Büşra Kuruca ve Cem Burçin Bengisu’nun kurduğu Müphem Tiyatro, serüvenine bu yılın başlarında usta yazar Harold Pinter’ın oldukça zor bir metne sahip Küller Küllere oyunuyla başladı. Dünyada yaşanan zulümleri sahiplenen bir kadının eylemlerinin absürt bir dille anlatıldığı Küller Küllere; polis sireninin azalan sesi karşısında düşülen dehşet, bir peronda bebekleri ellerinden alınan anneler, denize doğru yürürken boğulan insanlar, dalgaların içinde yok olan çantalar ve çukura batmış bir tanrı gibi birçok imaj ve çağrışımla karşılıyor seyircisini. Ben de bu vesileyle oyuncu kadrosunda Dilek Güler ve İnanç Bükülen’in yer aldığı Küller Küllere’yi kısa süre önce izleyerek rejiyi üstlenen Cem Burçin Bengisu ile oyunun içeriğini, bağımsız olarak tiyatro yapmayı ve çok daha fazlasını konuşma fırsatı buldum. Keyifli ve ilham veren okumalar dilerim.

cem-burcin-bengisu
Cem Burçin Bengisu | Fotoğraf Kaynağı: Emre İbiş

Büşra Kuruca ile birlikte kurduğunuz Müphem Tiyatro’nun ilk oyunu olan “Küller Küllere”nin gösterimleri devam ediyor. Dilerseniz sizden ilk olarak Müphem Tiyatro’nun kuruluş hikayesi ve Harold Pinter’in hiç de kolay olmayan bir metnini seçip sahneye nasıl taşındığınızın hikayesini dinleyelim.

Büşra Kuruca ile 2022 yılında bir tiyatro metni uyarlaması üzerine akıl birliği oluşturmak suretiyle yola çıktık. Zaman içerisinde o projenin yazarının kullanmayı çok sevdiği bir tanım olan “Müphem” kelimesini kendi ismimiz olarak ele aldık. Müphem olan; “belirsiz, değişime açık, belirli kalıplarda olmayan” anlamını tezahür ettiriyor bizim için. Vakit içerisinde çevirmenimiz Mehmet Dikkaya bana “Şöyle bir metin seçtim bir bakar mısın?” dedi ve merak edip okuduk. Metni okuduktan sonra nutkum tutuldu ve “Ben bu derdi nasıl anlatacağım?” diye kalakaldım. Büşra ile bu metin üzerine çok fazla vakit geçirdik. İlk işimiz bir okuma listesi oluşturmaktı ve okuduğumuz kitaplar üzerinden metin ile bağlantılar kurarak daha iyi anlamayı amaç güttük. Bizim için sonunda anlaşılabilir olan kıvamını tiyatral unsurlarla ve oyunculuklarla birleştirerek izah olmadan anlaşılır hatta daha doğrusu “hissedilebilir” bir noktaya çektiğimizi umutla düşünüyorum.

Müphem Tiyatro’nun yolculuğu Pinter’ın seyirciyi düşünmeye iten, sorgulatan ve en önemlisi de duygudaş olduğu Küller Küllere ile başladı. Kanımca zorlayıcı bir metinle yaptığınız bu başlangıç bir anlamda büyük bir risk fakat üstesinden geldiğiniz de aşikar. Oyunun sahnelenmesinden önce bu riskin farkında mıydınız, düşünceleriniz nelerdi? Sahnelenmeden önce karşılaştığınız zorluklar nelerdi ve bunu nasıl aştınız?

Evet kesinlikle farkındaydık. İlk endişemiz derdi nasıl anlatacağımızdı. Kendimize bu yola çıkarken verdiğimiz bir söz bizi hep ayakta tuttu diyebilirim: “Her zaman anlatmak istediğimiz dertleri iyi seçmeliyiz.” Ajite bir duyguyu kullanmadan “Evet bunu hissedecekler” diyerek yola çıktık. Hisler bazen anlaşılabilir olanın kuvvetinden yola çıkarak gelir. Ama her hissin de tamamen anlaşılmasına gerek yoktur. Karşılaştığımız pek zorluk olduğunu söyleyemem, çok öngörülü davrandığımızı düşünüyorum. Her problem aslında birkaç prova öncesinden ihtimal dahilindeydi. Oyuncular, tasarımcılar, ekip herkes kendi işinin yönetmenleri gibi davrandılar ve bu oyunu herkesin sahiplenip her probleme güçlü bir şekilde göğüs gerilmelerine tezahür etti. Böyle bir ekibe sahip olduğum için çok şanslıyım.

