İstanbul'da Çayın Keyfine Varmak: Hikayesi Olan Köşeler
İstanbul’un her köşe başında bir çay ocağı vardır. Özellikle yabancı turistler bu lezzete bayılır; “otantik” yüzünü yansıttığını düşünürler böyle yerlerin. Sıcacık bir bardak çayın keyfini sürmek için elbette yabancı olmaya gerek yoktur. İstanbul’u yaşamayı seven herkes, bu geleneğe yaz kış demeden dört elle sarılır. Üstelik sadece tadı için değil, ellerinizi ısıtırken bir yandan da etrafı çay eşliğinde izlemek için veya yazın ortasında hararet alır bahanesiyle. İşte, dumanı tüten çay ocaklarının, hanların, eski tip kahvelerin izini sürdüğümüz bir yazıyla karşınızdayız. Okurken canınız koyu demli bir çay çekerse, en yakın adrese uğrayabilirsiniz.
İstanbul’da Çay Keyfi İçin Mekanlar
Zincirli Han
İstanbul’da havanın serin olduğu bir günde, Kapalıçarşı’nın dükkânlarını aylakça gezdikten sonra bir çay ocağı yanıbaşında sıcacık bir dinlenme molası vermek, tarihi yarımadaya dair en zevkli aktivitelerden biri. Çarşının kuzeyinde bulunan ve 18.Yüzyıl’dan kalma olduğu tahmin edilen han, eski bir ticaret hanı. Şimdilerde ise çoğunluğu sarraf olan dükkân ve atölyelere ev sahipliği yapıyor. Her mevsim farklı bir karaktere bürünen çınar ağacı ve tarihi çeşmesili avlusunda vakit geçirmenin en güzel yolu; önce karşısındaki tarihi büfe Gülebru Kantin’de döner yemek sonra da burada bir tabureye kurulmak. Hemen hanın girişindeki çay ocağından söylediğiniz “esnaf çayını” tarihi hanın avlusunda yudumlarken şuna emin oluyorsunuz; bir yerlerde halen kulaklara ve ruha tanıdık gelen o eski “İstanbul masalı” yaşıyor.
Yakınlarda: Cevahir Bedesteni’ndeki eski dükkanları gezin. No: 101-103’teki Burhan Bey’in kapısını çalın. Burada antika eşyalar ve minyatür resimler arasında kaybolduktan sonra, peştemal ve havlu gibi tekstil ürünleri için Eğin Tekstil’e, halı ve kilim bakmak için Şengör Halı’ya uğrayabilirsiniz.
Sirkeci Garı Çay Ocağı
Trenler kalkmasa da artık bu gardan, arada bir uğrayıp yolcu bekleme odalarında dolaşmak, restoranında yemek yemek veya sonbaharda dökülen sarı yapraklar altında, çayhanesinde birkaç dakika vakit geçirmek insana soğuğu unutturuyor. Tarihi yarımadadaki en güzel mimari yapılara sahip olan Sirkeci’de önce bir gezindiyseniz, postane binasına bakıp Vedat Tek’in kulaklarını çınlatıp, Hacıbekir’den akide, Kurukahveci Mehmet Efendi’den kahvenizi alıp geldiyseniz, oturup ayaklarınızı dinlendireceğiniz yerlerden biri bu garın çayhanesi. Geride bıraktığınız büyük kalabalığın ve kaosun ardından, bu küçük taburelerde ruhunuzun da dinleneceği kesin!
Not: Daha “yerel” bir deneyim yaşamak ve gerçek bir esnaf çayı denemek isteyenleri, hemen yakınlardaki Kayseri Han’ın mimari harikası olan eski merdivenleri altına alalım! Bina, 19.Yüzyıl’da art-nouveau stilinde, 27 odalı bir han olarak yaptırılmış. Bu hanın önünde ise 20 yıla yakındır soğuk sandviç satan seyyar büfe unutulmasın. Sokak lezzeti sevenlerin dikkatini zaten çekecektir.
