Dancing with the Devil: Demi Lovato'dan Tatsız Gerçekler
İtiraf etmekten kaçındığım noktayı artık geçtim sayılır. Ben pop-kültür’den keyif alanlardanım. İşim de bununla ilgili olmaya başladıkça modadan müziğe yeni olan her şeyi yakalayıp incelemek rutinim haline geldi. Son bir yıldır da karşımıza bir furya halinde ünlü belgeselleri çıkmaya başladı. Özellikle de müzisyenlerle ilgili olanlar. Ben de bugün bunlardan biri olan ve Demi Lovato’yu odağına alan Dancing with the Devil’dan biraz bahsetmek istedim.
Biyografi okumaktan her zaman hoşlanan biri oldum o yüzden ünlüleri konu edinen belgeselleri de izliyorum fakat bunlardan bir avuç dolusu kadar izleyince, kullanılan tüm ‘trick’leri öğrenmeye başlıyorsunuz. Özellikle Hollywood’da, belgesel kimle ilgiliyse onu yetenekli bir kurban, çevresindeki pek çok kişiyi ise paragöz kurtlar olarak göstermek en sık kullanılan yöntem. Dancing with the Devil bu yönden diğerlerinden ayrılıyor mu? Bence tam olarak değil ama bu belgeseli ilgi çekici yapan pek çok şey olduğunu düşünüyorum.
Demi Lovato Kimdir?
İlk olarak Demi Lovato’yu hiç tanımayanlar için kısa bir tanıtım yapmak gerekirse kendisi Amerikalı bir şarkıcı, oyuncu ve söz yazarı. Selana Gomez, Britney Spears ve Christina Aguilera gibi Lovato da işe Barney & Friends isimli çocuk programıyla çok küçük yaşta başlayanlardan. Çocuk oyuncu ve müzisyenlerin özellikle de Hollywood endüstrisinde sağlıklı bir şekilde yaşlanmadıklarını artık biliyoruz. Demi’nin durumunda da bu senaryo değişmiyor ancak beni onu ilginç kılan temel şey şu: savaşma gücü.
Şunu söylemem gerekir diye düşünüyorum ki evet Demi Lovato bir pop sanatçısı ve popüler müzikle ilgili hepimizin onlarca eleştirisi var. Ama o, kesinlikle alıştığımız pek çok müzisyen gibi akılda kalıcı hit’lerin peşinde bir isim değil. Sesinin ciddi anlamda güçlü olduğunu yalnızca ben değil Youtube’da bulabileceğiniz onlarca videodaki profesyonel vokal koçları da söylüyor. Bununla birlikte, sesini bir yana koyarsak onu asıl özel kılan bence çok iyi bir hikaye anlatıcı ve söz yazarı olması.
Eğer benim gibi müzik çok önemli ama bir şarkının sözlerini tek tek anlamam gerek diyenlerdenseniz yer aldığı janra size hitap etmese bile Anyone, Sober, Tell me You Love Me gibi şarkılarının sözlerinin gerçekten dokunaklı olduğunu düşüneceğinizi tahmin ediyorum. Çünkü Lovato gerçekten dürüst bir yerden kendini anlatıyor ve hem hiçbir şey saklamamayı hem de yaşadığı zorlukları arabesk olmadan anlatmayı başarıyor.
Dancing With the Devil: Gerçek Bir Ruh Sağlığı Mücadelesi
Dört bölümden oluşan Dancing with the Devil’ı benim için diğer ünlü belgesellerinden ayrı tutan şey şu: bu belgeseli izliyor olmamız bir mucize. Çünkü Demi Lovato 2018 yılında aşırı doz nedeniyle ciddi bir ölüm tehlikesi atlattı. Belgeselde uzunca yer verilen; birkaç dakika için “ölmüş” oluşu, hastanede geçirdiği zor zamanlar vb. bir yana Dancing with the Devil bence bir “27’ler Kulübü”nü (27 yaşında yaşamını yitiren müzisyenlerin tamamı için kullanılan bir ifade) teğet geçme hikayesi.
Yakın zamanda Dazed‘de okuyup çok etkilendiğim ve bir özetine theMagger Trendler‘de yer verdiğim bir haber var: genç yaşta yaşamını kaybeden sanatçıların müzikleri, bir yapay zeka aracılığıyla analiz edilmiş ve algoritma edindiği verilerle bu sanatçılar hayattaymış gibi yeni şarkılar üretmiş. Dört şarkılık albümdeki “The Roads Are Alive” isimli şarkı The Doors, “You’re Gonna Kill Me” isimli şarkı Jimi Hendrix, “Drowned in the Sun” isimli şarkı Nirvana ve “Man, I Know” isimli şarkı Amy Winehouse’tan ilham alınarak yaratılmış. Projeyi hayata geçiren Toronto temelli organizasyon Over The Bridge’in amacı ise müzik endüstrisindeki ruh sağlığı sorunlarına ışık tutmak, genç ölümlerin 27’ler Kulübü gibi başlıklar altında romantize edilmesine karşı çıkmak ve hiçbir yapay zeka üretiminin kaybettiğimiz sanatçıların yaratacağı gerçek müziklerin yerini almayacağını hatırlatmak.
