Lüksün Başkenti: Dubai
Bir şehir düşünün, her şeyin yapay olduğu bir şehir, yerlisinin olmadığı, tarihinin olmadığını düşünün ki bir mimar olarak tarihsiz bir şehre şehir demeyiz biz. İşte böyle bir yer Dubai. Her yer Maslak, sanki bütün şehir bir iş ve alışveriş merkezinden oluşuyor.
Dubai’de gezilecek yerlerin başında Dubai Mall, Mall of Emirates, Dubai Marina Mall var. Ziyaret edilecek yerlerin başında ise oteller. Ancak otellerine laf etmeyelim tabii, müze gibiler adeta, inanılmaz bir şıklık ve lüks. Dubai eşittir lüks diyebiliriz herhalde. Bu arada kesinlikle ucuz bir şehir değil. Alışverişinden yemeklerine her şey gayet standartların üzerinde seyrediyor. Sanırım Dubai’de insanların çok alışveriş yapmasının nedeni, sürekli alışveriş merkezi gezmelerinden kaynaklanıyor.
Ben mart başında gittim Dubai’ye, dediklerine göre en doğru zamanda gitmişim. Baharıymış oranın, hava 23-25 derece arasındaydı. Toplam beş gün geçirdim. Son iki gün deniz keyfi yapabildim sadece, geceleri oldukça serin oluyordu. İstanbul’un en soğuk günlerinin hemen ardından o iki gün bile ne kadar iyi geldi tahmin edersiniz 🙂
Dubai’de ilk gün Madinat Souk Jumeirah’a gittik. Burası minik bir çarşı modern bir Kapalıçarşı diyebiliriz. Ama çok çok küçüğü ve çok moderni. Güzel tasarlanmış bir mekân yer yer küçük göletlerle bir tatil köyünde geziyormuş hissi verdi bana. Burası Madinat Jumeirah oteller bölgesine bağlı olduğu için içerideki restoranlarda alkol serbestti. Bu arada Dubai bildiğiniz gibi Birleşik Arap Emirlikleri’ne bağlı bir şehir. Ben başkenti olduğunu sanıyordum, ancak gitmeden önce öğrendim ki baş emirlik Abu Dhabi’ymiş. Dubai ise en modern, en turistik ve finans merkezi olan emirlik olduğu için bu kadar tanınıyormuş. Resmi dil Arapça tabii ki ama Arapça’dan çok İngilizce duyuluyor, sokaklarda da Arap’tan çok Avrupalı görülüyor. Bu kadar çok Avrupalı yaşamasının nedeni de şirketlerin expat maaş ve destek paketleriyle iş tekliflerinde bulunması ve tabii Birleşik Arap Emirliği de olsa Müslüman olmayan insanlardan Suudi Arabistan gibi İslamiyet kurallarına uymalarını çok da fazla (!) beklemiyor olmaları diyebiliriz.
İlk gün Madinat Souk’da dolanıp, şarap eşliğinde güzel bir yemek yedikten sonra, Palmiye şeklinde yapılan ada bölgesini gezmeye gittik. Bir Dubai klasiği olarak burası da rezidans ve oteller bölgesi. Denizi doldurarak yapılan bu adanın palmiye şeklinde olduğunu zaten üzerinde gezerken anlamak pek mümkün değil, google maps’ten bakmakla yetiniyoruz. Bu bölgede görülecek en önemli yer ise Atlantis Otel. Bu arada otelin kendine ait merkezden otele ulaşım sağlamak amaçlı bir metro hattı var. Bu adada ufak bir tur attıktan sonra, Dubai’nin simgesi ve en lüks oteli olan yani dünyanın ilk yedi yıldızlı oteli yelken şeklindeki Burj Al Arap ve daha sonra onun tamamlayıcısı olarak dalga formunda yapılan Jumeirah Beach Oteli uzaktan kestikten sonra Dubai Marina’ya akşam yemeğine gittik. Bu arada önceden rezervasyon yapıldığı takdirde Burj Al Arap’ı hem gezmek hem de altın tabaklarda yemekler yemek mümkünmüş.