Küçükpazar
Kemal Sunal’ın çocukluğunu geçirdiği o eski ahşap evin hala yokuşlarında yaşadığı, yan yana sıralı şekerci dükkânları, atölye ve hanlarla dolu Küçükpazar’dayız. Tahtakale’ye kıyasla daha az bilinen ama turistlerin şimdiden listesinde muhakkak olduğu semtte, bir çay içmeden dönmek olmaz. Çok sevdiğim Ali Paşa Han’ın çay ocağı şimdilerde kapılarını kapadı fakat semtin en sevilen başka bir çaycısı da Kuveloğlu Han’da yer alıyor. 19.Yüzyıl’da yapılan han aynı zamanda birçok film ve diziye ev sahipliği yapmış. En son olarak Kulüp dizisinde anne ile kızın yaşadığı ev bu handa kurgulanmıştı. Semt sakinleriyle sohbet ederken onlardan gelen öneri üzerine buradaki çaycıyı keşfettim ben de. Çünkü dediklerine göre çakıl taşında pişirilen çay, açık ara semtin en lezzetlisiymiş. Buraya kadar gelmişken 35 yıllık pidecisinde pide yiyip, tarihi hanın havasını solumayı unutmayın.
Yakınlarda: Tarihi şeker dükkanlarını benim gibi seviyorsanız, akideleri için Altan Şekerleme’ye, kakaolu cevizli helvasını tatmak için Özsoy Şekerleme’ye uğrayın. Bir de sokakta tezgâhlarda satılan bıttım sabunlarından almayı unutmayın.
Kuzguncuk ve Çengelköy’deki Çınaraltı
Kuzguncuk denildiğinde gözümde hemen denizin yanıbaşındaki bu çınaraltı canlanır. İstanbul’da zaten iri gövdeli çınarların altı hiç boş kalmaz. Hepsinin kolları gölgesinde, ya bir çay ocağının ya da bir kahvehanenin dumanı tüter. Kuzguncuk Fırını’ndan alınmış çıtır bir simide en güzel yancı da tabii ki burada içilen demli bir çaydır. Lale şeklindeki fincanın ortasından kavrayıp ellerinizi ısıtırken etrafta izlenecek şeyler olur da biterse, Sait Faik Abasıyanık’tan “Simitle Çay” öyküsünü okuyun. Ama bu durumda yanınızda bir de eski kaşar olmalı; öyküyü okurken ne demek isteyeceğimi anlayacaksınız.
Çocukluğumun en sevdiğim dizilerinden Süper Baba’yı ne zaman açıp izlesem canım Çengelköy’deki (Tarihi Çınaraltı Kafe) çınaraltı sefasını çeker. Dizide Nihat’ın Kahvesi olarak geçen mekan yıllardır pek değişmeden fakat biraz genişleyerek yaşamını sürdürüyor. Akşamüstleri gün batımında harika manzaralara buradan uzanıyorsunuz ama kalabalığı da o saatlerde artıyor. Sakinlik arayanlar daha erken saatlerde buraya gelip, dilerse öncesinde köşedeki meşhur börekçiden bir paket yaptırıp sonrasında burada çay eşliğinde yiyebilir.
Beşiktaş Çınaraltı
Beşiktaş’ta veya yakınlarında yaşayan hemen herkesin yolu en az bir kere düşmüştür bu çaycıya. Kışın soğuğunda, yazın sıcağında hep doludur. Arkadaşlarıyla buluşma noktasını burası belleyenler, Yıldız Teknik’ten çıkıp paydos sonrası çay keyfine gelenler, ailesine Dolmabahçe’yi gezdirip sonra çarşıda mola vermek isteyen öğrenciler bir de tabii semtin yaş almış gediklileri… Hepsi bu çaycıda buluşur ve yüksek korna sesleri arasından birbirlerine seslerine duyurmaya çalışırlar.
Dolmabahçe Kafeterya ve Şeker Ahmet Paşa Çay Salonu
Yazları genelde erken saatlerde Beşiktaş çarşıdan simidimi kapıp, Dolmabahçe Kafeterya’ya gelirim. Çay eşliğinde simit yerken, yan masada oturanlar martıları besler. Bu görüntü bile başlı başına, İstanbul’a aittir. Başka bir kentte aynı tadı alamayacağınız bir his gelip yerleşir içinize. Tam bu noktadan görünen deniz manzarasını saran güzel çirkin binalar, havada zikzak çizen martılar, düdüğü öten şehir hatları vapurları ve ileride -denizin tam kıyısında- yeni yeni filizlenen bir aşk. Hepsi, Dolmabahçe’nin anlık sahneleridir.
