Dünya Edebiyatı ifadesi neyi, ne kadar tanımlıyor, nasıl bir çerçeve çiziyor tam anlamamakla birlikte, sanıyorum bu kategorideki kitaplar daha çok okura hitap ediyor. Bazı kitapları okurken artık yazılacak bir şeylerin kalmadığını düşünürüm ancak son zamanlarda yayımlanan başarılı romanlar bu düşüncemi çürütüyor. Neyse ki!

Dünya edebiyatı listelerini inceleyin:
D&R | Idefix

kitap-önerileri-dünya-edebiyatı
Dünya Edebiyatı

Aylık kitap önerileri yazılarımda yer alan dünya edebiyatı kitapları:

Yu Hua – Kanını Satan Adam

kitap önerileri – yu hua
Kanını Satan Adam, Yu Hua

Xu Sanguan, babasının ölümü ve annesinin onu terk etmesinden ardından, dedesi ve amcasıyla büyür. Para kazanmak için bir fabrikada çalışmaya başlar. Bir gün, iki arkadaşının kanını satmak için hastaneye gittiğini görür ve o da aralarına katılır. Kanını satan Xu Sanguan, aldığı parayla evlenmeye karar verir. Yıllar geçer, üç oğlu olur. Bir yandan kıtlık yılları baş gösterip Xu Sanguan kanını satarken bir yandan ailevi olaylar, gizli gerçekler ve karışıklar sürüp gitmektedir. Kitabın reklamı sosyal medyada o kadar yapıldı ki okumaya başladığımda neyle karşılaşacağımla ilgili onlarca düşünce vardı kafamda. Akıcı bir kitap, güzel bir çeviri, ilginç olmasa da sürükleyici bir kurgusu var kitabın ama yine de çok abartıldığını düşünüyorum, açıkçası.

Kjersti Skomsvold – 33

kitap önerileri – skomsvold
33, Kjersti Skomsvold

K., akciğer nakli bekleyen, aksi halde hayatı sona erecek bir öğretmendir. 33. yaş gününde öğrencilerinin yaptığı şakayla ölümle bir kez daha yüzleşir. İntihar eden sevgilisi Ferdinand’ı düşünür, yazarlık yapan Samuel’den çocuk sahibi olmayı hayal eder, o çocuğa bakıp bakamayacağını bilemeden… Melankolik bir havanın hakim olduğu kitap monolog şeklinde yazılmış. K.’nin hayata, ölüme, aşka, anneliğe ve hatıralarına dair düşündüklerini okurken aklıma Fallaci’nin ‘’Doğmamış Çocuğa Mektup’’ adlı kitabı geldi. Ne var ki o kitabı ilgiyle okumuş olmama rağmen ‘’33’’ü beğendiğimi yazamayacağım. Kitapla bütünleşemediğim gibi, anlatıcının duygularıyla hem hal de olamadım ve dolayısıyla sıkıldım.

Hubert Mingarelli – A Meal In Winter

kitap önerileri – mingarelli
A Meal in Winter, Hubert Mingarelli

I. Dünya Savaşı zamanında, Polonya kırsalında kaçak Yahudileri arayan üç Alman askeri, odunların arasında saklanan genç bir adam bulur. Hava çok soğuk olduğu için hemen kampa dönmek yerine, geceyi yakındaki metruk evde geçirmeye karar verirler. Mingarelli’nin kısa romanında geceyi birlikte geçiren bu dört adam arasındaki diyaloglar, anlatıcının genç Yahudi ile ilgili gözlem ve düşüncelerini okuyoruz. ‘’Niçin savaşıyor, neden birbirimizi öldürüyoruz? Hepimiz insan değil miyiz? O da bizim gibi değil mi?’’ gibi sorular dönüp durur anlatıcın kafasında… Nitekim II. Dünya Savaşı’nın anlatıldığı hemen hemen tüm romanlarda benzer sorularla karşılaşmak mümkün. Fakat savaşlar bitmiyor…