İkinci gün gündoğumunu izlemek ve bu yapay şehre şöyle bir tepeden bakmak için sabah 06:00’da Burj Khalifa’daydık. Dünyanın en yüksek binası ünvanını taşıyan 829 m uzunluğundaki bu binanın 124. katında At the top adında bir gözlem noktası bulunuyor. Biz biletlerimizi önceden internetten 125 dirheme almıştık, önceden almayıp kapıdan alınırsa bir bilete 400 dirhem vermek zorunda kalınıyor. Dirhem demişken Birleşik Arap Emirlikleri’nin para birimi “dirhem”, kısaltması da AED. Yanınızda dolar götürdüğünüz takdirde oteller dışında her yerde sabit olan kur sayesinde dirheme çevirmek mümkün oluyor. Burj Khalifa’ya çıkmayı düşünenlerin unutmaması gereken iki önemli şey var. Biri biletlerini önceden internetten almak diğeri de At the top’a çıkışın Dubai Mall içinden yapıldığını bilmek. Biz bilet konusunda önceden bilgilendirilerek şanslıydık ancak sabah 05:00’de bindiğimiz taksiye Burj Khalifa’nın tepesine çıkmaya gidiyoruz dediğimizde bizi binanın kapılarından birinin önünde bırakıp gitmesi o saatte pek de tatlı olmadı! Hem karanlıkta şantiyelerin arasında Dubai Mall’ın girişini bulmaya çalıştık, hem de bilet saatimizi geçiriyoruz korkusu yaşadık. Sonunda biletimizi elimize alıp o asansöre bindiğimizde ise bütün stresimiz geçti. O kadar yükseğe çıkan bir asansörün hızını ve keyfini bir hayal edin bakın o zaman ne demek istediğimi anlayacaksınız.
Burj Khalifa’nın asansörü dünyanın en hızlı asansörlerinden biriymiş. Çıkarken kulak eşitlemesi yapmak bile gerekebiliyor. Gündoğumunu ya da günbatımını izlemek en doğru zaman oluyor burada, böylece Dubai’nin hem karanlık hem aydınlık yüzünü deneyimleme şansı doğuyor. Biz de ikinci günümüzü 124. Kattan selamladıktan sonra Dubai Mall’da güzel bir kahvaltı yapıp, dünyanın en büyük alışveriş merkezini gezmek üzere enerji topladık. İlk başta asla hevesli olmadığım bu “alışveriş merkezi gezme” işi Dubai Mall’ı keşfettikçe yok oldu. Burası da adeta bir masal diyarı olarak tasarlanmış bir yer. İstanbul’da yeni yeni başlayan shop-in-shop konseptinin kökeni burada sanırım. Bir markanın birçok dükkanını görmek mümkün burada. Bir anda sıradan bir avm koridoru gezerken kendinizi La Fayette’nin kapısında, bir anda altıncılar çarşısında, bir anda bir akvaryum gezerken bulmanız mümkün. Dubai Mall’ın sadece içi değil dışı da gezip görülmeye değer. Peyzaj tasarımını çok ilgi çekici buldum. Zaten önce tepeden kestiğimiz manzarayı daha sonra yakından da gezip görme imkanımız oldu. Biz akşamımızı hiç bu bölgede geçirmediğimiz için akşam saat 6’da başlayan meşhur Dubai Fountain’i izleyemedik ama çok meşhur ve çok gösterişli olduğu duyumlarını aldık, bilginize…
Dubai’nin tarihi yok mu demiştim? Yanılmışım! Gerçekten gitmeden önce ilk gün bir old-town turu yaparız kesin ya diye dalga geçerken size bir de Dubai’nin diğer yüzünü gösterelim demesinler mi! Geçirdiğimiz yoğun bir öğleden önceye rağmen tabii ki de bu fırsata hayır diyemedik. Aslında daha çok Hintlilerin yaşadığı bir bölge olan Dubai’nin old-town’u “İşte bu!” dedirtecek kıvamdaydı. Eski şehir evleri ve çarşısıyla kesinlikle görülmesi gereken bir yer. Bana biraz Fas’ın şehirlerini hatırlattı. Bu bölgede en çok ilgimi çekense fotoğraflarda da görebileceğiniz ahşap gemilerle Hindistan’a yük-eşya ve insan taşındığını öğrenmek oldu.
