

Ceren Kandemir ile: Ayıp Payı, Şiirler ve Hayaller Üzerine
Bu röportaj için çok mu geç kaldım? Sanmıyorum. Tam tersine tamamen bilinçli bir geç kalıştı bu. Herkes söyleyeceğini söylesin, biraz durulunca yaparım diye düşündüm. İlla “trend”leri takip mi etmek zorundayız?
Ceren’i uzun zamandır tanıyorum, çocuklarımız Leo ve Can’ın doğumlarıyla beraber bir baktık ki dost olduk. Dertleştik, güldük, hayaller kurduk, planlar yaptık. Sonra bir öğrendim ki kendisi kitap çıkarmaya hazırlanıyor… Büyük bir gururla, ama biraz da çekinerek… Ceren’in çok iyi bir metin yazarı olduğunu bildiğimden ve onlarca yazısını okuduğumdan herhalde, kitabın çok başarılı olacağına emindim. Ve sonunda çıktı kitap! Hemen sipariş verdim ve okuduklarıma inananamadım.

Ceren’in kelimeleri, sanki yakın bir arkadaşınızla yapılan uzun ve derin bir sohbetin içinden süzülüp geliyor; bazen muzur bazen hüzünlü, en çok da düşündüren ve gülümseten. İşte tüm bu sıfatlar tam olarak yazarı anlatıyor; Ceren’i tanısanız bana hak verirsiniz… Ceren’le bu kitabın yolculuğunu, şiirle kurduğu samimi ilişkiyi ve yazma sürecindeki hislerini konuştuğumuz keyifli bir sohbet yaptık. Hepimize bir noktada dokunan yazar, kelimelerle nasıl oynadığını ve onlara nasıl hayat verdiğini anlattı. Sözü daha fazla uzatmadan sizi sohbetimize davet ediyorum.
Not: Benden minik bir tavsiye. Etrafınızda üreten, size bir şeyler katan arkadaşlarınızın olması çok önemli. Onları hep yakın tutun…
Edebiyat dünyasına resmi olarak adım attın. Senin için çok heyecanlandım. Bu nasıl hissettiriyor?
Öncelikle başkaları adına da heyecanlanmak senin çok ön plana çıkan bir özelliğin Lisya. İki yakın arkadaş ve çalışma arkadaşı olarak seninle söyleşiyor olmak çok güzel! Aslında sana bir yazımı okuturken ne hissediyorsam, şu an farklı hissetmiyorum. Şimdi daha fazla insanla derin bağlar kurmaya başladığımız için mutluyum. “Bu benim de başıma gelmişti”, benzeri bir yorum aldığımda hem kitabın hem de benim yalnız olmadığımızı hissediyorum.
Bir anne olarak “Bronkoskopi” şiirini 3 kez art arda okudum. Sende anne olduktan sonra neler değişti, bu şiir üzerinden kısaca anlatsana…
“Bronkoskopi” şiiri kitaptaki diğer şiirlerden farklı olarak o an ve o gün sıcağı sıcağına yazdığım bir şiir. Bir de oğlum Ferhan’a yazdığım tek şiir. Ciğerine fındık kaçmıştı ve bronkoskopi operasyonu geçirmişti. O gün ameliyathane önünde titreyerek beklerken, kendi günahlarımı düşündüğümü hatırlıyorum. Çocuk ile özellikle ilk yıllarda o kadar bütünleşiyorsun ki, burnu aksa “Geçen gün yaptığım dedikodunun cezasıdır,” gibi saçma sapan bir ruh hali çöküyor insana… Bir baktım arka arkaya tövbe ediyorum hastanede. “Allah’ım şu çocuk çıksın, gördüğün en süper insan olacağım”. Bu sürecin filtresiz bir aktarımı oldu bronkoskopi, -neredeyse arabesk- tıpkı anne olmak gibi! Bir daha öyle bir şiir yazdırmasın.
Kitap boyunca sık sık hayvanların bakış açılarını kullanıyorsun. Bu şekilde insan doğasını sorguluyorsun. Buna neden gerek duyuyorsun sence?
Çünkü ben doğadan çok korkuyorum. Ödüm kopuyor doğada. Çimene uzanmak bile buna dahil. Hem yaradılışım gereği kendimi doğaya layık hissetmiyorum hem de insanlık olarak dünyada istenmediğimizi hissediyorum. Şans eseri olmamız gereken süreden çok daha uzun zamandır buradaymışız ve bizi dinozorların başına gelen gibi bir doğa olayı ile sıfırlamayı unutmuşlar gibi… Hayranlık ve korkuyu bu kadar birlikte hissedince, sanırım şiirimde de fazlaca yer buluyorlar.
Çok fazla kişi kitabın adını ve kapağını konuştu… Ben sana sormak istedim. Peki günümüz toplumunda en büyük “ayıp payı” sence nedir?
Yaşadığımız dönemin tamamı bir dizi bölümü olsaydı ismi “İstif” olurdu. En ufak bir lokmayı tabakta bırakmamak, bozulsa bile kendine ayırmak… Ne olur ne olmaz çağı. Binaların dandik malzemeyle yapılması da bu yüzden, koca koca makinelerin garanti süresinin 2 sene olması da. İstifleme refleksimizin sonuçlarını düşünmemek bizim “ayıp payı”mız.

