Dışarıda Yakınlık: Fotoğrafın Cismaniliği Üzerine
Berk Kır’ın ilk kişisel sergisi “Dışarıda Yakınlık”, Nazlı Pektaş küratörlüğünde, Merdiven Art Space’te izleyiciyle buluştu. Sanatçının Türkiye’de gerçekleşen ilk kişisel sergisi, fotoğrafın cismaniliğiyle temellenen ontolojik bir tartışma alanını gündemine alıyor. Fransız düşünür Jacques Lacan’ın bir tür “dışarıda yakınlık” anlamına gelen “extimacy” kavramından adını alan, kişisel sınırların dışında bulunan ve bir şekilde içsel dünyamıza ait olan şeyleri vurgulayan sergiyi sanatçı ve küratörden dinledik. Sergiyi ziyaret etmek için son tarih 31 Ocak.
Berk Kır ile “Dışarıda Yakınlık” Üzerine
Berk ilk kişisel sergin için senin kadar biz de heyecanlıyız. 🙂 Bu serginde izleyiciyi bir nevi ontolojik bir tartışma ortamına davet ediyorsun. Fotoğrafın cismaniliği üzerine kafa yorman ne zaman başladı, hikâyenin temelini senden dinleyebilir miyiz?
Teşekkürler! Sokakta kendiliğiyle bulunan atılmış, bırakılmış, unutulmuş vb. durumlarla konumlanan nesnelerin mekânsal bağlamla değişen potansiyellerini fotoğraf aracılığıyla düşünüyordum. “Başımın Üstünde Yerin Var” serisi bu düşünceyle, ev mekânındaki nesnelerin cinsiyetlendirilmesi hakkında linguistik bir ilişki kurmakla başladı. Fotoğrafın cismaniliğine nesne yönelimli retoriğin içerisinden yaklaşıyorum. Yüzeyler, gerilimler, insan-olmayan ve duyarlı-olmayan varlıkların ilişki biçimleri… Örneğin, sergi için üzerinde çalıştığım işler sac trapez malzeme yüzeyini kaplayan imajlar. Yeni dönem kent mobilyası olarak okuyabileceğimiz bu görünür ama görünmez malzeme, fotoğrafı yüzeyinde mi tutmaktadır yoksa fotoğraf bahsi malzemeyi kendi varlığından ileriye taşıyan bir anlamla örtmekte midir? Salt bir imaj mı gündemdedir ya da bu bir nesne midir? Malzeme ile fotoğrafın ilişkisini önemsiyorum. Hikâyenin başlangıcı burada bir yerlerde gerçekleşiyor diyebilirim…
Jacques Lacan’ın “Extimacy” kavramı serginin önemli yapıtaşlarından biri. Bu kavram senin üretimlerinde nasıl vücut buluyor?
Extimacy kavramına yaklaşımım Molly Anne Rothenberg ile biçimlendi diyebilirim. Rothenberg, “dışarıda yakınlık” olarak söylediği extimacy için geriye dönük bir nedensellik kuramı formüle ediyor. Sergi kapsamında gördüğümüz nesneler benimle karşılaştıktan sonra var oldukları anlamlarına dair geriye dönük bir düzenlemeyi içeriyorlar.
Kişisel sınırlar ile dış etmenler, iç ve dış dünyamız düşünme biçimimizle birlikte evrimleşen belki de daha çok iç içe geçen alanlar oldu. Birbirinden etkilenmemesi mümkün olmayan bu iç ve dış alanlar hakkında ne düşünüyorsun? Sende bu sınırlar belirgin mi?
Bu soruya kuir düşüncenin özüyle bakmak açıcı olabilir; içinde bulanık olanı daha da bulanıklaştırmakla beraber ürettiği bir bakış görülür. Benim için de belirgin tek şeyin bulanıklık olduğunu söyleyebilirim.
“Başımın Üstünde Yerin Var” serin bu serginin temelini oluşturuyor. Bu serinin kavramsal çerçevesi neydi?