Romain Gary – Cennetin Kökleri

kitap önerileri – gary
Cennetin Kökleri, Romain Gary

Romanın kahramanı Morel, iki yılını toplama kampında geçirirken, yaşadığı ve gördüğü insanlık dışı olaylara filleri hayal ederek dayanabilmiştir. Bu yüzden de savaş bittikten sonra Afrika’ya giderek, onlara olan borcunu ödemek için fillerin korunması adına imza toplamaya başlar. Gazetecilerden papazlara, fil avcılarından diplomatlara herkesin kapısını aşındırıyor, mücadelesinden hiçbir zaman vazgeçmiyor. Önsöz’de de denildiği gibi Morel adeta bir Don Quiote bu kitapta… Gary’nin diğer kitaplarında olduğu gibi trajikomik diyaloglar ve hüzün öne çıkıyor. Çok dokunaklı, çok hüzünlü ve şaşırtıcı derecede aydınlatıcı bir kitaptı. Fildişinden yapılmış birkaç obje hayatımızda olmasa da yaşarız yani… Hem de daha huzurlu…

Sharon M. Draper – İçimdeki Müzik

kitap önerileri – içimdeki müzik
İçimdeki Müzik, Sharon M. Draper

Melody, doktorların beyin felci teşhisi koyduğu doğuştan engelli bir çocuktur. Konuşamaz, yürüyemez, ihtiyaçlarını tek başına karşılayamaz ancak sadece parmaklarını kullanabilir. Fotoğrafik bir belleğe sahip olan Melody’nin zihinsel hiçbir engeli olmamasına rağmen bunu göstermesi pek de kolay olmaz. Her zaman yanında olan ve ona inanan ailesi sayesinde birçok şeyin üstesinden gelir ancak bunun yanında hayal kırıklıkları da yaşar. Yazar Sharon Draper’ın da zihinsel engelli bir kızı varmış. Sanıyorum ki bu kitabı yazarak, engelli bir birey neler yaşar, ailesi nelerin mücadelesini verir göstermek istemiş, insanların engelli bireylere nasıl baktığı ve davrandığıyla ilgili görüş ve tecrübelerinden yola çıkarak Melody’nin gözünden bir kurgu yaratmış. Çok hüzünlü buldum kitabı. Aynı zamanda hem annenin hem çocuğun azmine gıpta ettim. Her hayatın zorlukları var ama bazı hayatlar hakikaten çok çok zor!

Toni Morrison – Sevilen

kitap önerileri – sevilen
Sevilen, Toni Morrison

Toni Morrison’a 1988’de Pulitzer, 1993’te de Nobel Ödülü kazandıran ünlü romanda, köle olarak çalıştığı çiftlikten kaçan Sethe, iki yaşındaki kızını beyazların eline geçmemesi için öldürür. Sonrasında öldürdüğü kızının ruhunun evde dolaştığına inanmaya başlar ve bu olayın etkisinden bir türlü kurtulamaz. Aradan yıllar geçer ve yirmili yaşlarda, nereden geldiğini bilmediği, çocuk gibi konuşan bir kız Sethe’in kapısını çalar. Sethe’in canına kıydığı yavrusu karşısında duruyordur: Sevilen… Sevilen eve yerleşir ve Sethe’le arasında derin bir bağ kurulur ancak işler pek de umulduğu gibi gitmez… Irkçılık ve kölelik gibi konuların büyülü bir kurgu içerisinde işlendiği ‘’Sevilen’’, sinemaya da uyarlanmış. Filmde rol alan Oprah Winfrey kitabı okurken kendini Sethe’le özdeşleştirdiğini söylemiş. Lauryn Hill filmde rol alacakmış ancak hamileliği sebebiyle kadrodan çıkmak zorunda kalmış. Çok hüzünlü bir kitaptı, çeviriyi de başarılı buldum, cümleler su gibi akıyordu. Filmi nasılmış, onu da izlemek istiyorum.

Sunullah İbrahim – O Koku

kitap önerileri – o koku
O Koku, Sunullah İbrahim

Mısırlı yazar Sunullah İbrahim’in ‘’O Koku’’ adlı novellası 1966’da toplatılmış ve 1986’ya kadar tam metniyle basılmamış. Yazdığı önsözde duygu ve düşüncelerini, kitapla ilgili aldığı tepkileri, neyi niçin yazdığını açıkça paylaşmış. Mısır Cumhurbaşkanı Nasır’ın hapse attırdığı solculardan biri Sunullah İbrahim. Kitaptaki anlatıcı, hapisten çıktıktan sonra ev kontrolüne tabii tutulan bir adam. Bu adamın davranışları, düşünceleri, zaman zaman hatırladıkları ve insanlarla olan ilişkileri kısa ve yalın cümlelerle anlatılıyor ancak herhangi bir duyguya değinilmeden… Açıkçası önsözden sonra okuduklarımdan daha çok etkilenirim diye düşünmüştüm, sanırım beklentim arttı. Yine de, özellikle, dil ve üslubuyla farklı bir kitap olduğunu düşünüyorum.

