İlk yorumu siz yazın!
Yazmak ve Kalem Fetişi: Aşkın Bir Eyleme Dair Notlar
Yazı yazmak özünde fiziki değil aşkın ve ulvi bir eylemdir. Bir entelektüel ürün olan yazı, bir fiziksel eylem olan yazmak sonucu ortaya çıkar. Yazı yazmak sofistike bir yazı yaratma sürecinin fiziki boyutudur ve bu fiziki boyutun gerçekleşmesi içinse iki şeye ihtiyaç vardır: kalem ve kâğıda. Ben kalem ve kağıtla düşünürüm. O yüzden de hiçbir yazım laptop ekranı karşısında tasarlanmamıştır. Hepsi farklı, konularına ait defterlerin sayfalarında notlar halinde tasarlanmış, zihinde tamamlandıktan sonra nihai olarak bilgisayarda yazılmaya başlanmıştır. Şöyle bir örnekle konuyu anlatayım: bir inanan için gerçek ibadet gerçek bir tespihle yapılandır. Nasıl telefona, tablete veya bilgisayara indirilen bir tespih çekme programı (zikirmatik) gerçek bir tespihin yerini tutmazsa, yazıya ekran karşısında başlamak da benim için gerçek bir yazı yazma eylemi içinde olmadığım anlamına gelir.
‘’Kalem zihnin dilidir.’’ Miguel de Cervantes
Birkaç yıl önce, yarı zamanlı olarak ders verdiğim bir vakıf üniversitesinde derse girmeden hemen önce dolma kalemime mürekkep doldurmuştum ve kazayla birkaç parmağıma mürekkep bulaşmıştı. Temizlemeye de vaktim olmadığından o halde derse girdim. Öğrencilerden biri “Hocam elinize ne oldu?” diye sordu. “Kalemime mürekkep çekerken bulaştı.’ cevabını verdim. Öğrencilerden bazıları güldü, “Dolma kalem mi kaldı hocam?” dediler. “Arkadaşlar” dedim “Kuş tüyü değil, dolma kalem!”. Bu olay sonrasında şöyle düşünmüştüm: Yeni-genç kuşaklar için yazı yazmak basit şekilde not tutmak veya hızlıca gerekli birkaç şeyi karalamak anlamına geliyor. Sonraki derslerde dikkat ettim, not tutan öğrenciler kullan-at roller veya basit plastik tükenmez kalem kullanıyordu. Hatta bazıları doğrudan laptop ile gelmiş, notlarını oraya alıyorlardı ve sayıları hiç de az değildi.
Kırtasiye ürünlerinin, özellikle de kalemlerin zamanla birer hobi nesnesine dönüşeceği, hatta divit gibi sadece bir avuç meraklısının peşinden koşup arayacağı özel ürünlere dönüşeceği bir gelecek hala görece uzak gibi gözükse de hayal değil. Hatta tablet ve ekranlarda kullanılmak üzere kalemlerin çıkmasıyla da bu sürecin inceden başladığını da söyleyebiliriz. Buna karşı “Yazmanın, el yazısının hala bir anlamı var ki tabletlerde ve telefonlarda el yazısı kullanarak not almayı sağlayan kalem ve yazılım sistemleri tasarlanıyor.” denebilir. Bir yere kadar doğrudur bu sözler. Elbette yazının, el yazısının hala bir anlamının olduğu görmek sevindirici olsa da yazının kaybolma, eskilerin tabiri ile, sath-ı mailine girdiğimizi kabul etmemiz lazım.
Efsanevi bir marka olan, dolma kalem meraklılarının hayal ürünlerinden biri sayılan kült İtalyan markası Omas’ın 2000’lerdeki macerası bu duruma iyi bir örnektir. Kurulduğu 1925 yılından itibaren üretim kalitesi ve tasarımı ile dünyanın en önemli bir iki kalem markası arasında yer alan Bolognalı Omas, 2000 yılında pek çok lüks markayı bünyesinde toplayan Fransız LVMH tarafından satın alınır. 2007 yılında el değiştirir ve bir Çinli yatırım grubu markanın %90 hissesini satın alır; ancak 2008 ekonomik krizi yüzünden gerekli olan yatırımı yapamaz ve 2016’da marka tarihe karışır.
