Deniz Taşar ile: Caz, Sanat ve Pandemi Üzerine
Türkiye’de caz dendiğinde akla gelen ilk isimlerden biri olan Deniz Taşar, 2013 yılından beri caz sahnesinde yer alıyor. Şarkılarını bayılarak dinlediğim ve kendisini zevkle takip ettiğim Deniz, müziğe ve sanata ilgili herkesin beğenilerini toplamaya devam ediyor. Birçok ödül kazanmış bir caz sanatçısı olmanın yanı sıra, TaşarArt adlı sanat oluşumu, harika dansları ve renkli kişiliğiyle Deniz çok yönlü bir sanatçı! Deniz ile başarısı, çok yönlülüğü ve sanata bakış açısı gibi konularda sohbet ettik.
Türkiye’nin caz sahnesine bakıldığında, yeni nesil sanatçılarda akla gelen ilk isimlerden birisin. Bu vuruculuğu bu kadar kısa sürede yakalayacağını tahmin etmiş miydin? Bu konuda ne düşünüyorsun?
Öncelikle çok teşekkürler. Bilmiyorum vurucu denebilecek noktada mıyım ama kat ettiğim yoldan ve geldiğim yerden çok memnunum. Bu camianın içinde beni tatmin eden birçok an yaşadım, gidilecek yol daha çok uzun da olsa bir yer edindim kendime ve buradan ileriyi hayal ve inşa etmek çok daha kolay artık. Bunun olabilmesinin sebebinin istikrar ve bolca üretim olduğuna inanıyorum. Cazla en kuvvetli bağımı da bu yolculuk kuruyor. Ne müziğimi tamamen caz olarak nitelendirebilirim ne de kendimi caz müzisyeni olarak tanımlayabilirim. Diyebileceğim şey şu olur; caz sayesinde çıktım bu yolculuğa ve ilham ve yaklaşımlarımın kaynağı hep caz müzik, caz müzisyenleri ve onlarla birlikte üretmek, doğaçlamak oldu. Ne mutlu ki, bunun da karşılığını caz sahnemizde görebildim. Bir şeyleri içtenlik ve saygıyla yapmaya ve adım adım ilerlemeye çok inanıyorum. Sabır isteyen bir şey müzik. Alkış değil de samimiyet peşinde olduğunuzda insanlar bunun ayrımını gayet iyi görüyor ve emeğiniz karşılığını buluyor.
Seni cazla buluşturan şey neydi?
Caz dinlenen bir evde büyüdüm. Böylelikle caz için bir noktada tanıştığım bir türden ziyade daha içselleştirdiğim bir müzikti diyebilirim. Lise yıllarında başlayan sahne deneyimlerimde de parçası olduğum orkestrada şefimiz tarafından caz ve caza yakın türlerde parçalar seslendirmek üzere yönlendiriliyordum. Sanırım bunun sebebi bu müzik türüne eğilimim ve sesimin bu tarzlara olan yatkınlığıydı. Üniversite yıllarında tasarım okumak üzere girdiğim sanat fakültesinin caz performans bölümü vardı. Bu bence benim hayatımda büyük bir şans ve de bir kırılma noktasıdır. İlk yıllarda fakülteden arkadaşlarımla kurduğum, İstanbul’da dönemin canlı müzik yapıldığı belli başlı barlarında sahne almaya başladığım grubum, pop ağırlıklı müzikler yaptığımız ve benim “hobi olarak müzik” diye sınıflandırabileceğim bir dönemime ve böylelikle de bir sürü konsere vesile olarak bana müzik bölümünden arkadaşlar ve bir yandan da sağlam bir sahne deneyimi kazandırdı. Bu çok uzun cümleyle aslında şunu demek istiyorum. Pop grubumuza giren bir caz öğrencisi sayesinde belki de yeni yolum ben daha farkına bile varmadan çizilmeye başladı. Çok geçmeden kendi ekibimizi kurduk ve Deniz Taşar Quartet doğdu. Geriye baktığımda bu şans kesişmelerinin ne kadar kıymetli ve hayati olduğunu daha iyi anlıyorum. Doğru şey karşınıza çıktığında ona ne kadar farklı yaklaşıyor ve onu ne kadar sahipleniyorsunuz, bunu da bizzat görmüş oldum. Henüz bu ekip ile sahne dahi almamışken üzerinde çalıştığımız ve yorumlamaktan zevk aldığımız birkaç caz standardını kaydettik ve ben de çevremin cesaretlendirmesiyle bu kayıtları alıp Türkiye’deki üç önemli genç caz yarışmasına başvurdum. Nardis, Akbank Caz Festivali ve İKSV’nin yürüttüğü bu üç yarışmayı da kazandığımda çocukluğumdan beri tekrar tekrar karşıma çıkan cazın bana kollarını açtığını gördüm ve bu yolu, bana bahşedilmiş bu başarıyı sahiplenip, o günden beri bu takdirin içini en iyi şekilde doldurmaya çalıştım. Böylelikle 2013 yılında cazla profesyonel ilişkim bu şekilde başlamış oldu.
