Cyanotype: Bir Tutam Siyanür ve Biraz Mavi
Geçenlerde Pera’ya sergi için değil bambaşka bir şey için yolum düştü. Pera Müzesi şemsiyesi altındaki Pera Öğrenme’nin atölyelerinden bu kez masmavi olanında, bir Cyanotype etkinliğindeydim. Nedir, ne değildir diye bir tutam bilgiyle gittiğim etkinlikten dolu dolu ayrılınca ortaya bu yazı çıktı.
Öncelikle Pera Öğrenme, şehrin göbeğinde muazzam bir nefes alma yeri. Bu mevsimde İstanbul’da kalmak zorunda olanlar için hoş zaman geçirirken beyin gıdası da alınacak yerlerden. Amacı; çocuk, genç ve yetişkinleri sanatla buluştururken aynı zamanda müze bilinci de oluşturmak ve sanatı biraz daha tanıdıklaştırmak. Bu yönde de çalışmalar gerçekleştiriyor. Daha çok yaratıcılığa dayanan atölyelerde müze ortamını biraz daha sosyalleştirmeyi de amaçlıyor. Takvimi de her ay dolu dolu. Anlayacağınız bir göz atılası 🙂
Peki ne bu Cyanotype? Cyanotype nam-ı diğer mavi baskı aslında güneş baskı tekniklerinden sadece bir tanesi. Kelimenin kökü, Yunanca ”koyu mavi” anlamına gelen ”cyan” kelimesinden geliyor. Bu koyu mavi nasıl elde ediliyor diye sorarsanız o da biraz kimya: Demir tuzu ve siyanür. Bu karışım 1700’lerin başında deney yapmayı seven Bestuscheff tarafından keşfedilse de ilk kayıt altına alınmasında, formülün geliştirilmesinde ve yeni tekniklerin ortaya çıkışında birçok isim etkili oluyor.
Gelelim tarife. Süreç hem basit hem bir o kadar cazibeli ve sonucu bilmediğimiz için gizemli. Bir tutam (20 gramın 100 ml suda eritilmiş hali) demir amonyum sitrat ve bir tutam (8 gramın 100 ml suda eritilmiş hali) potasyum ferri siyanürü eşit oranda karıştır, suya dayanıklı kağıt, ahşap ya da kumaş yüzeyini fırçayla kapla, kurut, üzerine dilediğin nesne, bitki veya negatifi yerleştir, pozlama için güneşe yani UV ışığına maruz bırak, son dokunuş 1-2 dakikalık saf suyla banyo ve Voilà ! Ruhani bir maviyle yıkanan görüntünün tadını çıkarabilirsin artık.
Ortaya ne çıkacağı tamamen senin kompozisyonuna bağlı. Eğer bir fotoğrafın negatifini pozluyorsan pozitifini, bir bitkiyi pozluyorsan ise negatifini elde etmiş oluyorsun. Burada güneş ışığı önemli. Tabii çalışmanı hangi mevsim ya da o günün hangi saatinde yaptığın da. Demirden bahsettiğimiz için güneşte biraz beklemen gerekiyor. Beklerken çalıştığın yüzeyde güneş geçirmeyen bölgeler beyaz kalırken güneş alan bölgelerin mavileşmeye başladığını göreceksin. Mavinin hangi tonunu elde edeceğin ise karışımı zemine kaç kat uyguladığın ve kaç dakika güneşe maruz bıraktığına göre değişiyor.
Cyanotype deneysel çalışmak isteyenler için bir oyun alanı gibi. Yukarıda bahsettiğimiz en gelenekseli. Plan ve teknikler sadece bir başlangıç ve manipülasyona da fazlasıyla açık. Sanatçılar genellikle sınırları zorlayıp görüntüleri katmanlamak için çift pozlama gibi teknikler kullanarak hikâyeyi daha da karmaşıklaştıran bir ışık ve gölge kombinasyonu oluşturuyor. Kimyasalların farklı karışım oranları ve renkli zeminler de kullanılarak o ikonik mavi sepyadan yeşile uzanan geniş renk paletine dönüştürülebiliyor.
Bu formül, fotoğraftan çok önce yağlıboya veya suluboya gibi resim tekniklerinde mavi pigment olarak kullanılıyor. 1840’larda ise kağıt üzerine kuş tüyü, yaprak gibi nesneleri koyarak fotogramlar, yani objelerin bir kimyasal ile ışığa duyarlı hale getirilmiş bir yüzeye yerleştirilerek asıl sonucun güneş ışığından elde edilmesi tekniğini uygulayan az sanatçı olsa da popülerliği yavaş yavaş artmaya başlıyor.
