Carry-On: Kabin Boy Noel Gerilimi
Netflix’in bu sene en sükse yapan işlerinden “Carry-On’u” ilk duyduğumda, gözümün önüne hemen “az zamanda çok gerilim” vaat eden bir aksiyon hikâyesi geldi. Bu anlamda bir sır küpü değil zaten film. Merkezinde bir Noel dönemi ve kalabalık bir havalimanı var ama bu karmaşanın içinde öyle bir puslu ve plastik bir hava hâkim ki kendinizi sürekli objektif bir konumda ve diken üstünde hissediyorsunuz. Başrolde Taron Egerton’ın yer aldığı yapım, bir TSA (Uçuş Güvenliği) görevlisinin başına gelebilecek en korkunç senaryolardan birini ele alıyor: Kontrolden geçmesi gereken tehlikeli bir “yolcu” ve ondan istenen çok ama çok sıkıntılı bir talep. Gerek fragmanlardan gerekse eldeki diğer tanıtım materyallerinden anlaşıldığı üzere, film daha baştan itibaren tansiyonu diri tutmaya kararlı. İşte bu yüzden “Carry-On”, hem gerilim severleri hem de tek mekânda aklını çok da kullandırtmaya meyilli olmayan tempolu aksiyon filmlerine meraklı olanları tatmin edecekmiş gibi görünüyor.
Filmin en ilgi çekici yanı, ekstra güvenlikli Los Angeles havalimanında kedi fare oyunu potansiyelli bir tehlike sarmalı sunması. Yönetmen Jaume Collet-Serra, özellikle büyük bütçeli yapımlarda bu tarz işlerin altından kalkmış bir isim. Fakat kariyerinin pek de parlak gitmeyen bu döneminde, iyi bildiği işi ortaya koymak konusunda mahir bir duruş sergiliyor. Havalimanının boğuk ve kasvetli aşamalarının tek başında gerilim unsuru olduğunu kabul edersek, bunun üzerine eklenen her dokunuş filmi sürükleyici kılma noktasında seviye atlattırıyor.
Taron Egerton’ın canlandırdığı Ethan Kopek karakteri, bir TSA ajanı olarak işini kuralına göre yapmak isteyen ama aynı zamanda kişisel zayıflıkları bulunan bir profil çiziyor. Film, bu karakterin sadece dışarıdan gelen tehditle değil, kendi iç dünyasında yaşadığı çelişkilerle de mücadele ettiğini gözümüze gözümüze sokuyor. Tehlikeli bir paketi görmezden gelmesi için kendisine yapılan ‘ahlaksız’ teklif, hem mesleki etik hem de özel hayatı açısından büyük bir çıkmaza sürüklüyor. Diğer yandan, arka planda gizemli kötü adamı da yavaş yavaş tanımaya başlıyoruz, bir satranç ustası gibi hareket edip her taşı planlı şekilde ileri sürüyor. Eli iş yapıyor, ağzı laf yapıyor.
Bu noktada Bateman’a bir parantez açıp, filmi izledikten sonra kapatma işini size bırakıyorum.
Jaume Collet-Serra’nın pek de karakteristik olmayan yönetmenlik tarzı, “Carry-On’da” yine de kendisini belli ediyor. Filmin özellikle güvenlik kameraları ve kapı dedektörleri üzerinden ilerleyen takip sahneleri, seyirciyi bir röntgenci gibi her bir ayrıntıya dikkat kesilmeye davet ediyor. Müzik kullanımı da bu tarzda bir filmden beklenecek normallikte, çok bir olayı yok. Hanımını çok seven ama kariyerini sorgulayan bir adam, Noel atmosferi ile neşe veren ama x-ray cihazlarıyla enerji sömüren bir ortam. Bol bol tezatlık barındıran bir akış sunuyor film. “Carry-On”, klasik bir terör-suç öyküsünü, pek de fazla sürpriz vadetmeden, elinden geldiğince sürükleyici bir anlatı ile önümüze getiriyor. Filmden bir Uncut Gems veya Good Time çıkmayacağını bilerek izlediğinizde, aslında elinizde tam da noel dönemine uygun bir ana akım aksiyon olduğunu görüyorsunuz. Şu dönemde de bundan iyisi Şam’da kayısı.
Sinema dünyasına ve filmlere dair paylaşımlarıma Instagram üzerindeki film blogumdan (@atıptutuyorum) ulaşabilirsiniz.
Kapak Fotoğrafı: IMDb
İlginizi çekebilir: Sine Magger’dan Netflix Film Önerileri
İlk yorumu siz yazın!