Guillermo Rosales – Felaketzedeler Evi

kitap – rosales
Felaketzedeler Evi, Guillermo Rosales

Rosales’in kısa ama etkileyici bulduğum kitabında William adındaki adamın bakımevine yerleştirildikten sonra orada yaşadıkları ve gözlemleri konu ediliyor. Kendini savunamayan, akıl yahut ruh dengesi yerinde olmayan, bakıma muhtaç insanların yaşadığı olaylar okuyucuyu rahatsız ediyor ama bu, kitabı bitirmeye engel değil. Kitabın konusu bu olsa da alt metinlerde siyasi göndermeler, birtakım mesajlar da görmek mümkün. Yazarın anlattığı her an, okuyucunun zihninde canlanıyor. Kederli bir kitap olması açısından bu durum zaman zaman rahatsız edici olsa da yazarın hakkını vermek lazım.

J. Tanizaki – Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın

kitap – tanizaki
Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın, J. Tanizaki

Şozo ve Fukuko yeni bir hayata henüz başlamışken, Fukuko’nun eski karısı Şinako’dan bir mektup gelir. Kadın duygu yüklü -biraz ajitasyon ve kışkırtma da yok değil hani- mektubunda, eski kocasından çok sevdiği kedisi Lili’yi istemektedir. Şozo, kediyi verip Şinako’dan sonsuza dek kopmak isterken Fukuko, karısı ve çok sevdiği Lili arasında kalıverir. Lili’nin etrafında dönen bu üç kişilik hikaye, sadece kedi sevgisini değil, ilişkiler üzerine de okuru düşündürüyor. Tanizaki’nin bu kitabı baştan sona psikolojik tahlillerle dolu bence. Ama bunlar okuyucunun gözüne sokularak ya da göstere göstere yapılmıyor. Benim ilgimi çeken şey sadece bu oldu, onun dışında hikayeden çok da etkilendiğimi söyleyemem ama değişikti.

Andre Aciman – Adınla Çağır Beni

kitap – aciman
Adınla Çağır Beni, André Aciman

Vizyona girdiğinde hakkında çok konuşulmuştu o yüzden konusundan değil, kitabı neden beğendiğimden bahsetmek istiyorum. ‘’Adınla Çağır Beni’’ acıklı bir aşk hikayesi. Ajitasyon yok, zorlama yok, çok kendiliğinden ve çok olduğu gibi… Bir kitap böyle anlatılmaz belki ama bu seferlik böyle olacak. Bunun yanı sıra kitapta, filminde yansıtılamayan kültürel ve entelektüel yönler var. Filmini, kitabı okuduktan sonra izlediğim için az-çok kıyaslama yapabiliyorum ve her zaman olduğu gibi film daha sığ kalıyor. Filmdeki oyuncular, mekanlar, görüntüler bence enfesti ancak kitaptaki o düşünceler, hisler ve gel-gitleri yansıtmak pek mümkün olmamış.

Philippe Djan – Betty Blue

kitap – djan
Betty Blue, Philippe Djian

İnişli-çıkışlı ruh haliyle hayatı, hayallerindeki gibi yaşamak isteyen, çılgın ve tutkulu bir kadındır Betty Blue. Anlatıcı ise musluk tamirciliği yapan, sıradan bir adam… Genç kadının sevdiği erkek ve hayalindeki hayatı korumak uğruna göze aldıklarının anlatıldığı, tutkulu bir aşk kitabı ‘’Betty Blue’’. Tutku, birçok insanın başını döndürüyor, hele ki konu aşksa… Ancak Thomas Hobbes’un dediği gibi ‘’İdare edilemeyen tutkuların bir başka adı da çılgınlıktır.’’ Ve bu çılgınlar her zaman hoş ve sempatik olmayabilir. Betty’nin de yaşadıkları insanların konuşup güldüğü türden çılgınlıklar değildi… Herkes kitabın müthiş bir aşk kitabı olduğunu, çok etkilendiğini söylemiş ama ben öyle düşünmüyorum. Kitabı keyifle okudum ancak benim ilgimi çeken aşk değil, tutku ve çılgınlığın sebepleri ve bunların insanı nereye götürebileceği, neler yaşatabileceğiydi. Bir Betty Blue’ya baktım, bir de ‘’Ben deliyim, ben çılgınım vb.’’ diyen kadınlara… Bence ikincilerin gayet akılları başlarında.