kuller-kullere-afis
Küller Küllere (Afiş) | Fotoğraf Kaynağı: Fırat Ulutaş

Küller Küllere’de dünyada yaşanan zulümleri sahiplenen bir kadının eylemlerinin absürt bir dille anlatıldığı bir olay örgüsünü izliyoruz. Hafif tonda başlayan oyunun etkisi her geçen dakikayla birlikte ağırlığını daha da hissettirerek yüreğimizdeki-içimizdeki o rahatlık duygusunu karanlığa bürüyor. Bu noktada oyunu “bir sancı halinin tezahürü” olarak tanımlamamız mümkün mü?

Öncelikle şunu söylemeliyim evet. Sancı halinin tezahürü tanımını çok sevdim. Oyuna metinsel anlamda baktığımızda anlaşılması zor bir iletişim probleminin içerisine atıyor bizi. Olabildiğince soyut halden, en somut hale dönüşümü gösteriyor oyun. Biz rejisel olarak oyunun başındaki alımlanışının ilerleyen aşamalarda bir kırılma noktası ile değişime uğramasını sağlamaya çalıştık. Seyirci izlediği konunun sadece bir “aldatma” hikayesi olduğunu düşünürken bize izah edilmeden olabildiğince soyut anlatılan hikayelerin “Bir dakika, bunun aldatmayla ne alakası var?” gibi bir noktada seyirciye düşündürmek istediğimiz şeyin aslında yanlış olmasını istedik. Biraz çapraz ateşte bırakarak başlıyoruz. Daha sonra toplanan bütün taşların tek tek dökülmesiyle birlikte oyun kendi finalini multidisipliner bir yöntem aracılığıyla buluyor. Sahnedeki diğer erkeği aldatmakla ilgili bir hikaye değil, burada tarih kitaplarına ilmek ilmek işlenerek anlatılmış ve asla unutulmaması gereken zulümleri sahiplenmesini görüyoruz. Pinter bu eserinde sadece bireysel sancının derinliklerine inmekle kalmaz, aynı zamanda bu sancının içinde nasıl birbirimize bağlandığımızı, ortak insanlık deneyimlerimizle nasıl yankılandığımızı da gösterir. Yani şu aşamada görüyoruz ki; oyun yarattığı atmosferden, karakterlerin yaşadıklarından da ziyade seyirci için de bir sancı olsun istiyoruz. Bir doğum sancısı misali. Tüm oyun boyunca konuşulan şeylerin varış noktasını finalde bir dramaturji raporu sunumuyla seyirciyle buluşturuyoruz ve doğum gerçekleşmiş oluyor. Sokrates’in bilgiyi doğurtması gibi düşünebilirsiniz. Sadece farkımız; biz finalde memnuniyetsizlik isteğindeyiz.

kuller-kullere-1
Küller Küllere | Fotoğraf Kaynağı: Yiğit Armutoğlu

Küller Küllere, kare bir sınırlayıcı alanın da olduğu “dar bir oda”da geçiyor. Başlangıç yerini bulmakta zorlandığımız hafıza ve onun derinliklerinden gelen anıların bir yansımasını sunarken de Rebecca’nın hassasiyetiyle birlikte zihninin en derinlerinde bir yolculuğa çıkıyoruz. Somut olanın soyut olanla birbiri içine geçtiği bu anlatımda dünyanın yükünü sırtlama ve seyirciye aktarma hali, reji olarak sizin için nasıl bir duygu?

Yahudilik inancında sinagoglarda duaların okunduğu kürsünün bulunduğu yükseltili alanın adı Teva’dır. Kadınların bu kürsü bölümüne temizlik için dâhi “çıkması” yasaktır. Biz de mütehakkümcüleri tarafından baskılanmış ve bunun sonucunda da sıkışmış olduğu yerden “çıkamayacağı” bir alan yarattık. Ama bu alanın tabii ki soyutluk anlamında kurulduğu atmosferler de var. Dediğiniz gibi kadının zihninin içi, demin dediğim gibi Teva ve sıkıştırılmışlığının tezahürü ve aynı zamanda sadece bir oda. Bomboş bir oda. Sandalyeden ibaret. Bu zihnin derinliklerindeki yolculuğu multidisipliner bir anlayışla, hareketli bir görüntü tasviri ile veriyoruz. Oyunun yüzde 70’inde bu görüntülerle yüz yüze kalıyor seyircimiz. İlk başta sadece atmosfer için inşa edildiği düşünülen şeyin bilincin anıları hatırlaması sonucunda ne kadar değişebileceğini hissettiriyor. Ben bu soyut ve somut diyalektiğini seviyorum. Diyalogda duyduğumuz şeylerin ehemmiyetini kendi içimizde tartmak, tanıdık konuşmaların gittikçe anlam kazanmasını izlemek çok kuvvetli geliyor bana. Bu oluşturulmuş olan formül beni gerçekten rahatsız eden bir duygu yaratıyor. Her seferinde oturup izlediğim, her seferinde de rahatsız olduğum, memnuniyetsizliğimden ders çıkardığım bir durum.