Şu ana kadar birçok farklı mekanda ve festivalde sahne aldın, biz de severek takip ettik. Yurt içi ve yurt dışı, tüm performanslarını düşündüğünde, en çok eğlendiğin ve en aklında kalan konserin hangisi oldu ve neden?
Bu zor bir soru! Bambaşka hislere, dönüm noktalarına, kutlamalara ve repertuara ev sahipliği yapmış birçok konser gözümün önünden geçiyor şu anda. İlk İstanbul Caz Festivali konseri, ilk Akbank Caz Festivali konseri, Zorlu’daki albüm lansman konserim, Soweto Kinch ile birlikte çaldığımız Borusan Müzik Evi sezon açılış konseri hemen aklıma gelen ve hiçbir zaman unutamayacağım ilkleri barındıran sahnelerdi. Eğlence deyince ise artık evim gibi gelen Nardis sahnesindeki tıklım tıklım ve gece sonuna doğru seyirciyle iyice kaynaştığımız veya eski Mitanni’deki sıcacık, samimi, bol etkileşimli konserlerimizi anıyorum gülümsemeyle. Anıyorum diyorum çünkü pandemide unuttum konser vermek ne demekti ve şimdi düşünürken garip bir şekilde hayatımın çok eski bir döneminden söz ediyormuşum gibi geliyor. Tekrar sahne alabildiğimizde bu hislerin ve özlemin acısını çıkarmak istiyorum. Soruna gelirsek, konuşurken düşündüm ve Babylon x Bomontiada Avlu konserimizde karar kıldım. Bu konserin aklımda yer etmesinin birinci sebebi tatlı bir yaz akşamı bu güzel mekanda kocaman bir kalabalıkla buluşmuş olmak. İkincisi ise çoğunluğunun beni daha önce dinlememiş olduğunu düşündüğüm dinleyiciyle o gece inanılmaz bir iletişim kurmuş olmamız. Açıkçası bu büyüklükte ve formatta gerçekleşen bir konserden biraz daha dikkati dağınık ve gürültücü bir kalabalık bekliyordum ve şaşırtıcı bir ilgiyle karşılaşmıştım. İstanbul seyircisi güzel enerjisiyle beni büyülemiş ve daha fazlası için motive etmişti o gece ve çok mutlu inmiştim sahneden, kendime bu hissi unutmayacağıma söz vererek.
Bu zamana kadar yayınlanan harika işlerin var: Uykuda Bir Bulut, Songs From A Breeze, Onu Ona Ona Onu, Uzaktan… Biraz onlardan da bahseder misin?