Juniciro Tanizaki – Naomi

kitap – tanizaki
Naomi, J. Tanizaki

Kawai Joji, sevdiği genç kız Naomi’yi tam bir Batılı gibi yetiştirmek için, maddi- manevi bütün imkanlarını kullanır. Yanında güzel, alımlı ve en önemlisi Batılı bir kadının olması onun için büyük önem taşımaktadır. Ne var ki Kawai’nin genç kıza olan bu tutkusu yüzünden başına bir sürü iş açılır. Tutkunun insanı ne tür çılgınlığa sürükleyeceğinin ve her çılgınlığın hoş olmayabileceğinin bir göstergesi olan başka bir kitap daha… Kitabı okurken çoğu zaman Nabokov’un ‘’Lolita’’sını hatırladım. İlginç bir kitap. Çok sürükleyici değil, özgün olduğunu da düşünmüyorum ama acaba Kawai daha nereye kadar sabredecek, bu hikayenin sonu nereye varacak, diye merak ettim. Sonuç şaşırtmadı ama Batılılaşma sevdası ve ilişkiler üzerine dikkat çekici bir romandı.

Wilhelm Genazino – Aşk Aptallığı

kitap – genazino
Aşk Aptallığı, Wilhelm Genazino

Geçen aydan beri Jaguar Kitap tarafından yayımlanan kitapları merak ediyor, okuyorum. Can Yayınları’nın geçen senelerde değiştirdiği kapak tarzı sonrası yaşadığım hayal kırıklığından sonra, Jaguar Kitap’ın kapak tasarımlarını çok beğendiğimi belirtmek istiyorum. Emeği geçenlere, bu vesileyle, teşekkür edeyim… Anlatıcı, iki sevgilisi arasında kalmış, hangisiyle yaşamak istediğine karar vermeye çalışmaktadır. Kıyamet teorileriyle ilgili seminerler veren adam, kararsızlık içinde çırpınmakta, bir karara varmak içinse tuhaf çözümler düşünmektedir. Anlatıcının düşündüğü çözümler absürt gelse de, ilişkilere ve kendine yönelik düşünceleri ve monologlarında dikkat çeken yerler var diye düşünüyorum. Kitabı beğendiğimi söyleyebilirim ama doğrusu, beklentim daha fazlaydı.

James M. Cain – Postacı Kapıyı İki Kere Çalar

kitap – cain
Postacı Kapıyı İki Kere Çalar, James M. Cain

1950’lerde Kaliforniya’da geçen hikayede, başıboş kahramanımız yol üzerindeki bir lokantaya uğrar. Tabii bu lokanta-ev-benzin istasyonunun ne gibi sürprizlere gebe olduğunu henüz bilmemektedir. İstasyon sahibinin karısına aşık olması işlerin sarpa sarmasına neden olur. Kadının kocası ortadan kalkmalıdır! Kitabı okurken, insanlar ismini gördüğünde manidar bakışlar atıyorlardı. O manidar bakışları kitapla, pardon, filmiyle ilgili yorumları okuduktan sonra daha iyi anladım. Henüz filmini izlemediğim için bir şey diyemiyorum ama kitabındaki şiddeti de cinselliği de abartılı bulmadım. Kitabı beğendiğimi de söylemem. Vasat bir kitaptı bana göre. Ne var ki eğlenceli anlatım hoşuma gitti.