Bir süre sonra sahneye, 19. yüzyıl polimatlarından, bir yandan gökbilimci bir yandan da kimyager olan John Frederick William Herschel çıkıyor ve Londra Royal Society’ye bir makale sunarak Cyanotype’ı bilimsel notlarını kopyalamak için nasıl kullandığını anlatıyor. Tekniğin fotoğrafçılıkta da kullanılabileceğini söylerken sanata dair bambaşka bir kapı araladığının farkında bile değil tabi.
Hikâye asıl burada başlıyor. Sanatsal göze sahip botanikçi Anna Atkins 1850’lerde deniz bitkilerini kataloglamak için Cyanotype tekniğini kullanıyor ve bir kitap hazırlıyor: Photographs of British Algae: Cyanotype Impressions. Bu kitapta algleri, eğrelti otlarını ve daha nice bitkiyi kullanarak elde ettiği negatiflere yer veriyor ve birçok bitkinin farklı formunu sergileyerek ilk fotoğraf kitabını yayımlamış oluyor. Atkins, bu kitabın 12 adet kopyasını oluşturup 400’e yakın baskılanmış bitkinin fotogramlarını botanik camiasına kazandırıyor. Kitabının ön sözünde bitkilerin detaylı çizimlerini yapmanın zorluğundan bahsederek Cyanotype yöntemini bulan Herschel’e de selam gönderiyor. Bu kitap da Cyanotype’ın sanat dışında bilimde de kullanılabileceğini göstererek hitap ettiği kitleyi oldukça genişletiyor.
Paralel tarih akışında önemli bir isim daha var: Eadweard Muybridge. Muybridge, ünlü bir İngiliz fotoğrafçı ve sinemayı ilk bulan kişi olarak tarihte yer alıyor. Ben, adını ilk kez, okuduğum eski bir nörobilim dergisinde geçirdiği kazadan sonra başına aldığı darbeyi inceleyen bir araştırmada duymuştum. Kafa darbelerinin kişi davranışlarında ciddi değişiklikler yarattığı bilinir. Muybridge’nin de o kişilerden biri olduğuna inanılıyor. Kazadan sonra yaşadığı baş ağrıları, çift görme, sağırlık ve tat kaybı gibi durumların yanında duygusal ruh değişimleri ve ekstrem risk alma eğilimi gösteriyor. Özellikle risk alma davranışlarının, sanatçı ve yaratıcı yönünün ön plana çıkmasında etkili olduğu düşünülüyor.
Önceleri çeşitli ve kimi zaman tehlikeli bölgelere yerleştirdiği kameralarla riskli fotoğraflar çeken Muybridge, 1870’lerde o dönemlerde çok merak edilen ‘Bir at koşarken tüm ayakları birden yerden mi kesilir?’ sorusunun cevabını araştırmaya başlıyor. Koşan bir atın yandan, önden ve arkadan hareketlerini görüntülemek için de yüzlerce fotoğraf makinesiyle aynı anda çalışıp insan gözünün ayrı anlar olarak ayırt edemediği hareketleri yakalamaya çalışıyor. Bu da arka arkaya çekilen birsürü fotoğrafın hareket algısı yarattığı sinemaya ön ayak oluyor. Muybridge, Cyanotype’ı kullanarak 20.000’den fazla fotoğrafının negatif baskılarını oluşturuyor. Orijinal negatifler artık bulunmadığından, Cyanotype baskılar Muybridge’nin henüz kırpılmamış ve düzenlenmemiş görüntülerini gözler önüne sermeye devam ediyor.
Cyanotype’ı kullanarak birçok işe ve çalışmaya imza atmış birçok sanatçı daha var tarihte. Bakıldığında, çağdaş sanatçılar Cyanotype’ı bellek, doğa ve geçicilik temalarını keşfetmek için kullanmaya da devam ediyor. İnce ince ayrıntıları yakalama fırsatı, onu güzelliği yansıtan çalışmalar için de ideal kılıyor aslında. Bir teknikten daha fazlası olan Cyanotype, kimya ile hayal gücünün birleşiminden doğup zengin tarihi ve benzersiz estetiğiyle ilham vermeye ve büyülemeye devam ederek sanat dünyasında el üstünde tutulan bir teknik olarak kalmaya devam edecek gibi de gözüküyor. Saf bir tecrübesizlikle bile yaratım sürecini demokratikleştirip herkesin erişebileceği bir sanat formu olarak atölyeler ve topluluk projeleriyle kendi ismini tanıtması da oldukça güzel…
Kapak Fotoğrafı: Ezgi Şengel
İlginizi çekebilir: İstanbul Flaneur’den İstanbul Müzeleri
İlk yorumu siz yazın!