Üçüncü günümüz artık biraz daha sakin geçmeye hazırdı. Dubai’yle tanışmıştık. Sakin bir öğleden önce için kendimizi Dubai Marina’ya attık. Burada ki lüks yaşamın içinde dolaşıp, biraz keyif yaptık. Öğleden sonra ise otel gezmeye başladık. İlk gün gittiğimiz souk yani çarşı çevresindeki Madinat Jumeirah Otelleri olarak geçen otellerden üçünü de gezdik. Al Qasr Hotel, Mina A Salam, Dar Al Masyaf gezdiğimiz otellerin isimleri. Otellerin şıklığı, güzelliği tartışılacak gibi değil. Hepsi yaşanılası birer tatil köyü adeta. İçlerine girip gezmek çok rahat asla kimse size kimsiniz, niye geldiniz edalarında bakışlar atmıyor. İstediğiniz şekilde dolaşabiliyorsunuz. Biz turumuzu tamamladıktan sonra otellerden birinin plajındaki barda şarabımızı içip keyif yaptık. Ancak bir daha Dubai’ye gidersem bu otellerin güzel barlarında bir gece eğlenmeyi de çok isterim. Hatta birkaç gece konaklamayı da tabii 🙂
Dördüncü ve beşinci günlerimizin özeti: deniz-kum-güneş oldu. Jumeirah Beach denilen bölgeyi hem gezip, hem plajın tadını çıkardık. Jumeirah Walk denilen bu bölge Jumeirah Beach Rezidansların hemen önünde bulunuyor. Dubai’nin Bağdat Caddesi yani. Biz gittiğimizde Jumeirah Walk’a The Beach adında yeni yerler de eklenmişti. Daha açılalı bir ay olduğunu öğrendik. Burası da gerçekten tasarım olarak bence göz alıcıydı. Birçok restoran ve butiğin olduğu yazlık bir çarşı, hem gecesini hem gündüzünü gezme şansım oldu ve çok çok beğendiğimi söyleyebilirim. Jumeirah Beach denize girmek için en uygun alan, hem halk plajı var hem çevredeki oteller günübirlik ücret karşılığında plaj ve havuzlarına giriş imkanı sağlıyor. Biz Sheraton’ın plajını kullandık. Kaldığımız eve yakın olduğu için burayı seçtik. Gayette memnun kaldık. Bu arada bir önceki gün gezdiğimiz o lüks otellerinde plaj ve havuzlarına günlük giriş yapmak mümkün. Ama sanırım bir gece konaklamak da aynı fiyata denk geliyor olabilir bence bir araştırmak lazım(!) 🙂
Dubai’yle ilgili ne yazabilirim derken theMagger’a yazdığım en uzun yazı bu oldu sanırım! Yapay bir şehir, işte yüksek binaların, lüks lüks otel ve rezidansların olduğu hani İstanbul’da her gün görüp görünce tiksindiğimiz o inşaat kültürünün başkenti ama işte beğendim. Yalan değil. Neden mi? Sanırım sıfır beklentiyle gittiğimden, sanırım yaşayan insanların kalitesinden, şehrin temizliğinden ve aslında yapılan her şeyin bir uyum içinde olmasından…
İlk yorumu siz yazın!