Cumalıkızık: Osmanlı'nın Bugüne Mirası
Yazdım yazacaktım derken sonunda kalemi oynatmaya başladım. İlhamım, 2014 yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne giren Cumalıkızık Köyü’nden geliyor. Yazın en sıcak ayında, sabah saatlerinde ailem ve değerli dostum Çağdaş ile kahvaltı için bu köyü tercih ediyoruz. Tarihi dokusuna, doğal güzelliğine, ev sahiplerinin misafirperverliklerine hayran olduğum bir köy Cumalıkızık. Hele ki kahvaltısı!
Bursa’da doğup büyüdüğüm için daha önceden Cumalıkızık ile tanışıklığım var. İlkokulda pikniğe gidişimi ve yeşilliği, sıcakkanlı ve hamarat teyzelerin bize sunduğu ikramları nasıl unutabilirim ki? Ayrıca birçok televizyon filmine ve dizisine ev sahipliği yapmış bir köy burası. Osmanlı’nın kuruluşundan günümüze kadar taşınmış; geçmişin bugüne mirası.
Uludağ’ın yemyeşil eteklerine kurulu bu köyün adıyla ilgili iki rivayet varmış. Birincisi, dağ ve vadi arasında kurulan köylere verilen kızık isminin yanında bu köyde Cuma günleri toplanıp namaz kılındığı için Cumalıkızık olmuş. Diğeri ise Osman Bey’in köyü Cuma günü kurmasından dolayı Cumalıkızık denilmiş. Her ne olursa olsun bu köy geçmişiyle süslediği tüm büyüsünü günümüzde de devam ettiriyor. Hele ki gözleme ve kahvaltısından büyülenmemek elde değil.
Bu küçük köyün büyük şehirlerdeki gibi otopark sorunu yok. Aracımıza kolaylıkla yer buluyor ve meraklı adımlarla köye giriyoruz. İçeri kısımlara araçla girilemiyor. Köyün meydanı kucaklıyor öncelikle sizi. Meydana aşkla tutunmuş ulu bir çınar ağacı, evvel zaman içinde ustalaşmış köyün ressamı gibi gururla tablosunun önünde dikiliyor. Sağımızda da köyün sessiz ev sahiplerinin uyuduğu mezarlık beliriyor. Meydandan mis gibi ekmek kokuları alıyorsunuz; dağ çileği, vişne, böğürtlen reçelleri renk renk kavanozlar içinde alıcılarını bekliyor. Tatlı bir telaş ve heyecan içinde olan insanların arasına karışıyor, köylü teyzelerin marifetli elleriyle yaptığı yöresel makarnalara, tarhanaya ve birçok iştah kabartan diğer ürünlere bakmadan duramıyorsunuz. Böğürtlen reçelleri o kadar tatlı görünüyor ki açıp parmaklamamak için zor tutuyorum kendimi. İçimden sesleniyorum teyzelere; sakladığınız konserveler varsa onları da çıkarın diye…
Hediyelik eşyalar da çeşit çeşit. Ahşaptan yapılmış evler ve el işçilikleri, küçük arabalar, minyatürler… Gördükçe hepsine sahip olmak istiyorum, içimdeki çocuk uyanıyor. Merakla elime alıp inceliyorum hepsini. Çekinmiyor da değilim tezgahta duran teyzelerden. Onlar da bu düşüncenin tam tersine sürekli tebessüm ediyorlar, al al yanaklarını sıkasım geliyor. Bütün bu güzellikleri Çağdaş çektiği resimlerle ölümsüzleştirirken köyün küçük sokaklarına dalıyoruz. Evlerin hepsi ahşap ve bazıları restore ediliyor. Avluları gelen konuklara açık ve kahvaltı menüleri kapılara asılmış. Sokaklara mis gibi gözleme kokuları sinmiş. Sokakların ortasından yavaş yavaş sular akıyor. Taşlarla döşenmiş yolları olduğu için topuklu ve zor yürünecek ayakkabıyla gelenlerin vay haline diye içimden geçirirken kahvaltı için güzel bir konağa geliyor ve bahçesinde oturuyoruz.
Ev sahipleri güleryüzleriyle karşılıyorlar bizi. Avluda yapay bir su ve değirmen dikkatimizi çekiyor hemen. Çağdaş’ı kolundan çekip bunları hemen çekmelisin diyorum. Kucaklayıp sevmek istediğim yavru ördekler, çekingen tavuklar, minik yavrularının yanından ayrılmayan bir çift köpekl ile sanki kahvaltıya değil de çocuk olmaya gelmişsiniz hissi veriliyor size. Masada mis gibi kokular, taze otlar, ahenkle dilimlenmiş peynirler, ekmeğinizin tacı bal ve kaymak… Arılardan korkmanıza gerek yok, çünkü reçellerinizin tadına bakıp hemen uzaklaşıyorlar. Bu güzel kareleri fotoğraflıyor, bir taraftan da karnımızı doyuruyoruz. Güzel mekana elveda diyor, elimizde satın aldığımız, köye has sıcacık ekmeklerimizle aracımıza yöneliyoruz. Her güzel dakikaya tebessüm kondurarak yola çıkıyoruz. Gözlemlerimizi paylaşıyor ve tekrar geleceğimiz zaman için sözleşiyoruz. Kim bilir belki Cumalıkızık’da karşılaşır ve bu güzel köyün mutluluğunu birlikte paylaşırız. Yolunuzun muhakkak düşmesi ve güzel bir gün geçirmeniz dileğiyle…
İlk yorumu siz yazın!