Çok uzun zamandır şiir kitabı satın alan biri değilim, ama önüme geldi mi çok severim şiir okumayı. Peki sen dijital çağda şiirin yeri hakkında ne düşünüyorsun?
Ben “Şiir bitti, artık okunmuyor,” diye düşünenlerden değilim aslında. Bir rap şarkısı dinlerken de karşılaşırız onunla. Dönem dönem kabuk değiştiren ama her şekilde kendine yer bulan şiirin yine kabuk değiştirdiği bir dönemde olabiliriz. Değişimini kabul edip yeniden sevmek istersek ne güzel! İster dijital olsun ister bir duvar yazısında ister bir podcast yayınında, isterse de bir şarkıda…
En sevdiğin şiirin hangisi? Neden?
Çok nostaljik biri sayılmam, en son neye kafayı taktıysam onu seviyorum. Bu yüzden sanırım “Hayret Makamı” diyeceğim. Son yazdığım şiir olduğu için. Hâlâ üzerine düşünüyorum, henüz benim için konusu kapanmış değil. Hayret edebilme kabiliyetimi geri kazanmaya çalışıyorum. Sen hangisini sevdin?
Seçmesi zor ama söyleyeyim; Bronoskopi, Mucize, Kişisel Gelişim.
Birçok şiirini okurken hikayeleri sık sık gözümde canlandırdım, arkaya da soundtrack’ler ekledim. Bizim için üç şiirini seçsen, onları hangi şarkılarla özdeşleştirirsin?
Şekerleme – İdil Üner / Güneşim
Bronkoskopi – Fikret Kızılok / Fark Etmeden
Normal – Büyük Ev Ablukada / Çıldırmicam
Büyük bir hayalini gerçekleştirdin. Başka hayallerin de var mı? Çekinmeden, bizimle paylaşır mısın?
Şarkılar yazmak istiyorum. Yazdıklarımı bir sesten dinleyebilme ihtimalini düşünmek bile beni çok heyecanlandırıyor. Müzik bilgim olmadığı için nereden başlanır bilmiyorum ama şarkıya dönüşen şiirler hep en sevdiklerim olmuştur. Kim bilir, belki bir gün.
theMagger’da “İki Kişilik Masa” konseptli videolar çekmeye başlıyoruz seninle. Senden biraz duyalım mı hepimizin oldukça heyecanlı olduğu bu seriyi?
Ben söyleşi yapmayı çok seviyorum. Mesleğe de ilk söyleşi yaparak başladım ama hep yazılıydı. Şimdi görsel hatıralar bırakacağız buluşmalarımızla. “İki Kişilik Masa” da sanatını takip ettiğimiz, hayat hakkında fikirlerini merak ettiğimiz konuklarla lafı dolandırmadan sohbet ediyoruz. theMagger benim ve eminim tüm ekip arkadaşlarım için sonsuz özgürlük sağlayan bir mecra. Bu düzeyde bir üretme özgürlüğü, bizim mesleğimizde çok sık hissedilen bir duygu değil. “Lisya ben bu filmi izledim yazdım, ben bu kişinin çalışmalarını çok sevdim, bu konuda eleştirilerim veya görüşlerim var,” dediğimiz her konu, hiçbir filtre veya sansüre uğramadan geniş kitlelere ulaşabiliyor burada. İki kişilik masamızın uzun yıllar boyunca yüzlerce ilginç zihni ağırlamasını diliyorum.
Biraz klişe bir soru gibi gelecek ama ben derine inmek istiyorum aslında bu soruyu sorarken. Amacım “small talk” değil yani. Bazen bir şiir, bazen makale, bazen bir film senaryosu, bazen de reklam metni… Yazmak, gerçekten, senin için ne anlama geliyor? Seni nasıl değiştiriyor, dönüştürüyor?
Ne yazarsam yazayım, bittiğinde yaşadığım hissi başka hiçbir şeyi yapıp bitirdiğimde yaşamıyorum. Otomobil reklamı yazarken de aynı! Yazmanın hayatımda neyi değiştirdiğini sen sorunca düşündüm şimdi. “Ali ata bak,” yazmayı öğrendiğimden beri günlük tutarım mesela. Bazen çok normal bir olayı sonradan günlüğe yazacağımı düşünerek daha derin bir yerden yaşamaya çalışırım. Bu durum, sıradan hayatımda gördüklerimi hikayeli bir hâle büründürüyor. Benim için hayatı renkli, anlatmaya, dinlemeye ve okumaya değer kılan en önemli şey yazmak.
İlk yorumu siz yazın!