Ayn Rand – Atlas Silkindi

kitap – rand
Atlas Silkindi, Ayn Rand

Kalınlığından dolayı iki senedir cesaret edip de elime alamadığım kitap için, son tarih yaz 2018’di… Arkadaşlarım çok methetmişti ve ben birkaç film ve yazıda atıflara rastlamıştım, bu yüzden de merakım iyice artmıştı. Kitap kısaca, toplumda öne çıkan, bilim adamları, sanayiciler, girişimciler, felsefeciler, sanatçılar vb. insanların yavaş yavaş ortadan kaybolup, yetki kendilerine verilene dek kimsenin bilmediği bir yerde, hayat kurmasını anlatmakta. 1200 sayfalık bir kitabı bu kadarla anlatmak ne kadar mümkün olabileceğini düşünebilirsiniz ama aslında konu bu… Bireycilik, rasyonel bencillik ve kapitalizme dikkat çekiliyor kitapta. Akla yatan, düşündüren şeyler de var, abartılı ve ters gelen şeyler de. İnternet sitemde zamanı geldiğinde daha ayrıntılı bir yazı paylaşacağım. Kitabı bir felsefe kitabı olarak değil, roman gibi okudum. Bu kadar uzun olmasına gerek var mıydı? Bence daha kısa yoldan da anlatılabilirdi. Arkadaşlarımın anlattığı gibi, kitabı bitirdikten sonra ‘’Kesin bir şeyler yapmalıyım! Ben Yapmalıyım!’’ falan demedim. Hiçbir şey katmadığını, boşuna okuduğumu hiç söyleyemem bence çok ilgi çekici diyalog ve monologlar vardı. Ama yine anlıyorum ki, her şey insanın nereden baktığıyla alakalı. Belki de yerimi değiştirmem lazım.

Samuel Beckett – Murphy

0000000065386-1
Murphy, Samuel Beckett

Dolar tavan yapınca herkesin yüzünden düşen bin parça, arpacı kumrusu gibi düşünüyoruz. Kendi küçük hayatımda da ne zaman canımı sıkacak, beklemediğim bir şey olsa Beckett’in sözü gelir aklıma: ‘’Bir şey olduğu yok, şeyler kendi seyrini izliyor.’’ Biz ‘’Akacak kan damarda durmaz.’’ Da diyoruz ama işte sözle öz aynı şekilde etki etmeyebiliyor. Beckett’in kitabındaki Murphy de bir antikahraman. Çalışmayı sevmeyen, uyum sağlamakta zorlanan ve isteksiz bir adam olan Murphy’nin en büyük sıkıntısı ise, kafasının içinde yaşaması ve gerçek hayata döndüğünde problem yaşayıp acı çekmesi… Samuel Beckett okumayı seviyorum, yaklaşımlarının çoğu ilgimi çekiyor, yarattığı karakterler merak uyandırıyor ama bu kitabını okurken çok çaba sarf ettim. Kitabın orijinali de böyle mi yoksa çeviride mi sıkıntı vardı bilmiyorum, çok sık dağıldım ve yoruldum. Belki yeni bir baskıya ihtiyaç vardır.

Margaret Atwood- Nam-ı Diğer Grace

Nam-ı Diğer Grace
Nam-ı Diğer Grace, Margaret Atwood

Kitabı çok beğenmeme rağmen nasıl zor okudum belli değil! 1800’lü yıllarda, Grace adında ergenlik çağlarındaki genç bir kız, patronu ve metresini öldürmekle suçlanarak ömür boyu hapis cezasına çarptırılır. Akıl hastanesinde de yatan genç kız, hapishane müdürünün evine temizliğe gittiği zamanlarda Dr. Jordan’la terapi seansları yapmaya başlar. Kitapta, Grace’in seansları ve doktorunun mektuplaşmaları yer alırken elbette ki sık sık yapılan geri dönüşlerle cinayetin öncesi ve sonrası da anlatılıyor. Yazar akıcı ve anlaşılır bir dil kullanmış, çeviri de bence başarılı. Kitaptaki birçok cümle, Viktorya Dönemi kadının durumuna çekilen dikkat ve hikayenin geneli de etkileyici ama bazı şeyler çok uzun uzadıya anlatılmış,fazla ayrıntıya girilmiş gibi geldi bana. Ama beğendim mi? Evet, çok beğendim. Viktorya Dönemi diyorum ama pek bir şey değişmemiş herhalde; suçlu yine kadın. Bu arada Atwood’un gerçek bir olaydan yola çıkarak bu kitabı yazdığını da söylemeden geçmeyeyim.

Cengiz Aytmatov- Beyaz Gemi

Cengiz Aytmatov- Beyaz Gemi
Beyaz Gemi, Cengiz Aytmatov

Anne ve babasının terk ettiği çocuk dedesi Mümin ile yaşamaktadır. Dedesinin anlattığı hikayelerle yaşayan çocuk, hemen her gün eline dürbünü alarak, Isık Gölü’nden geçecek olan beyaz gemiyi bekler. Babasının o gemide çalıştığını, kendinin de insan başlı bir balık olup babasıyla buluşacağını hayal eder. Tabii takdir edersiniz yavrucağın dünyası böyle temiz kalmaz, yetişkinler tarafından kirletilir ve gerçek dünya zalimdir. Çok severek okudum bu kitabı ve nasıl oldu da bu yaşıma kadar okumamışım, şaşırdım. Çoğu yerde Zeze geldi aklıma. Çocuklar ne kadar temiz, ne kadar berraklar. Kendi çocukluğumuzun kıymetini bilemedik geçip gitti, çocukların da kıymetini bilmiyoruz.