Bütün bu “ahval” içinde yine de kalemlere hala kayda değer bir talep olduğunu görmek beni bir nebze de olsa teselli ediyor. Montblanc, Pelikan, Twsibi, Pilot, Sailor, Otto Hutt, Lamy, Visconti, Aurora, Montegrappa, Parker, Conklin, Edison ve Kaweco gibi bilinen önemli üreticiler her sene yeni modeller çıkarıyor. Kalem sektörüne gönül verenler cesurca kendi markalarını başlatıyorlar. Örneğin Omas çalışanları marka sona erdikten sonra markaya ve markanın doğduğu şehir Bologna’ya saygılarını sunarak Scribo (Scrittura Bolognese) markasını yarattılar. Tarihe karışan bir diğer İtalyan markası olan Delta’nın çalışanları ise Leonardo’yu kurdular. Leonardo Momento Zero son dönemin en güzel kalemleri arasında yer alıyor. Tüm bunlara ek olarak; Indigo veya Kickstarter aracılığıyla yeni butik tasarımcılar da ortaya çıkıyor. Örneğin Kickstarter ile başladığı serüvenine başarıyla devam eden ve her çıkardıkları modeli koleksiyonuma dahil ettiğim İngiliz Namisu, sektöre yeni bir heyecan getiriyor.
Genel olarak kırtasiye ürünleri, ama özel olarak defterler ve kalemlerle olan ilişkimi fetişizm olarak tanımlarsam yanlış bir şey yapmış olur muyum? Takıntı, tutku, hobi, koleksiyon, bağımlılık, biriktirme, aficionado… Hepsi aslında benim kalemlerle olan ilişkimin bir boyutunu tanımlayan kavramlar ve fetişizm hem psikolojik hem de ontolojik anlamı itibariyle bu kavramları da içeren geniş bir olgu. Genel olarak cinsellik bağlamında kullanılıp toplumun büyük çoğunluğu için cinselliği ve seks yaşamını ilgilendiren bir olgu olarak kabul görse de fetişizm teknik ve sözlük anlamı olarak “Bir aktivite veya bir nesneye irrasyonel ve aşırı bir düzeyde bağlanma-düşkünlük.” olarak tanımlanmaktadır. Buna ek olarak antropolojik ve teolojik bağlamda voodoo gibi doğa üstü ve batıl güçleri olan şeylere inanmak da fetişizm olarak kabul edilir. Marksist literatürde yer alan ve Karl Marks’ın “Ekonomi politik” eleştirisinin önemli kavramlarından biri olan “Meta fetişizmi” de kavramın sosyo-ekonomik ve politik bağlam düzeyinde de anlamlı olabileceğini gösterir. Dolayısıyla elimizde içerik olarak geniş bir anlamı olan bir kavram var ve bu kapsamda kalemler ile kurulan ilişkiyi de pekâlâ fetişizm bağlamında tanımlayabiliriz.
Aficionado kavramı ki Türkçe’ye meraklı olarak çevirebiliriz, bir nebze kullanılabilir ama tutkunun boyutunu tarifte yetersiz kalır. Örneğin ben bir “Puro aficionado”suyum, haftada bir puro içerim, iyi puroyu severim, her gittiğim ülkede puro dükkanlarına giderim, özellikle sık sık alışveriş yaptığım Viyana Kohlmarkt’taki Mohilla’daki satıcıları birebir tanırım. Öte yandan puroya tutkun değilim, bağımlı değilim. Aylarca içmezsem canım çeker ama bu durum bir rahatsızlık yaratmaz bende. Buna karşın kalemsiz evden çıkabileceğimi tahayyül bile edemiyorum. Ofisimde tedbir olarak bir sürü kalem tutsam da çantamda kalem olmadan evden çıkmam. Neredeyse bakkala bile kalemle giderim.
Kalem ile bu düzeyde kurulan ilişkiyi “Bağımlılık” olarak tanımlayanlar da mevcut. Kalem, kalem aksesuarları, mürekkep ve defter üzerine en çok bilinen bloglardan ve ona bağlı Youtube Kanalı’nın adının da “The pen addict” olması bunu doğrular nitelikte. Her fetiş kendi bağımlılığını beraberinde getirir. Dolayısıyla “Bağımlılık” kavramını kullanmakta da bir yanlışlık yok. Ayrıca The Pen Addict ağ sayfasında da dendiği gibi; “Daha kötü bağımlılıklar var değil mi?”.
Kalemi elinde tutmak, kalemlere bakmak, onları denemek, yeni alınan bir kalemin paketini açıp ilk kez yazmak, hatta dolma kaleme mürekkep doldurmak haz dolu eylemler. Bana hayatta çok az şey bu anların verdiği ruhsal hazzı ve tatmini verebilir. Öte yandan bu ifade, kalemi postmodern bir tüketim hazcılığının araçlarından biri haline dönüştürme; onu basit bir geçici bir meta boyutuna indirgeme tehlikesi taşır. Dolayısıyla kalemin bunun çok ötesinde metafizik, tabiri yerindeyse ulvi bir niteliği olduğunu vurgulamamız gereklidir. Bu niteliği anlamak içinse bakmamız gereken şey yazıdır, yazma eylemidir.
