
İlk yorumu siz yazın!

Cancel Culture ve Z Kuşağı: Hesap Soran Bir Nesil
Bugünün dijital dünyasında geçmiş, geçmişte kalmıyor. Eski bir tweet, yıllar önce çekilmiş bir video, bağlamından kopmuş bir cümle ya da sessizlikle geçiştirilen bir an… Hepsi, bir kişinin bugününü ve kamusal algısını temelden etkileyebiliyor. Bu çağın yükselen olgularından biri ise giderek daha görünür hâle gelen bir denetim biçimi: Cancel Culture. Sosyal medya üzerinden şekillenen bu kültür, yalnızca bireyleri değil; markaları, kurumları ve yerleşik düşünce kalıplarını da sorgulayan bir güç mekanizmasına dönüşmüş durumda.
Herkesin adını bildiği ama sınırlarını net çizemediği bu kültür, yalnızca dijital linçten ibaret değil. Ahlakın, adaletin ve itibarın sınırlarını yeniden çizen, etkisi geniş bir yapıdan söz ediyoruz. Özellikle genç kuşaklar için bu kültür, sadece tepki vermek değil; güç kurmak, ses olmak ve temsil alanı yaratmak anlamına geliyor. Çünkü cancel culture, artık geçmişteki hataların bedelini ödetmenin ötesinde bir rol üstleniyor. Bu kültür, kimin konuşacağına, kimin dışarıda bırakılacağına karar verilen bir mücadele alanına dönüşmüş durumda.
Z kuşağı ise bu alanda pasif bir izleyici değil; kuralları yeniden yazan, yön veren bir aktör rolünde. Cancel culture’ı olduğu gibi kabul etmek yerine, onu kendi gerçekliklerine göre dönüştürüyorlar.
Kavramın Kökeni: “Cancel” Ne Zaman Kültüre Dönüştü?
Cancel culture ifadesi, adını “cancel” yani iptal etmek fiilinden alıyor. İlk kez 1981’de Chic’in Your Love is Cancelledadlı şarkısında metaforik anlamda karşımıza çıkan bu ifade, 1991’de New Jack City filminde Wesley Snipes’ın “Cancel that b*tch!” repliğiyle daha keskin ve dışlayıcı bir ton kazandı. Ancak kavramın bugünkü kültürel-politik bağlamda kullanımı, sosyal medya çağının yükselişiyle birlikte özellikle 2010’lu yıllarda yaygınlaştı diyebiliriz.
Kavramın dijital dönüşümünde “Black Twitter” önemli bir rol oynadı. Siyah toplulukların sosyal medya üzerindeki kolektif etkileşim alanı olan bu dijital kamusal alan, ırkçılık, ayrımcılık ve sistemik adaletsizlik karşısında alternatif bir ses yaratmak için kullanıldı. #MeToo, #BlackLivesMatter gibi hashtag hareketleri, yalnızca görünmeyeni görünür kılmakla kalmadı; aynı zamanda güce sahip olanların da kamuoyu önünde hesap vermesini sağladı. Bu dönemde cancel culture, dijital bir adalet biçimi olarak tanımlanmaya başlandı: hukukun sustuğu yerde konuşan, sistemin dokunamadığına dokunan kolektif bir vicdan.
Cancel Culture Nasıl İşliyor?