Evet, 2019 yılından bu yana üzerinde düşündüğüm bir seri olmayı sürdürüyor “Başımın Üstünde Yerin Var” serisi. Ancak, artık seri ile birlikte de düşünmeye başladım. Sokakta karşılaştığım nesneleri toplamaya başladığımda sokaktaki anlamları ile özel alan olarak tanımladığımız ev mekânı arasında anlam farkları olduğunu gözlemledim. Bu fark aynı zamanda atanmış cinsiyetlerin nesneleri kullanımıyla beraber nesneye de görünmez bir cinsiyet atfediyordu. Buradaki dinamikler beni linguistik bir düşünceye götürdü. Orada deyimler, nesneler ve cinsiyet bağlamında düşünmekle serinin kavramsal çerçevesi ortaya çıktı.
Sergide karşımıza çıkan çalışmalarının bazıları tanıdık geliyor. Ancak daha önce rastladığımız hâllerinden bambaşka/ dönüşmüş formlardalar. Nasıl bir dönüşüme uğradılar bahsedebilir misin?
Söylediğin gibi daha önce bu seriye ait işler çeşitli karma sergilerde oldukça büyük boyutlarla ve yine dışarı malzemesi olarak okuduğum brandalar üzerinde görüldü. Tüm seri ilk kez yeni formlarıyla beraber kişisel sergimde bir aradalar. Strüktür, şehir içinde görünmekle görünmemek arasında sıkışan trapez saclar üzerinden şekillendi. Trapez sac bir tür şehir nesnesi benim için, bakışa, korunaklılığa ve günümüz tüketimine dair. Seri buluntu nesneler üzerinden ilerlerken fotoğrafın kendi nesnesine dönüşme ihtimalleri hakkında düşünüyordum. İmajlar, trapez yüzeylerini en ufak boşluk bırakmaksızın kaplarken nesnenin kendiliğini tartışmak için bir alan yaratabildiğimi fark ettim. Nesne yönelimli ontolojiyi gündeme alarak bir ilişki ağı kuruyorum.
Seçkinin disiplinlerarası bir konumlandırması olduğunu da söyleyebiliriz. Birkaç ipucu alabilir miyiz?
Nesne yönelimli ontoloji içerisinden fotoğrafı ele alırken bünyesinde olan ama ilk görüşte algılanamayan ihtimaller ekseninde sesler ortaya çıktı. Yüzeydeki değerlerin ve renklerin yaydığı ısıyı frekansa dönüştürerek duyulabilirlikten bahsediyorum. İmajın retinal yapısını kulakla ilişkilendirmeye dair diyeyim.
Nazlı Pektaş ile küratöryel anlamda ilk defa birlikte çalışıyorsunuz sanırım, nasıl bir deneyimdi?
Evet. Tanışıklığımız fotoğraf editörü olduğum Art Unlimited dergisinde Pektaş’ın yürüttüğü “Sınırsız Ziyaretler” dosyasına dayanıyor. Kendisiyle beraber çeşitli sanatçı atölyelerinde bulunduk. Onun yazılı bir veri olarak yaklaştığı mekâna ben daima görsel motivasyonla yaklaştım. Buradaki tanışıklık ve iş yapmaya dair dinamikler sergiye taşınmış oldu. Ortaya koyduğum düşüncenin fiziki temsilleri yani nesneler, çalışma alanı beden deneyiminden beslenen bir bakış içerisinden görülsün istedim.
Kişisel serginden sonra neler yapmayı planlıyorsun?
Yıl içerisinde göstermek istediğim çeşitli işlerim var, bunun için alternatif mekânlar düşünüyorum. Yapma pratiğimi farklı ülkelerde devam ettirmek ve çeşitli ülkelerde sanatçı programlarına katılabilmek niyetindeyim. Bir yandan sanatçı kitabı ortaya koyabilmeyi arzu ediyorum.
Nazlı Pektaş ile “Dışarıda Yakınlık” Üzerine
Sergi metninizde seçkide mahrem/kamusal ayrımının muğlaklaşarak arada bir durum oluşturduğundan bahsediyorsunuz. Bu bir aradalık serginin küratöryel çerçevesinde nasıl yansımalar oluşturuyor?