Yazı yazmak özünde fiziki değil aşkın ve ulvi bir eylemdir. Bir entelektüel ürün olan yazı, bir fiziksel eylem olan yazmak sonucu ortaya çıkar. Yazı yazmak sofistike bir yazı yaratma sürecinin fiziki boyutudur ve bu fiziki boyutun gerçekleşmesi içinse iki şeye ihtiyaç vardır: kalem ve kâğıda. Ben kalemle ve kağıtla düşünürüm. O yüzden de hiçbir yazım laptop ekranı karşısında tasarlanmamıştır. Hepsi farklı, konularına ait defterlerin sayfalarında notlar halinde tasarlanmış, zihinde tamamlandıktan sonra nihai olarak bilgisayarda yazılmaya başlanmıştır. Şöyle bir örnekle konuyu anlatayım: bir inanan için gerçek ibadet gerçek bir tespihle yapılandır. Nasıl telefona, tablete veya bilgisayara indirilen bir tespih çekme programı (zikirmatik) gerçek bir tespihin yerini tutmazsa yazıya ekran karşısında başlamak da benim için gerçek bir yazı yazma eylemi içinde olmadığım anlamına gelir.
Her dışarı çıktığımda yanımda mutlaka kalemlerim ve defterim olur. Her seyahate bir sürü kalem ve defter ile giderim. Bunların çoğu pratik olmaları açısından küçük, cep kalemi ve defteri denilen türden şeylerdir. Sonrasında da her günün sonunda notlarımı temize çekmek ve düzenlemek için normal boyutta bir defter ve kalem kullanırım.
Her akşam bir sonraki gün kullanacağım kalemleri belirlerim. İşimin ne kadar yazma gerektireceğine, toplantılarımın sayısına ve niteliğine, ne giyeceğime göre genelde iki dolma kalem ve bir-iki tükenmez kalem ile çıkarım. Masamda imzalar için birkaç tane lacivert roller bulunur. Bir de süs olsun diye masamdaki kalemliklerde bulunan renkli kurşun kalem desteleri de ayrı tabi. Onları çok az kullanıyorum. Kurşun kalem kullanacaksam da Graf von Faber özel ağaçtan kurşun kalemleri tercih ederim. Yeşil renklileri gerçekten kurşun kalem deneyimini çok başka bir boyuta taşıyor.
Bir kalem fetişisti, bağımlısı veya meraklısı, ne derseniz deyin, olsam da bir kalem snobu sayılmam. Evet koleksiyonumum temel parçalarını bazıları limitli üretim Montblanc, Graf Von Faber, Visconti, Lamy, Parker, Pelikan, Cross, Pilot ve Waterman gibi önemli markaların kalemleri oluşturuyor ama koleksiyonumda ziyaret ettiğim müzelerden aldığım 1-2 Euro’luk kalemler de bulunuyor. Üstelik bu kalemleri kullanıyorum da. Örneğin Klimt veya Schiele veya Viyana hakkında bir okuma yapıyorsam ve not alıyorsam Belvedere veya Leopold Müzelerinden aldığım defter ve kalemleri kullanırım.
Bir kalem fetişinin en dayanılmaz nesnesi elbette dolma kalemdir. Bunun tartışılması bile söz konusu olamaz. Evet pek çok kişi için pratik değildirler; iyisini almaya kalkarsanız pahalıdırlar, malzemesine göre fiyatları dudak uçuklatabilir ama dolma kalem ile yazmayı becermek, kartuş değil de şişe mürekkep kullanmak kalem konusunda belli seviyelerin aşıldığının göstergesidir. Diyelim ki bir dolma kalem ile yazıyorsunuz. Mürekkep yerine kartuş kullandığınızda da evet dolma kalem ile yazmış olursunuz ama o yazı deneyimi, şişedeki mürekkebin sunduğu gibi mükemmel olmayacaktır. Tabi kartuşların da erdemleri-faydaları yok değildir. Öncelikle kartuşların pratik yanı vardır, seyahatlerde ve bazı toplantılarda hızlıca değişime izin verir. Uçaklarda akma tehlikesi yoktur. Cep dolma kalemlerine daha uygundur, rahatlık sağlar. Bu özelliklerinden dolayıdır ki Montblanc, Graf Von Faber ve Pelikan bazı özel renkli mürekkeplerinin kartuş versiyonlarını da üretirler. Montblanc örneğin kartuş ile kalmaz özel üretim Beatles veya Le Petit Prince mürekkeplerinin roller veya tükenmez kalemler için yedek versiyonlarını da yapar. Bu arada eklemeden geçmeyeyim; her bütçeye ve zevke uygun iyi, şık ve kullanışlı dolma kalemler mevcuttur. Hatta bunların sayısı düşünülenin çok üzerindedir.
