Buluntu Türünde Bir Süper Kahraman Filmi: Chronicle
2012 sinema yılındaki kargaşa arasında eleştirmen gruplarının bile dikkati çekemeden kaybolup giden Chronicle, süper kahraman filmlerinin kalıplarını yıkarak farklı bir güçlü-zayıf hikayesi anlatan oldukça başarılı bir ‘found footage’ örneğiydi. Filmi sırtlayan üç oyuncusunun doğal oyunculukları ve oldukça başarılı görsel efektlerle kotarılan aksiyon sahneleriyle Chronicle, kaçırılmaması gereken bir deneyim.
The Blair Witch Project ile başlayan ‘found footage’ ya da Türkçe karşılığı ile ‘buluntu film’ furyasının son halkalarından biri olan Chronicle, aslında bir ilk film. Kamera arkasında yer alan Josh Trank daha önce sadece bir televizyon dizisinin birkaç bölümüne imza atmış. Aynı şekilde senarist ortağı Max Landis’in de henüz ilk beyazperde deneyimi. Andrew (Dane DeHaan) ismindeki asosyal bir lise öğrencisinin elindeki kameranın kayda geçmesiyle başlayan filmin tamamı birçok farklı kamera çekimlerinin birleşiminden oluşuyor. Trank, filmde ‘buluntu film’ kültürünün gereklerini sonuna kadar yerine getirirken aynı zamanda Marvel’ın devasal bütçeli süper kahraman filmlerine kafa tutacak derecede başarılı aksiyon sahneleriyle yönetmenlik becerilerini kanıtlıyor. Nitekim kendisi önümüzdeki sene izleyeceğimiz “Fantastic Four” filminin de yönetmen koltuğuna oturmayı başardı.
Dane DeHaan’in canlandırdığı asosyal kahramanımız Andrew’un kuzeni Matt (Alex Russell) ile birlikte gittiği bir partide başlıyor asıl olaylar. Bu ikilinin aksine okulun popüler çocuklarından olan Steve’in (Michael B. Jordan) de katılımıyla parti sırasında bahçede keşfettikleri mağaradan hallice bir çukurda maruz kaldıkları bir ‘şey’ sonucu bu üçlünün telekinesis adı verilen süper güce kavuşmaları filmin temelini oluşturuyor. Tabii burada alışkın olduğumuz üzere süper güce kavuşan gençlerimiz Örümcek Adam misali kötülerle savaşmak yerine bunu kendi çıkarlarına alet ederek eğlenmelerine bakıyor. Filmin en büyük esprisi de burada. Süper kahraman filmlerinin aksine daha gündelik ve sıradan bir hikaye anlatmayı seçiyor Trank ve Landis ikilisi. Maddeleri hareket ettirme gücünden faydalanarak yapmak isteyip de yapamadıklarını yerine getirirken aynı zamanda bu gücü diğer insanlar üzerinde birtakım gülünç şekillerde kullanıyorlar. Bu durum günümüz gençliğinin başarılı bir gözlemini yansıtırken aynı zamanda filme de bir gerçekçilik ve sıradanlığıyla sahip olduğu bir çekicilik katıyor. Özellikle ilk 1 saati -fırtına öncesi sessizliği- izlemenin büyük bir keyif olduğunu belirtmek gerek.
Ancak filmin söylemek istediği daha büyük sözler var. Her ne kadar üç karakter üzerinden ilerlese de hikaye aslında Andrew’un hikayesi. Toplum tarafından ezilen, zayıf, güçsüz insanları temsil eden Andrew eline geçirdiği süper güçleri arkadaşlarının aksine daha büyük şeylerde kullanmayı tercih ediyor. Burada Andrew’un yaşadığı aile sorunları ve seyirciden bile gizlemeye çalıştığı eşcinsel kimliği (Matt’e olan bakışları ve kamera çekimleri sırasında Matt’e zoom yapması bir ipucu olabilir belki) gibi bastırılmış duygularının sonucu olarak yorumlayabileceğimiz bir patlamaya şahit oluyoruz filmin ilerleyen dakikalarında. Bu gücün kontrolünü elinde tutamayıp boyundan büyük işlere kalkışan kişinin aynı güçlere sahip diğer iki karakter (Güzel sevgilisiyle mutlu bir ilişkisi olan Matt ya da popüler çocuk Steve) değil de Andrew olmasının sebebi başka ne olabilir? Evet, Trank ve Landis kesinlikle bize bir zayıf-güçlü psikolojisi üzerine bir şeyler anlatmaya çalışıyor ve bunda da oldukça başarılı oluyorlar.
Son yılların parlayan yıldızlarından Dane DeHaan (önümüzdeki yıl sinemanın efsanevi yüzü James Dean’i canlandırırken izleyeceğiz kendisini) ve Fruitvale Station ile geçen yıl adından epey söz ettiren Michael B. Jordan yine rollerinin hakkını verirken, benim favorim Matt rolüyle Alex Russell oluyor. Henüz kendini sektörde gösterebilmiş olmasa da genç aktör doğallığı ve sempatikliği ile her kamera açısında öne çıkmayı başarıyor. Tabii oyunculardaki bu doğallık ve aralarındaki kimyanın sırrını da yönetmenin üçlüyü çekimlerden önce 15 günlüğüne bir eve kapattığını belirterek ortaya çıkarmak gerek.
Son tahlilde; Chronicle, başarılı karakter analizleri ve olgun hikaye anlatısıyla yalnızca sağlam bir senaryo sunmakla kalmıyor aynı zamanda müthiş kotarılmış aksiyon sahneleri ve hipnotize edici atmosferiyle fazlaca keyifli bir deneyime dönüşüyor. Tabii bunların yanında yarattığı anti-kahraman ve bu kahramanının psikolojisini oturttuğu temeller açısından da oldukça önemli sözler söylüyor. 2012’daki ödül avcıları arasında kaynayıp gitmiş olsa da siz bu kaçırırılmaması gereken filmi mutlaka yakalamaya çalışın.
IMDb Puanı: 7.1/10
İlk yorumu siz yazın!