Bu düşüncelerim Berk’in sokaktan bulduğu bir zamanlar birilerine ait olan nesnelerle başka birilerini giydirmesi ve bunun sonucunda ortaya çıkan görüntüleri ise kent nesnelerine giydirmesi ile ilgili. İçin dışa, dışın içe aktarımı gibi düşünebilirsin. Nesneye yönelmiş ontolojik bir kimlik. Dışsal olan içeriyi ele geçirir ve kimliği kurar. Berk’in temas ettiği eşyalar da bir ele geçirmeye temas ediyor. Örneğin, ütü ve çaydanlıkla eve yaklaşırken trapez sacla kente yakınlaşıyor. Dışarısı ile içerisi burada konuşmaya başlıyor. İçerisi mi dışarıyı işgal etmiş? Dışarısı mı içeriye sızmış? Bu muğlak bir sohbete dönüşebilir. İlk bakışta tekinsiz kent ile güvenli ev! Sahi göründüğü gibi midir? Mahrem/kamusal ayrımı muğlaklaşarak, arada bir durum oluşturuyor. Ses imgeye, imge sese dönüşüyor. Tam da burada tamamen Berk’in kurgusu ile sergi mekânı hem bir nesne hem bir beden. İlk önce mahrem ile kamusalın muğlaklaştığı ilk yer. Sonra ona nesne- fotoğraflar ekleniyor. İçeride ama dışarıyı gösteren şeyler bunlar. Sonra görmediğimiz sesler. Bu sergi dışarıdan sesli (çünkü şşşt sesi ile laf atıyor) içeride ise sessiz. Tüm bunlar eşliğinde içerideki trapez saclara sıvanmış fotoğrafların galerideki yerleşimi gibi; yerde uzanmış, duvara yaslanmış, sırtını sokağa dönmüş, göz hizasından kopmuş oluşları mahrem/kamusal ayrımını arada bırakıyor. Hem davetkar hem gizemli hem de saklanmaya değer…
Siz Berk’in bu sergi çerçevesindeki disiplinler arası yaklaşımını, görmek, işitmek ve dokunmak üzerine denemelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Berk’in disiplinler arası yaklaşımı sergi metninde de yazdığım gibi Merleau Ponnty’nin beden algısı meselesine bakışı ile bütünleşiyor bana göre. Özetle Ponty’nin beden algısı, özne-nesne ayrımının karmaşıklığına vurgu yapar. Ona göre, bedenimiz dünyayı deneyimlerken, bu deneyim öznel ve nesnel arasında keskin bir ayrım olmaksızın gerçekleşir. Tam da bakış nesneyi giyiniyor, beden de bu süreçte algının adresi oluveriyor.
Sanatçının “Başımın Üstünde Yerin Var” serisinden ilhamla oluşturduğu yeni seçkisinin dikkat çeken önemli yanlarından biri nesne ve insan arasındaki kimliği kuran/kurgulayan bağı cinsiyetler düzleminde göstermesi belki de. Siz bu yaklaşımı nasıl değerlendirirsiniz?
Bu tam da bir küratör olarak bu sergiye dahil olmam da beni vuran konu. İkili bir anlatı var burada. Ancak toplum içinde kimliği ile işaretlenenlerin yaşayabileceği türden birinci anlatı ve “başımın üstünde yerin var” sözünün hissettirdiği değerlilik üzerinde nesnelere yüklenen değer eşliğinde bakışı, seçimi tercihi, sözü sorgulatan ikinci ve daha sert bir anlatı….
Nesne ve insan arasındaki kimliği kuran veya kurgulayan bağlar, cinsiyetler düzleminde karmaşık bir şekilde örülür. Bu bağlar, toplumsal normlar, beklentiler ve bireylerin kendi kimlikleriyle kurdukları ilişkilerle derinleşir. Diğer bir açıdan bakıldığında, bu bağlar sadece maddi varlıkların değil, aynı zamanda insanların kendilerinin de (zorlama/saklama/inkar) ile şekillendikleri bir alanı temsil eder. Bu sebeple Berk’in kurduğu bu bağ eşya ve insan arasında dokuduğu kumaş benim için oldukça derin bir okuma vaat etti.
İlk defa birlikte çalışıyorsunuz sanırım, sizin için nasıl bir deneyimdi?
Pek çok mekân paylaştık. Ben yazdım o fotoğrafladı. Nesneler ve sanatçılar var, birlikte yaptığımız yazı dizisinde. Birlikte bir dil kuruluyor zaman içinde. Şimdi bu sergide sessiz de anlaşabildik bu sayede…
Kapak Fotoğrafı: “Dışarıda Yakınlık” Sergisinden
İlginizi çekebilir: Burcu Dimili’den Melike Kuş ile: Distopyada Göz Göze Sergisi Üzerine
İlk yorumu siz yazın!