Ben roller ve tükenmez kalemleri de yadsımam. Hatta hızlı not tutulması gereken durumlarda tükenmez kalemin daha kullanışlı olduğunu düşünürüm. O yüzden de her gün evden çıkarken yanımda mutlaka bir veya iki tane tükenmez kalem olur. Tükenmez kalemlerin ayrıca benim için ayrı bir önemi ve değeri vardır. Keza benim kalem merakım rahmetli dedemin Parker marka ince, üst tarafı lacivert, altı gümüş renkli tükenmez kalemini kullanarak başladı. Dedem onunla bilmece çözer, çeşitli konular ile ilgili notlarını alırdı. Pelikan marka 18K altın uçlu dolma kalemini ise çok az kullanırdı. O dolma kalem şu an benim koleksiyonumda. Neredeyse hiç kullanmadım. Yine de bana kalemle yazmayı, okumayı, kitapları sevdiren kişi olan dedemin hatırasına ne zaman dolma kalemlerimi sakladığım gümüş kaplı kutuyu açsam ki o kutu da annemin hediyesidir, o kaleme dokunurum. Ara ara da elime alır, uzun uzun elimde tutar, ucunu, ucu ile aynı materyalden yapılmış klipsini ve kalemin tepesinde yer alan pelikan işlemesini sanki kalemi ilk defa görüyormuşçasına incelerim.
Benim için özel anlamı olan tek kalem dedemin Pelikan’ı değil. Bu kadar tutkunu olduğum kalemlerimin bazıları kişisel tarihimde kaçınılmaz olarak belirgin şekilde diğerlerinden ayrılır. Ortaokul ve lisede ödevlerimi yaptığım siyah, altın uçlu Rotring… Artık üretimi yapılmıyor. Rotring dolma kalem yapıyor mu ondan da emin değilim. O kalem de hala koleksiyonumda yer alır. Tüm seyahatlerimde yanımdan ayırmadığım özel deri kabıyla küçük dev adamım Kaweco Lilliput Alüminyum, evlilik defterine imza attığım Montblanc Hemingway, en sevdiğim ressamlardan Van Gogh’un en sevdiğim tablosu olan ve aynı zamanda düğün davetiyemizde yer alan Yıldızlı Gece‘ye adanmış Visconti Collezzione Van Gogh “Starry Night”, annemin hediyesi Parker 51, kendisi de bir kalem tutkunu olan Oğuz’un Amerika St. Louise’den gönderdiği düğün hediyesi Pilot Vanishing Point… Koleksiyonumdaki her kalem gidebilir ama bunlar benimle kalacak, 4 yaşında olmasına rağmen şimdiden onun tabiriyle “Dolma” ile yazmaya başlayan Kerem de bunları koleksiyonuna ekleyecek.
Dolma kalem ile birlikte tabi ki mürekkepler de birer arzu nesnesi olarak hayatıma girdi ve mürekkep şişesi koleksiyonum da haliyle kendiliğinden oluştu. Koleksiyonumda aşağı yukarı tüm önemli markaların mürekkepleri bulunuyor. Mürekkep renkleri söz konusu olduğunda “Grinin 50 tonu” gibi her rengin farklı tonları da mürekkeplere adlarını verirler. Bir kalem koleksiyoncusu için yeşil mürekkep yoktur; İrlanda yeşili, yosun yeşili, zeytin yeşili, ejderha yeşili, sonsuz kutup yeşili, avcı yeşili, vardır. Dünyanın en önemli mürekkep markalarından Noodlers yeşil mürekkebe diğer renklere olduğu gibi başka bir boyut getirir. Rus serisinde “Pushkin”, “Akhmatova” yeşillerini çıkarır. General Pershing yeşili, G.I Yeşili, Timsah Yeşili, Sekoya Ağacı Yeşili, Deniz Yeşili, Kaktüs Yeşili gibi farklı tonlarla “Yeşil koleksiyonu” devam eder. Benim en çok sevdiğim mürekkepler arasında yer alan Montlanc’ın Küçük Prens Çöl Kumu ile Saint-Exupery Ecre du Desert modelleri Küçük Prens ve çöl temalı iki mürekkeptir ama bambaşkadır renkleri…
Kalemler işlevleri olan birer araçtırlar özlerinde. Tıpkı diğer bir koleksiyonunu yaptığım nesne olan saatler gibi. Öte yandan her ikisi de kendi içlerinde işlevlerinin ötesine geçmiş birer günlük sanat yapıtları haline gelmişlerdir. Ben koleksiyonların sırf biriktirmek, toplamak, hatta bir tür finansal yatırım olarak yapılmasına karşıyım. Bir nesnenin sevildiği için alınmasının ve biriktirilmesinin değerine inanırım. O yüzden 18 Euro’ya aldığım Lamy Safari Petrol Yeşili özel modeli ile bugünkü fiyatı ile almayı düşünmeyeceğim Montblanc Yazarlar Serisi’nden bir dolma kalem benim gözümde eşittir.