Uykuda Bir Bulut benim ilk solo albümüm ve sözü, müziği bana ait, düzenlemesini ekip olarak yaptığımız beş parçadan oluşan bir iş. 2015’te kaydetmiş, 2016 sonlarında da Lin Records’dan çıkartmıştık. Parçaları ilk kez Akbank Caz Festivali’nde seyirciyle buluşturmuş, ardından Zorlu PSM Studio sahnesinde hiç unutmayacağım bir albüm lansman konseriyle kutlamıştık. Biraz melankolik, biraz da dinamik diyebileceğim, yer yer deneysel bir yaklaşımla kendi Türkçe sözlü caz müzik arayışımı ve hikayelerimi paylaştığım bir albüm. Daha önce hiç Türkçe şarkı söylememiş olmama rağmen ülkemizde caz alanında üretilen özgün işlerin arasına kendime has bir ses bırakmak adına seçtiğim ve sonrasında da üretimlerimi şekillendiren bir başlangıç noktasıydı. Neredeyse eş zamanlı diyebileceğim ve tamamen başka bir Deniz’i yansıtan ama aynı samimi hikaye anlatımından yola çıkan bir diğer projem Songs From A Breeze ile de bu dönemde aktif olarak müzik üretiyorduk. Cazla yeniden buluştuğum hikayemdeki “caz öğrencisi” ile hali hazırda zaten solo projemde birlikte çalışıyorduk ve bunca yıllık müzikal birlikteliği bir albümle taçlandırmak istedik. Bu kez sözleri İngilizce ve bana ait, besteleri ve düzenlemesi ortak olan, cazla beraber biraz daha singer/songwriter müziği diye adlandırabileceğimiz, minimal, hisli fakat bir yandan girift yapılardan oluşan bir müzik ürettik. Salon İKSV’de 27. yaş doğum günümde gerçekleşen lansmanıyla dinleyiciyle buluşan albüm yine Lin Records üzerinden solo albümümden hemen bir ay sonra yayınlanmıştı. Bu çok üretken dönem bizi bolca sahne aldığımız ve benim yeni müzikler yazmaya başladığım bir evreye getirdi. Bu süreçte benimle birlikte müziğim de biraz değişmeye başladı ve 2019’da, çok uzun süredir üzerinde çalıştığım ve tüm işlerimin arasında bambaşka bir yere koyduğum parçam Onu Ona Ona Onu, filmiyle birlikte yayınlandı. Bu parçayla birlikte kariyerime bağımsız bir müzisyen olarak devam edip kendi plak şirketimi kurma yoluna gittim. Dokuz buçuk dakikalık bu iş, önceki üretimlerime nazaran daha kalabalık bir ekiple ve daha kalabalık bir Deniz’le can buldu.
Sanat yönetmenliğini yaptığım ve uzun bir vakte yayarak hayata geçirdiğimiz filmimiz ise solo projemin ilk klibi oldu. Şimdi, 2020’de yayınladığım Uzaktan ile birlikte gelen yeni albümüm Onu Ona Ona Onu’nun bıraktığı yerden alıyor bizi ve kıyı kıyı dolaştırıyor içimdeki müzikte. Albümü hem sound hem de anlatı olarak bu parçanın devamı gibi görüyorum ve o şekilde tasarladım. Dinleyenler aradaki bağı hemen duyacaklardır albüm çıktığında, heyecanla beklemekteyim.
*Onu Ona Ona Onu klibi ve Songs From a Breeze canlı performansına da göz atmanızı tavsiye ederim. Uykuda Bir Bulut’u dinlemek isterseniz Spotify‘dan ulaşabilirsiniz.
Yakın bir zamanda, Akbank Caz Festivali’nin 30. yılına özel “Dün Bugün Yarın” adlı bir albüm ve belgesel projesi hayata geçirildi. Gerçekten de ülkemizde caz müziğin izlerini takip edebileceğimiz çok değerli bir proje! Festivalde yer alan müzisyenlerden biri olarak sen de projeye dahil oldun ve proje için özel bir şarkı kaydettin. Bu süreç nasıl oldu ve bu projeden senin beklentin nedir?
Bu gerçekten müthiş bir proje ve içinde yer aldığım için çok mutlu ve gururluyum. Akbank Caz Festivali yerli caz sahnemizin geçmiş ve bugününü arşivlerken geleceğine de ışık tutuyor bu albümle. Yolculuğumun başında da hayatımda büyük bir rol oynayan bu festivalle böylesine kıymetli bir projede bu kez bir besteci, söz yazarı ve vokal olarak yer almak benim de kariyerimin bu yedi yılını özetliyor benim gözümde. Ben de festival gibi otuz yaşındayım ve bu paralellik parçama da ilham oldu. Festivalden ulaştıklarında bu fikir üzerine düşünmeye ve yazmaya başladım. Pandemi döneminde böyle bir motivasyon ve ilhamla çalışabilmek de ayrıca çok büyük bir lüks ve mutluluktu. Parçanın beste ve düzenlemesini, kendi solo projelerimde de birlikte çalıştığım müthiş piyanist, besteci ve aranjör Adem Gülşen’le çok kısa sürede, yoğun bir süreçte yaptık.
