş ve Mediha da böyle bir beklenti içindeymiş. Burada Studio Mada’dan Zeynep Tümertekin ve Ceren Özşahin’den de bahsetmek gerek. Seyirciyi nazikçe yönlendiren ve her şeyin bir akış içerisinde olduğu bir mekân tasarladılar. İçeri girdiğimizde bütün eserleri dört duvara asılı gördüğümüz bir iş olmamalıydı bu. Onların tasarımının da bu serginin anlatısına katkısı çok büyük.

 Biz Aslında, Gül Kozacıoğlu
Biz Aslında, Gül Kozacıoğlu | Fotoğraf: Ali Kavas

Son bir soruyla bitirelim röportajı. Biz Aslında sergisi, sizin kariyerinizde nasıl bir yerde duruyor?

Ben sonuç olarak sinema ve tiyatro ile uğraşan biriyim. Film ya da oyun dediğimiz şey başı sonu belli olan bir deneyim ve hep bu deneyimin, yani sahne sanatlarının, bir parçası oldum. Bu sergi de öyle bir şey olmalıydı ki yine o film hissini yakalayabilsin. Biz Aslında’nın da kendi içerisinde de böyle bir sahnelemesi var ama bu sefer seyirci pasif değil de aktif bir konumda yer alıyor. Aslında seyirci oluşturuyor tüm senaryoyu. Tüm bunları düşününce yine sinema kariyerime yakın bir yerde dursa da farklı disiplinleri bir araya getirmesinden ve tüm bunları bir harmonide sunmasından ötürü de ilginç ve heyecan verici bir deneyimdi benim için.

Bu güzel sohbet için teşekkür ederim.

Not: Biz Aslında, 22 Şubat tarihine kadar 11:00-19:00 saatleri arasında Mixer’de gösterilmeye devam ediyor.

Mixer Instagram

Kapak fotoğrafı: Ali Kavas

İlginizi çekebilir: ArtsyMagger’dan İstanbul Sergi Takvimi