Ahmet Paşa Çay Salonu ise bana hep Viyana’daki kafeleri anımsatır. Dokusu, ışığı ve gördüğü manzarayla. Yine erken bir saatte Dolmabahçe Resim Müzesi’ne gelir, çok sevdiğim saray ressamlarının resimlerinde kaybolur (özellikle de Ivan Ayvazovski) sonra burada bir köşeye ilişirim. Çay eşliğinde bir kitabın sayfalarını karıştırmak için İstanbul’un en doğru mekanlarından biridir bana göre. Fakat öğleden sonra veya hafta sonları kalabalık olduğunu da unutmamak lazım.
Yeniköy Kahvesi ve Emek Kafe
Yeniköy’de gezinirken bir çay molası vermek isteyenlerin gideceği iki yer var. Biri, ağaçlar içinde yer aldığından biraz saklı olan ve bir merdivenle çıkılan tepedeki Yeniköy Kahvesi. Kışın içerideki soba çıtır çıtır yanar, yazları dışarıdaki masaları okey oynayanlarla dolup taşar. Semt sakinlerinin çaylarını içip, sessiz sakince bir köşeye çekilmeyi sevdikleri yerdir burası. Caddenin renkli kalabalığı buraya pek uğramaz; bilen ya da bir yakınından duyan gelir ancak. Çay haricinde bir de sabahları kahvaltıya gelip menemen yemek de aklımın bir köşesindedir.
Emek Kafe ise yine Yeniköy’de yaşayanlar tarafından sevilen bir diğer adres. Eğer şanslıysanız ve deniz kenarındaki bir masası boşsa, buraya kurulup Yeniköy İskelesi’nden kalkan vapurları izlemek şahanedir. Seyirlere sıcacık bir çay ya da günlük çıkan bir tatlı eşlik eder. Kimisi de burada kahvaltı etmeye sever. Basit, abartısız bir kahvaltıdır. Kafenin soluna yanaşır şöyle bir yan tarafa bakarsanız da semtin en güzel yalılarını görebilir, güzel kareler yakalayabilirsiniz buradan.
Ayvansaray Kahvehaneleri
Ayvansaray herkese göre bir mahalle değil. Haliç’in güneyinde sur içinde kalan mahalle, yan komşuları Fener ve Balat kadar bilinmez, el üstünde tutulmaz. Bilinse de tek seferde sevilmesi zaten zordur. Birkaç kere gidip sevecek bir şeyler bulmak gerekebilir. Öyle renk renk restore edilmiş evler, popüler kafeler bulamazsınız burada ama mahalle aralarına serpiştirilmiş eski tip kahvehaneleriyle “bazılarını” sevindirir. İstanbul’u bu haliyle de kabul edebilen ve kıyıda köşede kalmış geleneksel mekanları sevenlerden söz ediyorum.
Burada birden çok kahvehane deneyimim oldu. Hatta bazılarında yabancı gezginleri görünce şaşırdım, gülümsedim. Hiçbirinde garipseyen bir bakışla karşılaşmadım, aksine sevecendi ahali. Dökmeci İbrahim Sokak ile Esnaf Locası Sokak’ın kesişimindeki, o sıcacık köşe kahvesinin çayı da pek lezizdir. Ama en çok da duvarlarındaki resimlere bakmaya, mahallenin zamanında madalya almış yaşlı boksöründen anılar dinlemek, Balat’ın eski günlerini kahvenin müdavimlerinden duymak için gelirim buraya.
Yakınlarda: Ayvasaray Caddesi, No: 25’te bulunan tarihi bir restoran var: Çanak Mangalda Kuru Fasulye ismi. Bu lezzeti turşu pilav eşliğinde tatmak ve üstüne bir tatlı söylemek isterseniz, not edin.
Zincirli Han (ki o görece popüler olmaya başladı) ve özellikle Ayvansaray bölümleri ile İstanbul'a olan hakimiyetinizi taktir ettim. Elinize sağlık...