Bu vesileyle bir araya gelmek, hayat ve müziğin o eski ritmini yakalamak bize çok iyi geldi. Sonrasında o nefesli düzenlemeleriyle uğraşırken ben de vokal melodileri ve şarkı sözlerini tamamladım. Ortaya içime çok sinen, çocukluğumdan bugüne akan müzikal yolculuğumu anlattığım ve kendimi şimdiye dek yayınladığım bestelerimle ifade etme şansı bulamadığım yönlerimle gösterebildiğim bir iş çıktı. Bu birliktelik ve yaklaşım ileride benden duyacaklarınıza dair de bir işaret olacaktır. Projede 30 özgün beste, 80’e yakın yerli caz sanatçısı dinliyorsunuz. Her şey bir yana, Türkiye’de bu dönemde caza dair neler oluyormuş diye merak eden ve edecek herkes için bir kılavuz niteliğinde olduğuna inanıyor, caz seven veya cazla ilgilenmek isteyen herkesin dinlemesini öneriyorum. Jenerasyonları bir araya getiren, gelecek kuşağa ilham verecek bir proje oldu. Ve ben de bu projenin en genç bestecisi olarak – umuyorum ki – uzun soluklu olacak caz yolculuğumun erken döneminde bir iz bırakıyorum kendi tarihime.
Müzisyenliğinin yanı sıra TaşarArt isimli bir oluşumun var. Takip ettiğim kadarıyla 2020 başında bir sergi de açtın. Aynı zamanda bu kanal üzerinden takı tasarımları yapıyorsun. TaşarArt’ı bir başlangıç, bir arayış ve bir yolculuk olarak anlatıyorsun. Bu yolculuk nasıl başladı?
Ben çocukluğumdan ve özellikle lise yıllarımdan beri aktif olarak görsel sanatlarla ilgileniyorum, aslen eğitimim bu alana çok daha yakın fakat yolda bir yerde müzik ve tasarım öncelik değiştirerek beni de şaşırttılar. Olayları doğal akışlarında, aceleye getirmeden yaşamayı ve kendimi bırakabildiğim kadar hayata bırakmayı seviyorum. Sanat bir yaşam ve anlatım biçimi benim için. Bunu müzikle, çizimle, dansla, seramikle yapmanın kullanılan teknik dışında hiçbir farkı yok. TaşarArt da bu fikirle ortaya çıktı. Şu anda seramik odaklı paylaşımlar yapsam da aslen sanata dair tüm üretimlerimin bir çatısı olarak kurguladığım ve bu yönde ilerleteceğim bir oluşum. Dönemsel olarak arayışlarım ve kullanmayı seçtiğim diller değişebiliyor. Böyle bir dönemde seramikle tanıştım ve bu alanda işler üretmeye başladım. Ellerimle bir şeyler yapmayı zaten çok severdim, çamurla çok özel bir bağ kurduk. Aslen sanat objeleri yapıyor, bunu fonksiyonlu formlarla bir araya getiriyorum. Takılar da giyilebilir sanat işleri, onları diğer parçalarımın bir uzantısı gibi görüyor, o şekilde tasarlıyorum. Şubat ayında bir sergiyle kutlamıştık bu yeni başlangıç ve arayışımı. Sergide tabii ki müzik de vardı. Adem ve Fırtına’yla seyirciyi ve mekanı da içine dahil eden doğaçlama bir performans gerçekleştirmiştik. O gün orada olanlar kafamın içine bir göz atmış gibi oldular. 2020’deki en mutlu anlarımdan biriydi diyebilirim. Devamı da bu zor dönemi atlattıktan sonra gelecektir diye umuyorum. Şu anda TaşarArt’ın websitesi ve satış platformu üzerinde çalışıyorum.
Dans etmeye bayıldığını seni takip eden herkes biliyordur diye düşünüyorum. Dans ile nasıl bir araya geldin?
