Müthiş Bir Konser Deneyimi: Depeche Mode
Konser izlenimi yazmak oldukça tehlikeli bir eylem, adına müzik dediğimiz, dinleyeni başka boyuta geçirebilen ve her defasında farklı hissettirebilen bir yaratıyı kelimelere dökmek oldukça zor zira. Ancak bu riski aldım ve benim için unutulmazlar arasına giren bu deneyimi paylaşmaya karar verdim.
Depeche Mode, yaklaşık bir buçuk yıldır Global Spirit Tour kapsamında dünyayı dolaşıyor. Açıklanan listede İstanbul’u göremeyince yaşadığım hayal kırıklığını atlatır atlatmaz uygun bir şehirde bilet bulup izleyebilmenin heyecanıyla uzun zaman önce takibe başladım.
İstanbul’a yine gelmediler ama Avrupa’nın küçük kasabalarından, büyük festivallere, Amerika’dan Brezilya’ya birçok yerde çaldılar. Turnenin kapanış konseri 25 Temmuz’da Berlin’de olacak; biletler yedi ay önceden tükendiği için Depeche Mode deneyimini Almanlar ile yaşama fırsatını şimdilik kaçırdım. İlginçtir, Almanların Depeche Mode hayranlığı İngilizlerden fazla, Alman seyircinin konsere katkısı muazzam, bu sebeple Almanya sınırları dahilinde gerçekleştirdikleri konserler gerçekten başka oluyor. Almanya’daki konser kayıtlarına denk gelirseniz izlemenizi öneririm.
Konserlerin hemen hemen hepsi sold out olduğundan elimdeki birkaç alternatifi değerlendirip Sopron’da gerçekleşen Volt Festival’de karar kıldım. Her türlü hazırlığı yapıp müthiş bir heyecanla Budapeşte’ye uçtum. Ancak her türlü hazırlığın içine hava durumunu dahil etmek aklıma gelmediği için biraz sıkıntı çektim; zira Glastonbury terk bir festival oldu. Oldukça yağmurlu, fırtınalı, az biraz şimşekli bir gündü, ekranlarda bol bol “kendinize dikkat edin, ani sıcaklık düşüşleri olabilir” mesajı döndürdüler. Ne yapalım, iyi müzik için çekilen her türlü çile mübahtır.
Konser, son albümden Going Backwards ile başladı, eskilerden It’s no good ile devam etti. Eski-yeni dengesinin iyi kurulduğu bir setlist hazırlamışlar, hitlerin hepsini çaldılar ama yine de i feel you, home ve but not tonight’ın olmadığı her setlist biraz eksiktir bence. Konserin tepe noktaları tahmin edeceğiniz üzere Enjoy the silence, Personal jesus ve Never let me down again’di. Benim tepe noktam ise In your room oldu, bu şahane şarkıyı Dave bebeğimin ve Martin reisin karşısında ve canlı dinleyebildiğim için inandığım her şeye şükrediyorum.
Yukarıda Almanları çok övdüm, Macarlara da haksızlık etmek istemem, belli ki Depeche Mode’un gerçekten önemli bir kitlesi var Macaristan’da ve bu kitle oldukça heyecanlı ve istekliydi.
Bu zamana kadar sevdiğim bütün starları izlemeyi bir şekilde başarabildim, hepsinde de çok güzel vakit geçirdim, çok eğlendim, mutlu ayrıldım. Depeche Mode’u izlerken ise bunlardan daha fazlası vardı sanki, sahneye çıktıklarında resmen ne hissedeceğimi bilemedim. Şarkı aralarında kendimi sorguladım, evet heyecanlıydım, evet mutluydum, evet harika vakit geçiriyordum ama dahası var, tanımlayamadığım duygular yaşıyordum resmen. Çok istenen bir şeyin gerçekleşmesi halinde gelen gerçekliği sorgulama hali vardır ya hani, aynen öyle. biri beni tokatlasın.
Hayranlıktan ziyade bir şaşkınlık hissi kaldı üstümde o geceden, sahnedeki birkaç adamın binlerce insanı iki saatliğine bambaşka bir evrene götürüp sonra sıkıcı dünyalarımıza geri bıraktığına şahit oldum. Bazı şeyleri anlamak için gerçekten yaşamak gerekiyormuş, neden “star” olduklarını onları izlerken daha iyi anladım. Biz faniler gibi değil bu adamlar, farklılar, çok özeller; Dave Gahan ve Martin L. Gore için söylüyorum tabii, Andy Fletcher hariç, onu neden getirmişler anlamadım. swh.
Dave Gahan’ın inanılmaz bir enerjisi var ve sahnede acayip karizmatik, serseri bir kimliğe bürünüyor. Konser boyunca hiç durmadan dans etti, koşturdu, gülümsedi. Gülümsedi kısmını vurgulamak istiyorum çünkü sahnede olmaktan, binlerce kişiyi tek bir hareketiyle çıldırtmaktan keyif aldığı çok çok çok açık. Seyirciye sevimli görünmek için gülümsemiyor, hepimizi adeta bir kukla gibi oynatabildiği için belli ki oldukça mutlu.
Martin L. Gore iki şarkı söyledi, gitar ve klavye soloları muhteşemdi. Şarkı yapmak kadar seslendirmekte de aşırı başarılı bir müzisyen ancak insanı sinir eden bir mütevaziliği ve mahcubiyeti var. Sakince sahneye geldi, seyirciyi selamladı, güzel güzel çaldı, söyledi. O şarkıları ben yapsam ortalığı yıkardım heralde. En çok seni seviyorum martin reis.
Ekran projeksiyonlarından bahsetmeden geçmek istemiyorum, zira videoları hazırlayan adam Anton Corbijn. In your room, walking in my shoes ve useless için hazırladığı videoları bulup izlemenizi rica ediyorum. mükemmel işlere imza atmış, özellikle in your room’daki danstan ve walking in my shoes’un videosundan etkilenmemek mümkün değil. izleyin, pişman olmayacaksınız.
Sahnede olmaktan ve seyircinin hevesinden beslenen bu beylerin arayı açmadan yeni turnelere çıkacaklarından eminim, umarım bu kez yılan hikayesine dönen istanbul konseri de gerçekleşir ve hep birlikte unutulmaz bir gece geçirip depeche mode tarafından kutsanırız.
İlk yorumu siz yazın!