Cancel culture çoğu zaman tek bir olayla başlamaz; tetikleyici bir anla görünür olur ama arkasında daha büyük bir süreç yatar. Bazen bir toplumsal mesele karşısında sessiz kalmak, bir doğal afet sonrası baş sağlığı dilememek ya da bir adaletsizlik karşısında taraf belirtmemek bu süreci tetikleyebilir. Özellikle kamuya mal olmuş kişilerden beklenti yüksektir: konuşmaları, pozisyon almaları, tepki göstermeleri beklenir. Bu beklenti karşılanmadığında sosyal medya devreye girer. Ardından geçmiş taranır—eski paylaşımlar, videolar, açıklamalar gündeme taşınır. Artık mesele yalnızca o anla sınırlı değildir; kişinin duruşu, tavrı, geçmişi ve bugünü hep birlikte tartışmaya açılır.
Hatırlarsınız, Kevin Hart 2019’da Oscar törenini sunacaktı; ancak yıllar önce attığı homofobik tweet’ler yeniden gündeme gelince, yoğun baskı altında görevden çekildi. O dönem “espri” olarak görülen ifadeler, yıllar sonra yeni bir toplumsal bilinçle yargılandı. Benzer şekilde, J.K. Rowling de trans bireylere yönelik açıklamaları nedeniyle büyük tepki gördü. Kimileri kitaplarını yakıp videolar paylaştı, kimileri onunla çalışan yayınevlerini boykot çağrısıyla hedef aldı.

Ellen DeGeneres’in yıllarca ekranda savunduğu “nazik olun” mesajı, set arkasındaki toksik çalışma ortamı iddialarıyla ters düştü. İmajı sarsıldı, izleyici desteğini kaybetti ve programı sona erdi. Kanye West’in antisemitik açıklamaları, Will Smith’in Oscar sahnesindeki tokadı, Louis C.K.’nin taciz itirafları… Her biri kamuoyunda güçlü bir tepkiye yol açtı. Süreç neredeyse hep aynı şekilde ilerledi: sosyal medyada yükselen tepki, markaların pozisyon alması ve ardından gelen itibar ile iş kaybı.
Türkiye’de de bu örneklerin farklı versiyonları yaşanıyor. Geçmişteki veya güncel açıklamaları nedeniyle dizilerden çıkarılan oyuncular, toplumsal olaylar karşısında sessiz kalan isimler ya da yaptığı bir yorum yüzünden reklam anlaşması iptal edilen kişiler… Sosyal medya burada da bir tür dijital mahkeme gibi işliyor; kullanıcılar hem savcı hem jürikonumunda. Özellikle toplumsal hassasiyetin yüksek olduğu anlarda, tarafsızlık artık bir duruş olarak görülüyor. Apolitik kalmak ya da sessizliği sürdürmek, çoğu zaman “yanında değilsen karşımızdasın” çizgisine çekiliyor.
Bu noktada yalnızca kişiler değil, onlarla çalışan markalar da hedef haline geliyor. “Siz hala onunla mı çalışıyorsunuz?” sorusu doğrudan kurumsal hesaplara yöneltiliyor. Cancel culture artık sadece bir paylaşımı değil, o paylaşımın temsil ettiği pozisyonu da sorguluyor.
Tek Bir Yüzü Yok