Gerçekten bayılıyorum! Bunun dışarıya yansıyabilmesi ne güzel. Dans da aslında hiç yeni bir olay değil hayatımda ama geçtiğimiz sene dans derslerine gitmeye başlayınca ve orada kendimi ifade edebildiğim yeni bir alan daha bulunca hayatımın bu kısmını başkalarıyla paylaşmak konusunda duyduğum çekincelerimi aştım diyebilirim. Dans ettiğimde harika ve özgür hissediyorum kendimi. Bunun için iyi dans etmeye de gerek yok üstelik! Ayrıca müthiş de bir kardiyo, herkese öneririm. Bedenimizle kurduğumuz ilişki psikolojimiz, yaratıcılığımız ve özgüvenimiz üzerinde çok belirleyici bir role sahip. Ben kendimi en güçlü ve mutlu dans ederken ve şarkı söylerken hissediyorum. İkisi de tamamen ve yalnızca vücudunuzu kullanarak, başka hiçbir şeye ihtiyacınız olmadan yaptığınız işler. Bu ne büyük bir lütuf! Hayatımda daha çok yer açmak istediğim bir terapi dans benim için.
Seni takip etmek o kadar keyifli ki! Sesin zaten çok etkileyici ama o kadar pozitifsin ki bu paylaşımlarına da yansıyor. Bitmeyen enerjini ve çok yönlülüğünü neye borçluyuz?
Çok teşekkürler! Aslında enerjim tabii ki herkes gibi benim de çokça bitiyor ve bazen pozitif olamadığım günler yaşıyorum fakat uzun vadede beni nelerin mutlu ettiğini ve hayattan beklentilerimin neler olduğunu her geçen gün daha iyi anlarken kendimi ve vaktimi de buna göre şekillendirmek için sürekli bir emek harcıyorum. Ürettikçe iyi hisseden biriyim ve bu üretimleri paylaşabildikçe motive oluyor, daha fazlası için güç bulabiliyorum. Bunu yapmak bazen kolay olmuyor, insan her gününü çok yaratıcı ve üretken geçiremeyebiliyor. Bu konuda kendime hep şefkatli davranıyor, içimden ne geliyorsa, o günü nasıl yaşayabileceksem o şekilde yaşamama izin veriyorum. Üzüntü, sıkıntı, gerginlik gibi duygularla çatışacağıma, haklıysam bu hislerimde, onlara da alan tanıyor, hatta onlardan besleniyorum. Bir kırgınlığı alıp güzel bir müziğe dönüştürmek insanda mucizeler yaratabiliyor. Hislerimizi olumlu, olumsuz diye ayıracağımıza kendimize dürüst davranıp merhamet gösterdiğimizde uzun vadede daha mutlu bir birey olacağımızı düşünüyorum. Bu süreçleri yaşarken daha önce de dediğim gibi hep bir arayış içinde oluyorum ve kendime kattığım her yenilikte iç dünyam genişliyor ve oyun alanım büyüyor. İçimdeki pozitifliğin ve çok yönlülüğün o oyunlardan ve durmak bilmeyen hayal gücümden geldiğine inanıyorum.
Sana ilham olan şeyler neler?
İlhamı dinlediğim müziklerde, izlediğim filmlerde, yürüdüğüm yollarda, çıktığım seyahatlerde, arkadaşlarımla sohbetlerde, en çok da kendi hayatımda ve içimde buluyorum. Hisler ve hikayeler etkiliyor beni, en çok da kareler. Bazen yaşadığım anı durdurup kareler topluyorum zihnimden ve o görselliğin kafamda yazdığı senaryoda buluyorum kendimi. Duyduğum, gördüğüm her şey çok etkiliyor beni o yüzden de maruz kaldığım her şeye dikkat etmeye çalışıyorum. Sterilize etmiyor fakat seçiyorum.
Pandemi dönemi tüm sanatçılar üzerinde ayrı etkilere sahip oldu. Kimi yaratıcılığını geliştirirken, kimi de tam tersi dinlenme dönemine çekildi. Senin için bu dönem nasıl geçti? // Yeni albüm ve/veya yeni sergi haberleri alacak mıyız?