kuller-kullere-3
Küller Küllere | Fotoğraf Kaynağı: Farzin Izaddoustdar

Pinter’ın oyunlarında kullandığı dil gerçekliği doğrudan yansıtmayışı ve esasında gerçekliğin sonsuz sayıda çeşitlemelerini türettiği için her türlü olasılığı bünyesinde barındıran bir belirsizliği ortaya koyuyor. Kendisinin oyunlarına has bu belirsizlik atmosferi, postmodern düşünce ekseninde düşündüğümüzde başlı başına politik bir sorgulama olarak açığa çıktığını da söyleyebiliriz. Küller Küllere’nin anlatım dili özelindeki bu politik sorgulamaya dair neler söylemek istersiniz? Yeterince sert diyebilir misiniz?

Ben politik olmayan metinlerin güzel dekorlar inşa etmek için yazıldığını düşünüyorum. Bu oyunun da son derece sert ve derin bir konuyu politik bir düzlemde ele alışını fark ettiğim anda oyuna dair olan tüm dekor fikirlerimizden vazgeçtik. “Bu oyun boş alanda oynanacak, sahneyi rejisel faktörler ve oyuncuların derdi dolduracak” dedik. Oyun bir balyoz misali insanlık tarihini suratlarımıza vuruyor. Gerçeklerden kaçamayız, hele ki bu kadar yakınındayken.

Harold Pinter, 1996’da yayımlanan bir röportajında kadın başrolünü “Rebecca dünyada yaşanan zulümleri bir türlü kafasından çıkaramaz, bunları kendisi yaşamamıştır ancak onlar bir şekilde benliğinin bir parçası olmuşlardır” sözleriyle tanımlıyor. Özellikle dünyanın içinde bulunduğu günümüzdeki kaotik atmosferde benliğimize yapışanlarla nasıl başa çıkabiliriz?

Bu söz bana çok Sartreyen geliyor. Tarihin sorumluluğunu almaya çalışan bir kadının kendisini kolektif hafıza yapmak amacıyla hiçliğe dönüştürmesi. Hepimizin Rebecca gibi sırtı yok maalesef. Bizim üzerimize düşen belki de en azından “unutmamak” olabilir. İnsanlığa verilen unutmak lütfuna sırt çevirmeyi hiç düşündünüz mü? Tarihin sorumluluklarını asla bırakmamayı. En azından insanlık boyunca yapılmış hatalardan ders çıkarmayı? Hatayı tekrarlamamaya vesile olmak başa çıkmamız gereken en büyük sorumluluk zannımca.

kuller-kullere-2
Küller Küllere | Fotoğraf Kaynağı: Büşra Kuruca

Küller Küllere’nin seyirci üzerinde oluşturduğu etkide metnin gücü ve başarılı rejinin yanı sıra Dilek Güler ve İnanç Bükülen’in birbirini tamamlayan performansları da katkı sağlıyor. Böylesine zor bir metnin oyunculuk anlamında sahneye konulması noktasında her ikisiyle nasıl bir çalışma gerçekleştirdiniz? Oyunun ilk gösteriminden bugüne dek geçen süre içinde oyunculuk anlamında hangi değişimler yaşandı?

İki oyuncumla da farklı oyunculuk yöntemleri üzerinden ilerledim. Absürt metinler “saçma” değildir. Arada saçma olan algılanan şey karakterlerin iletişim problemlerinden vuku bulur. Ben de oyuncularımla farklı yöntemler üzerinden yola çıkarak ikisini de başka yollardan çalıştırdım. Hatta birbirlerinden ayrı prova aldığım en az on provamız vardır. İki oyuncum da metni bambaşka imgelerden biliyor. Bu farklı algılamalarının tercihi sonucunda da gerçekten oyunda farklı telden çalan iki kişi görüyorsunuz. İnanç daha fiziksel unsurlara hakim ve keskin bir karakteri oynarken, Dilek daha derin ve yüklerini taşıyan bir yerde oynuyor. Biri kılıç, diğeri bulut diyebilirim. İlk gösterimden bu yana toplam altı oyun oynandı. Bu süreç içerisinde prova almaya, metin hakkında konuşmaya ve geri dönüşler üzerinden çalışmalarımıza devam ettik. Birkaç rejisel yenileme dışında oyuncular için şunu söyleyebilirim; çok daha rahatlamış ve söyledikleri şeylerden haz alan iki varlığa dönüştüler. Varmalarını umut ettiğim noktaya erkenden geldiler, bu konuda müteşekkirim.