Jean Teule- İntihar Dükkanı

intihar
İntihar Dükkanı, Jean Teulé

Yine ismine tav olduğum başka bir kitap var sırada… Mishima ve Lucrece Tuvache, intihar etmek isteyen kişiler için gerekli alet edevatları satan bir dükkan işletirler. İşleri iyidir, hemen her gün birileri, intiharları için gerekli malzemeleri almak üzere alış verişe gelmektedir. Çift işlerinin açıklığından memnun olsa bile ailelerinde genel olarak bir karamsarlık, bir kasvet hakimdir. Çiftin ilk iki çocuğu da kendileri gibi karamsar biri olmuşken en küçük olanı tamamen farklıdır. Neşeli, şakacı, güler yüzlü bu çocuk aileyi tedirgin ve rahatsız eder. Belki de çözüm en küçük çocuklarını askere gönderip böylece değişmesini sağlamaktır. Olaylar ailenin planladığı gibi mi gider, onu da okursanız görürsünüz. Depresif olduğu kadar eğlenceli bir kitaptı. Kafa dağıtmak için okunabilir. Okurken arkada bir ‘’Amelie’’,  bir ‘’Cap ou pas cap?’’ müziği çalar gibi oldu…

J.D.Salinger – Yükseltin Tavan Kirişini, Ustalar ve Seymour: Bir Giriş

kitap – salinger
Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar / Seymour, J.D. Salinger

Salinger’ın dil ve üslubunu ne kadar çok sevdiğimi, yazdıklarını okurken hem ağız dolusu gülüp, hem hüzünlenip gözlerimin dolduğunu yüzlerce kez söylemişimdir. Her kitabını çok severek, merakla ve ilgiyle okudum. Kendisiyle tanışmayı çok çok isterdim… Yazarın bu kitabı, 1963 yılında Amerika’da en çok satan üçücü kitap olmuş. Kitaptaki ilk öyküde Buddy, ağabeyi Seymour’un nikahına gitmek için ordudan izin alıp yola çıkar ancak nikah iptal olur ve ardından birçok olay yaşanır. Bu olaylar ise Buddy’nin ağzından kah hüzünlü, kah eğlenceli, kah ironik bir şekilde anlatılır. İkinci öyküde ise, bilinç akışı tekniği kullanılarak, yine Buddy’nin ağzından ağabeyi Seymour anlatılmakta. Çok severek okudum, beğendim de…

Manu Larcenet – Sıradan Zaferler 

kitap – larcenet
Sıradan Zaferler, Manu Larcenet

Panik atak hastası Marco, ailesinden ayrı yaşayan bir fotoğrafçıdır. Sorumluluk almaktan hoşlanmayan, insanlardan kaçan Marco bir gün aşık olur ve hayatı değişmeye başlar. Hasta babasını ne kadar az tanıdığını farkeder, işinde farklı şeyler denemeye karar verir ve bir aile kurar. Kitaptaki diyalogları çok çok beğendim, keza hikayeyi de öyle… Çizimler de çok güzel. Arada sırada okurum diye düşünerek başladığım kitabı elimden bırakamadım. Çok beğendim.

Roald Dahl – Charlie’nin Çikolata Fabrikası  

kitap – dahl
Charlie’nin Çikolata Fabrikası, Roald Dahl

Filmini kaç kez izlemeye niyetlendim, kaç kez yarısına kadar geldim, sonra izlerim diye bıraktım ya da izlerken uyuyakaldım sayamadım… Sinemaya gitmeyi seviyor, aklımı çelen başka bir şey olmadığı için filme konsantre olabiliyorum. Fakat evde film izlemek zor oluyor, pek sevmiyorum. Bir bölümü en fazla bir saat süren dizileri tercih etmeye çalışıyorum ama onun da sonunu pek getiremiyorum. Durum bu olunca filmini izleyemiyorsam kitabını okuyayım dedim ve elimden bırakmadan, keyifle okudum ‘’Charlie’nin Çikolata Fabrikası’’nı… Çok izlenmiş ve beğenilmiş bir film olduğu için konusuna değinmeye gerek görmüyorum. Pek vakit ayırmasam da çocuk kitapları okumayı seviyorum. Artık nasıl keyif aldıysam, hızımı alamayıp devam ettim…