Kendi içinde bir sürü başka küçük dönemleri var benim pandemi dönemimin, eminim herkes benzer bir hisse kapılmıştır. Dinlendiğim bir dönemle başladım, içime döndüğüm, kendime hiç olmadığım kadar iyi baktığım ve harika hissettiğim. Sonra sürecin uzamasıyla zorluklar benim için de başladı. Yazın bir kısmını çok yoğun bir tempoda bir kısmını ise tamamen inzivada geçirdim ve kışa girerken “ortaya karışık” bir dengeyle şimdiye dek en tedirgin olduğum ama yeniden ümitlenebildiğim bir ruh haline büründüm. Kariyerim açısından baktığımızda da hem çok zorlayıcı, bunaltıcı, yorgun düşürücü ve aksaklıklarla dolu, hem de şu ana kadarki en bereketli ve yoğun dönemimi yaşıyorum. Gerçekten benim de kafam karışık bu konuda. Bu süreçte çok fazla iş ürettim ve paylaştım ama bunda pandeminin iyi bir rolü pek yok aslında, daha çok geçmişte ektiklerimin biçilmesi var. Pandemi olmasaydı nasıl olabilirdi bu 2020, düşünmek ve kendimi üzmek istemiyorum. Onun yerine bu dönemi olabileceğinin en iyi haliyle yaşadığıma ve çok şanslı olduğuma odaklanıyor, şükrediyorum. Garip bir şekilde çok güzel bir yaş ve yıldı bir yandan benim için. 2020 her zaman kalbimde en tuhaf ve özel bir yerde olacak.
Bu süreçte tüm konserlerimiz iptal oldu ve sahne alınabilen o kısa dönemde de ben almamayı tercih ettim. Sağlıklı, güzel günlerde seyirciyle yeniden buluşmayı iple çekiyorum. Ama konserler yerine bambaşka bir tempo vardı benim hayatımda. Bu dönemde üç yeni parça yayınladım üç bambaşka proje için. Bunlardan ilki demin de bahsettiğimiz, gelecek albümümden bir parça, Uzaktan’dı. Senin bu parçayı çok sevdiğini biliyorum ve bu süreçte yaptığın yorum ve paylaşımlar bana hep güç ve neşe verdi, onu da söyleyip sana ve aynı güzel enerjiyi benimle paylaşan dinleyiciye teşekkür etmek istiyorum. Söz ve müziği bana ait Uzaktan, manidar adıyla karantinanın ilk ayını doldurduğumuz günlerde buluşmuştu dinleyiciyle. Düzenlemesini Adem Gülşen’in yaptığı bu parça Şubat ayında yayınlanacak yeni albümümün gittiği yeni müzikal yönü de çok güzel çiziyor. Yazın başlarında ise Netflix’in ilk Türk filmi Yarına Tek Bilet için ve filmden ilhamla Sertaç Özgümüş ile bestelediğimiz ve sözleri bana ait olan The Unfold paylaşıldı. Parça diğer işlerimden ayrışan ama beni çok doğru yansıtan, kendimden değil bu kez filmdeki karakterlerden esinlenerek yazdığım çok özel bir iş ve bir film müziği olması açısından da hayatımda bir ilk. Ve son olarak yukarıda da konuştuğumuz, Akbank Caz Festivali için besteleyip kaydettiğimiz A Thank You Card yayımlandı. Tüm bu süreçte pandemi sayesinde ve esnasında olan tek üretim bu diyebilirim.
Bu paylaşımlar ve onlara dair tanıtımlar dışında senelerdir üzerinde ufak ufak çalıştığım ve kayıt aşamasına getirdiğim yeni albümümün tüm kayıt, mix ve mastering süreci pandemi döneminde gerçekleşti. Albüm epeydir hazır ve sizlerle buluşmayı bekliyor. Bir nebze daha aydınlık günlerde, sahnelerde de buluşabileceğimiz günlerin hayaliyle çıkış tarihini erteleyip Şubat ayında paylaşmaya karar verdim albümü. Bununla birlikte içinde yer aldığım başka projeler için parçalar yazdık ve kaydettik. Bir de duyurmayı iple çektiğim bir sanat projesi var içinde yer aldığım, yakın zamanda paylaşabilmeyi umuyorum. Onun üretim ve kayıt sürecini de geçtiğimiz aylarda tamamladık. 2021 şimdiden çok yoğun gözüküyor ve ben tüm bu işleri hepinizle paylaşabilmek için gün sayıyorum.
Kapak Fotoğrafı: Deniz Taşar
İlginizi çekebilir: Melo Magger’dan Türkiye’deki Caz Festivalleri
İlk yorumu siz yazın!