Tiyatro sanatında üretim kadar sahneye konan oyunun sürekliliği de önemli noktaların başında geliyor. Özellikle mevcut ekonomik zorlukların pek çok sanat dalında niceliği niteliğin önüne geçirdiğini düşündüğümüzde risk alan, seyircisinde sorgulama hissini uyandıran ve konfor alanının dışında yer alan türdeki oyunları sahneye koyan tiyatro ekipleri hangi zorluklarla başa çıkmaya çalışıyor?

Öncelikle bizim hedeflediğimiz kitle “genel” bir kitle değil. Bunu umut etsek ya da istesek bile olmaz. Ulusalda yarışacak bir durumda değiliz ya da tüm halk kitlelerine hitap edecek bir aşamada. Bizim gibi tiyatroların genel olarak en temel problemi seyirci. Biz bu konuda birkaç farklı ekipten bir araya gelmiş bir oluşumuz ve herkesin uygun bulduğu fikirler doğrultusunda ilerliyoruz. Şu ana dek oyunlarımızın hepsinin salonlarında yüzde 90’ın üzerinde doluluk gözlemledik. Bu bizim için çok güzel bir başarı örneği. Ancak bunun devamlılığını, sürekliliğini inşa etmek çok zor. Seyircilerimizin izlemelerine ve yorumlarına her zaman ihtiyaç duyacağız.

kuller-kullere-4
Küller Küllere | Fotoğraf Kaynağı: Farzin Izaddoustdar

Sizce tiyatro yaşama ve umutsuzluğa bir alan açar mı?

“Tiyatro yaşatır” ve “Tiyatromuz yaşasın” diyerek kısa bir cevap verebilirim. Sorgulamaya açık insanların umutsuzluğa kapılmak gibi bir hakkı olduğunu ifade etmek isterim. Mutlu olmak zorunluluk değildir, asla da olmamalıdır. Ben şahsen mutsuzluk hakkımı yeri geldiğince kullanmayı tercih ediyorum. Kendi projelerimde Nietzschevari bir yerden umutsuzluğu her zaman gerek görüyorum. Ancak ilk söylediğim sloganları tekrar etmekte fayda var.

Röportajımızı gelecek hedeflerinizi gerek kişisel gerekse Müphem Tiyatro özelinde konuşarak bitirelim dilerseniz.

Müphem Tiyatro yeni doğmuş bir çocuk ve çok fazla anlatmak istediği derdi var. İlk nihai hedefi dertlerini özenli seçmek. Bu konuda iyi bir başlangıç yaptığını düşünüyoruz. Başta oyunumuzun dramaturgluğunu ve yardımcı yönetmenliğini üstlenen Büşra Kuruca’ya tüm gayretlerinden dolayı teşekkürü borç bilirim. Dilek ve İnanç’ın süreç içerisinde kendilerinden çok fazla şey katarak bu oyunu yaratma sürecinde başarılı bir yol izlemeleri sadece Küller Küllere’nin değil, Müphem Tiyatro’nun ilk işi olduğu için tiyatronun kurulum aşamasında çok önemli bir konudur. Küller Küllere’yi var etme sürecindeki çabalarından dolayı çok mutluyum, bu Müphem Tiyatro’nun da doğumunu sağladı. Okuyucularımızla paylaşmak isterim; önümüzdeki ay içerisinde Müphem Tiyatro olarak ikinci projemize başlayacağız. 2024-2025 sezonunun başında prömiyer yapmayı hedefliyoruz. Şimdiden bu mutlu haberi vermek isterim. Röportaj için size çok teşekkür ederiz, oyunlarımızı sosyal medya üzerinden takip edebilirsiniz. Oyunlarda görüşmek üzere.

Kapak Fotoğrafı: Emre İbiş

İlginizi çekebilir: Halil Şimşek’ten Bengisu İspir ve Cansu Canaslan ile: Bir Tatlı Kaşığı Çamur Oyunu Üzerine