
İlk yorumu siz yazın!

Hep Yaşa: Bir Adamın Ölümsüzlük Arayışı
Netflix’in kataloğuna bu yılın başında dahil olmuş bir belgesel hakkında konuşacağım bugün. Bu belgesel sonsuza kadar yaşamayı kendine hayat gayesi edinmiş ve bu amaç uğruna milyonları harcamayı göze alan Bryan Johnson’u ele alıyor. Bu bölümde “Blueprint” adını verdiği yaşam sürecini ve Bryan Johnson’u yakından tanımaya çalışıyoruz. Gelin, biraz daha yakından inceleyelim.
Belgesel ne kadar yaşayacağını görmek için her türlü cesareti gösteren Bryan’in bir gününü nasıl geçirdiğini anlatarak başlıyor: Sabahları 04.30’da kalkıyor, banyosunda güneş ışığına benzeyen bir ışık açıyor, kulağının içinden vücut ısısını ölçüyor, HRV terapisi alıyor ardından kulağına bir elektrot yerleştirerek otonom sinir sistemini uyarmasını sağlıyor bu sayede vücudunu daha parasempatik ve daha sakin kılmaya çabalıyor. Her sabah uyandığında uyguladığı bu rutine bir de ilaç, spor ve besin tedavisi de ekleniyor. İzlerken epey şaşırdığım tam 54 haptan oluşan “Yeşil Dev” adlı takviyelerini alıyor sonrasında da bir saat spor yapıp birkaç kilo sebze yiyor. Yiyecek ve spor ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra saçlarını, cildini ve 5 duyusunu da ihmal etmiyor. Saçlarını güçlendirmek için 312 lazer diyodu olan bir şapka takıyor, cildinde iyileşmeyi hızlandırmak için 12 dakika kırmızı ışık terapisi uyguluyor, duyma yetisi içinse ses terapisini ihmal etmiyor.
Bu süreçlerdeki tedavilerinde ona öncü olan ve süreci yakından takip eden doktoru ile yaptığı ölçümlerde diğer insanlara kıyasla 12 ayda yalnızca 8 ay kadar yaşlandığı ve yaşlanma hızının de 0,69 olduğu gözlemleniyor. Yaşlanma hızına düşüren en önemli faktörlerden birini de uyuduğu kaliteli uykuya bağlıyor Bryan Johnson. Her akşam aynı saatlerde yatağa gitmenin önemini vurgularken kendi uyku saatlerini de bizlerle paylaşıyor: Her akşam 20.30’da yatıyor ve tam 8 saat 34 dakika uyuyor.
Onunla iletişim halinde olan ve bu sürece şahitlik eden pek çok kişiyi de etkisine alıyor yaşam biçimi. Sosyal medya ve iletişim ağlarını takip eden Kate, Bryan ile olan dostluğundan ve onunla tanışmadan önce fast-food tüketirken zamanla dengeli ve sağlıklı beslenme konusunda adımlar attığından da bahsediyor bizlere.
Daha sonra Bryan’in evine bir konuk daha ekleniyor: Oğlu Talmage. Talmage, üniversiteye başlamadan önceki döneminde babasıyla kalmaya karar veriyor ve o da bu yaşam deneyinin bir parçası oluyor. Baba oğul kendilerini güç ve özgürlük olarak nitelendirdikleri Blueprint projesine adıyorlar. Beraber spor yapıyor, sağlıklı besleniyor ve pek çok yeni tedavi yöntemi deniyorlar. Tedavilere Bryan, oğlu Talmage’in kan plazmasını kendi vücuduna entegre ederek başlıyor. Bu tedavi yöntemi sosyal medyada oldukça rövanşa geçiyor, destekleyenler ve meraklananların yanında ona “vampir, kan deposu” gibi sıfatlar takanlar da eksik kalmıyor. Ancak o bunu bir tedaviden ziyade birden fazla kuşağın içinde bulunduğu bir şifa bulma ve bağ kurma deneyimi olarak görüyor. Oğlundan aldığı kan plazmalarından sonra kendisi bu deneyimi kendi babasıyla denemek için oturuyor bu sefer hastane koltuklarına. Babası bu durumdan dolukça müteşekkir olarak bu tedaviyi “kendi biyolojini paylaşacak kadar değer vermek” şekline yorumluyor.
Ölümsüzlük arayışı hız kesmeden devam ediyor: Bu sefer de Bryan Johnson’ın yeni hedefi gen tedavisi. İnsanların yaş çizelgesine bakıldığında maksimum 120 yaşına kadar yaşadıkları gözlemleniyor. Gen tedavisi ise bu süreyi aşmayı hedefliyor. Ancak bu tedavinin uygulanma şekli diğer tedavi yöntemlerine göre sanıldığından çok daha tehlikeli çünkü yalnızca sizin değitirmek istediğiniz DNA’ya değil genomun başka kısımlarını da değiştirebiliyor. Honduras’ta bulunan Prospera adı verilen ekonomik bölgede uygulanan gen tedavisinin bilinen gen tedavilerine göre belirgin bir farkı var: Bu tedavi geni değiştirmiyor, gene paralel bir DNA parçası ekleyerek küçük bir follistatin fabrikası yaratıyor. Ayrıca bu gen tedavisinin bir diğer avantajı ise diğerlerine kıyasla kalıcı olmuyor, kapatma anahtarı konseptiyle gelişmiş. Eğer kullanıcı kapatmak isterse kullanabileceği birkaç yöntem var. Bütün bu ayrıcalıklardan dolayı da Bryan, bu tedaviyi alarak yeni bir maceraya atılıyor.
Tedavi süreçlerinden, yaşama şekline, rutinlerine kadar kamera altına alan Bryan Johnson, bugün dahil uzun zamandır dünya çapında “Don’t Die” adlı etkinliklerle insanlarla buluşuyor ve onları da yürüdüğü bu yolun birer yolcusu olmaya davet ediyor. Denediği pek çok tedavinin sonucunda yaşlanma hızının 0,64’e düştüğünü de bizlerle paylaşmayı unutmuyor. Sonsuz yaşamı hedefleyen ve milyonlarca para yatırımı yapılan bu yaşamda bu kadar kontrollü ve disiplinli yaşamaya çalışmak ne kadar doğrudur? Bu şekilde sonsuz bir mutluluk da elde edilebilir mi? Sizler bu konuda neler düşünüyorsunuz, oldukça meraklıyım. Yorumlarda buluşalım…
Kapak Fotoğrafı: Netflix
İlginizi çekebilir: Sine Magger’dan Netflix’te Bu Ay
Kaleminize sağlık! Yazıyı keyifle okudum. Longevity ve biyolojik yaş kavramları bir süredir benim de ilgi alanımda; bilimsel gelişmelerin bu alanda geldiği nokta gerçekten büyüleyici. Bryan Johnson’ın hikâyesi ise bir yandan ilham verici, bir yandan da sınırları biraz zorluyor gibi geliyor bana. Kendini bu kadar radikal bir düzene sokmak ve bunu bir yaşam misyonuna çevirmek hem etkileyici hem de tartışmaya açık. Yine de insanı düşündüren, hatta kişisel alışkanlıkları gözden geçirmeye iten bir portre ortaya çıkmış. Kendisini ig üzerinden takip ediyorum ama belgeseli seyretmemiştim, listeme aldım