Bu dünyada elbette yalnız değilim. Pek çok ülkede hayatını kalemlere, yazım araçlarına adamış çok bilgili önemli sayıda koleksiyoncu ve uzman bulunuyor. Kaleme adanmış takip ettiğim bir sürü Instagram hesabı var. “Penfluencer” olarak adlandırılan ve YouTube üzerinde kalem değerlendirmesi yapan bu uzmanların ve meraklıların görüşleri yol gösterici oluyor.
Kalem dünyasında söz sahibi olan Penfluencer’lar arasında sıkı birer takipçisi olduğum farklı yaklaşımlarıyla insanın kaleme bakış açısını zenginleştiren Hollandalı Stephen Brown, net ve yol gösterici yorumlarıyla Amerikalı David Parker, “Scrively” başlıklı blogunda muhteşem yazıları ve aynı adı taşıyan YouTube kanalıyla Alman Michael Waltinger, son dönemde keşfettiğim mütevazi kalemleri ön plana çıkaran Avustralyalı Mick L. ve The Pen & Inkwell başlıklı YouTube Kanalıyla İngiliz Ruth Hanson ilk aklıma gelenler. Bu listeye elbette 2018’de kalem yorumları yaptığı kanalını kapatarak kalemseverleri üzen ilk büyük Penfluencer’lardan Matt Amstrong ve online yazı enstrümanları satışı yapan şirketi sektörde ilk sıralarda yer alan ve yaptığı işe tutkusunu yansıtan Brian Goulet de eklenmeli.
İdollerimi sorarsanız aklıma hemen 3 isim gelir: Luigi Poli ile birlikte Floransa’da Visconti markasını yaratan kalem dünyasının muhtemelen en büyük tasarımcısı İtalyan Dante del Vecchio; yine bir İtalyan, yıllarca Omas için çalıştıktan sonra markanın sona ermesinin ardından orada edindiği tecrübeyi girişimcilik cesareti ve tutkusu ile birleştirip Omas’ın memleketi Bologna’da şehre ve markaya saygısını sunarak Scribo (Scrittura Bolognese) markasını yaratan Luca Baglione ve koleksiyoncuların şahı ünlü Filipinli yazar ve akademisyen Jose “Butch” Dalisey Jr... Dalisey dünyanın en önemli yazarlarından biri olmasının yanı sıra en önemli koleksiyonerlerinden de biri. YouTube’daki videosunu ara ara seyreder ve kendisinden ilham alırım.
Onun da dediği gibi günümüzde kalem ile ilgili romantik bir yaklaşım var. E-posta çağında el yazısı bir tür lükse, bir hobiye; el yazısı da kişisel bir deneyime dönüşmüş durumda. Dalisey, el yazısının dijital dönem iletişiminde kaybolmuş bir kişisel samimiyete ve (benim eklememle vukufa) geri dönüşü simgelediğini ifade eder. Ne zaman dolma kalem ile yazan birini görsem (gerçekten bir meraklıyı hemen tanırım) onun bir ehl-i vukuf olduğunu düşünürüm.
Yazıyı Luca Boglione’nin şu sözleriyle bitireyim: “Her birimiz, ne çeşit kâğıt ve mürekkep olduğundan bağımsız olarak, el yazısı ile yazma lüksünü karşılayabilmeliyiz. Önemli olan şey kendi işaretimizi-imzamızı bırakmak için yazmak.“
Kapak Fotoğrafı: Bülent Tunga Yılmaz
İlginizi Çekebilir: Istanbul Flaneur’dan Koleksiyona Başlama Önerileri
Çok güzel bir yazı olmuş elinize sağlık Bülent Bey. Okurken bile öyle mutlu oldum ki. Hayran olmamak elde değil! Çantasında daima not defteri ve bir kalem kutusuyla dolaşan birisi olarak, yazdıklarınızdan sadece ilham alabilirim🙂