Belgesel sırasında sıkça söz edildiği gibi Demi Lovato, 27’ler Kulübü’ne katılması son derece muhtemel bir isimdi çünkü geçmişte alkol ve madde bağımlılığı, yeme bozukluğu, anksiyete ve depresyon gibi sorunlar yaşamasının yanı sıra cinsel şiddet mağduru olmuş. Belgesel temelde bağımlılık konusu üzerine yoğunlaşsa da kariyerinin başından beri tüm bu konularda son derece açık olan Lovato’nun bu bahsettiğim sorunların tümüne değindiğini görüyoruz.
Dancing with the Devil ayrıca, Hollywood’da bağımlılık sorunu olan tüm ünlülerin yardımına koşan Elton John, Lovato ile çalışan Christina Aguilera gibi ünlü isimleri, Lovato’nun ailesi ve iş arkadaşlarını konuk ederek sanatçının durumuna dair farklı bakış açıları sunuyor. Örneğin Elton John, Lovato ve birlikte çalıştığı ekibin şu anda benimsediği “ölçülülük” ilkesini kesinlikle desteklemediğini ve işe yaramayacağını düşündüğünü belgeselde açıkça söylüyor. Sonuç olarak Dancing with the Devil, müzik endüstrisinde ruh sağlığı konusunu işlemesi itibariyle yalnızca bir ünlüyü “iyi” göstermeyi hedefleyen diğer biyografik belgesellerden ayrılıyor.
Geçmiş ve Gelecek: Bir Maraton Koşusu Olarak Bağımlılık
Dancing with the Devil’ı izlemek için bir diğer sebep de “bağımlılık” konusuna duyulan ilgi olabilir. Çünkü belgesele dair pek çok eleştiri yapmak mümkün ancak bence bu konuyu dürüstçe ele almayı başarmışlar. Demi’nin bu sorunu çözdüm hayat artık toz pembe gibi bir tavrı yok, başına gelenleri, doz aşımının öncesinde ve sonrasında olanları gizlemeden anlatıyor. Oysa biz bağımlılık konusunu hem filmler, diziler gibi kurgu işlerde hem de diğer anlatım ve belgesellerde sıklıkla iki şekilde görüyoruz: romantize edilerek ya da korku senaryosu olarak.
Elbette bağımlılık çok ciddi ve ürkütücü bir konu. Bununla birlikte bu durumu yaşayan insanların gerçekliğinin bir parçası. Genetik faktörler, çevresel etkiler, stres gibi pek çok şey bir araya gelip bağımlılığı meydana getiriyor ve bir yardım ihtiyacı ortaya çıkıyor. Fakat bu durum; kişinin değerini, onu özel yapan şeyleri kaybettiği anlamına gelmiyor. Bağımlılık konusu neden çoğunlukla ünlüler üzerinden işlenir hiç düşündünüz mü? Bence neden, onların ihtiyaçları olan yardımı alabilecek kaynaklara sahip olmaları. Kötü senaryoda ise ölümleri kamu oyunu ilgilendiren “haber” değerinde bir durum oluyor ve tüm sebepler masaya yatırılıyor.
Oysa dünyada her gün onlarca insan bağımlılık nedeniyle yaşamını yitiriyor. “Stray” belgeselini izledikten sonra tiner kullanan mülteci çocuklar bende çok yer etmişti. İçinde bulundukları koşullar ve geliştirdikleri bağımlılık onların yaşamı erken terk etmelerine neden olabilir ama kimse onları bu duruma sürükleyen nedenlerle ilgilenmeyecek. Üstelik ihtiyaç duyduğu yardımı alabilenler için bile yaşam bir anda “normal”e dönemiyor. Bu sorunla yaşayan insanların her sabah uyanıp sağlıklı tercihler yapmaları, yaşamın getirdiği türlü kriz anlarında ise iradelerini korumaları gerekiyor. Sonuç olarak Demi Lovato da dahil olmak üzere o mental konumdan dışarı bakan insanların “Anyone”daki gibi seslerinin duyulmadığını hissetmeleri çok normal.
Özetle, bence Dancing with the Devil sürekli evde bulunduğumuz, elimizde zaman olan şu günlerde izlenme listesine alınabilir bir belgesel. Eğer dilerseniz bir de Demi Lovato’nun günlük niteliğindeki aynı isimli albümüne şans verebilirsiniz.
Kapak Fotoğrafı: TVLine
İlginizi çekebilir: Melih Ökcün’den 27’ler Kulübü
İlk yorumu siz yazın!