Gelin, bir de bu kültürün farklı türlerine bakalım. Çünkü bu tepki biçimi her zaman aynı tonda, aynı hızda ya da aynı şekilde işlemiyor. Bazı iptaller daha yumuşak; bazılarıysa kesin, keskin ve geri dönüşsüz. Tepkinin şiddeti, bağlamına ve toplumsal beklentilere göre şekilleniyor.
Digitine (Dijital Disiplin)
En hafif versiyonla başlayalım. Digitine, hatayı gösteren ama tamamen silmeye çalışmayan bir tepki biçimi. “Bu söylediğin yanlış, farkında mısın?” demeye benzer. Eğitici bir yönü vardır. Kişiye dönüş yapma, özür dileme ve sorumluluk alma şansı tanır. Genellikle genç içerik üreticileri ya da ilk kez tepki gören kişiler bu türle karşılaşır. İptal değil, uyarıdır.
Dijital Giyotin
Buradaysa durum çok daha serttir. Taciz, ırkçılık, istismar gibi ağır toplumsal ihlaller söz konusuysa, tolerans gösterilmez. Tepki serttir, hızlıdır ve genellikle geri dönüşsüzdür. Harvey Weinstein ya da R. Kelly gibi isimlerin tamamen kamuoyundan silinmesi bu kapsamdadır. Ayrıca, 2024’te, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları sırasında sessiz kalan ya da bu saldırıları destekleyen ünlülere karşı başlatılan Blockout hareketi. Takip etmeme, engelleme, algoritmalarda görünmez kılma… Hedef artık yalnızca tepki göstermek değil, tamamen yok etmektir.
Eat the Rich (Zenginleri Yiyin)
Bu tür iptal, sınıfsal bir isyanın dijital yansımasıdır. Rousseau’nun “Zenginleri yiyin” sözünü bilirsiniz. Bugün bu ifade, genç kuşakların ultra zenginliğe, gösterişli yaşam tarzlarına ve ekonomik adaletsizliğe karşı duyduğu tepkinin sloganına dönüştü. Milyon dolarlık saat koleksiyonu gösterip sonra “minimalizm” öğreten influencer’lar, yoksulluğun içinden gelen kitleye uzaklaştığında hedef oluyor. Sadece servet değil; bu servetin nasıl sergilendiği de iptal gerekçesine dönüşüyor.
Performatif Aktivizm
Bir diğer iptal türü de gösterişe dayalı duyarlılıklar. Yani gündemle ilgili paylaşım yapıp, arkasını getirmemek. Özellikle #MeToo, #BLM gibi hareketlerde sıkça karşılaştık bu durumla. Şirketler siyah kare paylaştı ama kurum içi politikalarında hiçbir şey değişmedi. Takipçiler artık sadece “göstermelik” paylaşımlarla yetinmiyor. Bir duruş bekleniyor—ve bu duruşun sürdürülebilir, tutarlı ve samimi olması isteniyor. Mesele sadece paylaşmak değil; ne zaman, neden ve nasılpaylaştığın da önemli hâle geliyor.
Z Kuşağı: Sessizlikten Değil, Ses Vermekten Yana

Cancel culture’ı bugünün genç kuşağı, yani Z kuşağı bu kadar etkili kılan şey, onların kayıtsızlığa tahammülsüz olması. Bu kuşak; bilgiye hızlı ulaşan, sistemin görmezden geldiklerini görünür kılan, sessizliği suç ortaklığı olarak gören bir toplumsal bilinçle hareket ediyor. Onlar için susmak, tarafsız kalmak değil; adaletsizliğe göz yummak anlamına geliyor.
Bu yüzden yalnızca açıkça hata yapanlar değil, sessiz kalanlar da eleştirinin hedefi olabiliyor. Çünkü Z kuşağına göre bir konuda tarafsız kalmak, sorumluluktan kaçmakla eşdeğer. Duyarlılığı bireysel bir erdemden çok, topluma karşı bir sorumluluk olarak görüyorlar. Takip ettikleri kişilerin söyledikleriyle yaptıkları arasında tutarlılık arıyor, yüzeysel değil, gerçek ve sürdürülebilir değişimler bekliyorlar.
Cancel culture bu kuşak için sadece dijital bir tepki biçimi değil; aynı zamanda etik değerleri sorgulamanın, adaletsizlikle hesaplaşmanın ve daha kapsayıcı bir temsil talep etmenin yolu. Geçmişte görmezden gelinenleri açığa çıkararak, daha adil ve şeffaf bir gelecek kurma çabası.
Bu kültürü anlamak için neyin iptal edildiğine değil, neden iptal edildiğine odaklanmak gerekiyor. Çünkü Z kuşağı, geçmişin karanlığını değil, hesap verebilirliğin esas olduğu bir gelecek istiyor. Ve o gelecekte, sadece konuşanların değil, söylediklerinin sorumluluğunu taşıyanların yeri var.
Kapak Fotoğrafı: Vox
İlginizi çekebilir: Eylül Aytan’dan Şöhretin Dayanılmaz “Bahanelerine” Karşı
Z kuşağından biri olarak neyi neden yaptığımı çok daha iyi anladım yani daha da farkında oldum. İlham verici ve motive verici bir kalem, eline sağlık.
Artık sessiz gördüğüm herkese buradan alıntılar göndereceğim.