Thomas Mann – Efendi İle Köpeği

kitap – mann
Efendi ile Köpeği, Thomas Mann

Av köpeği kırması Bauschan ile sahibi arasındaki ilişkiyi konu alan kitapta, zamanın Munich’inde bir gezintiye çıkmış hissi yaşıyorsunuz. Sahibin, köpeğiyle benzer ama aynı zamanda farklı yönlerini görmesi, bir köpeğin hayatının içinde bu kadar yer etmesi gibi konuları irdeleyen yazar, aynı zamanda kent ve kırsal yaşam arasında kalmış bireyi de irdeliyor. Otobiyografik öğeler taşıyan Mann’ın bu kitabı, ne yazık ki, beni pek içine çekmedi. Mann’ı severim, köpekleri severim, insan-hayvan ilişiklerini severim ama ne yazık ki kitabı severek okuduğumu söyleyemeyeceğim. 

Jorge Luis Borges – Kum Kitabı

kitap – borges
Kum Kitabı, Jorge Luis Borges

Borges’in 1975 yılında, kendi hayatından esintilerin de olduğu fantastik öykülerinden oluşan son kitabıdır ‘’Kum Kitabı’’. Öykülerde konusu geçen olaylar ve karakterler olağan ve neredeyse sıradan olsa da, her zaman yazdığım gibi- Borges’in anlatımı, tarzı ve düşündürttükleri bence çok etkileyici. Son kitabı olması münasebetiyle, Borges’in artık iyice kör olduğunu ve öykülerini sekreterine yazdırdığını da unutmayın. Ben şahsen kitaptaki her öyküyü okurken, yazarın onları dikte ettirişini hayal ettim.

Eric-Emmanuel Schmitt – Bayan Ming’in Hiç Olmayan On Çocuğu

kitap – schmitt
Bayan Ming’in Hiç Olmayan On Çocuğu, Eric-Emmanuel Schmitt

Artık herkesin bildiği gibi, Çin’de bir taneden fazla çocuk sahibi olmak yasaktır. Fakat anlatıcının Çin’e yaptığı seyahatte, tanıştığı Bayan Ming’in, dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan ve çalışan tam on çocuğu var! Nasıl mı? Burası hikayenin trajik kısmı olsa da kitap genel olarak eğlenceli. O eğlencenin ardında bir hüzün de hissediliyor elbette. Kimi yerlerde düşündürücü diyaloglar da var ama bir felsefe kitabı olarak okumak uygun olmaz bence. Schmitt’in bu kitabı uzun zaman sonra gerek kısalığı, gerek tarzı, gerek hikayesiyle bana çok iyi geldi. Uzun yahut ağır okumalardan sonra rahatlatacak bir kitap.

Han Kang – Vejetaryen

kitap – kang
Vejetaryen, Han Kang

Hayatınız bir rüyayla değişti mi? Ya da bir rüya görüp radikal kararlar aldınız mı? Vejetaryen olmak radikal bir karar mıdır peki? Rüyalarıma değer verir, analiz ettirir, duygularımın sağlamasını en çok rüyalarımdan yaparım ama şimdiye dek ne bir tek kitapla ne de bir rüyayla ansızın bir karara varmadım. Yonğhe’nin de hayatı rüyalar görmeye başlayıncaya kadar sıradandır fakat ansızın vejetaryen olmaya karar verir. Genç kadının kararı başta kocasını korkutmaz, geçer diye bekler ancak zaman ilerledikçe Yonğhe’nin durumu daha vahim bir hal almaya başlar. Tek hikayenin dört bakış açısından anlatılmasına rağmen oldukça kısa bir kitap ‘’Vejetaryen’’. Değişik buldum. Kimi zaman akıcı, kimi zaman durağan bir okuma seyri oldu benim için ama farklılığı dolayısıyla beğendiğimi söyleyebilirim.

Margaret Atwood – Damızlık Kızın Öyküsü

kitap – atwood
Damızlık Kızın Öyküsü, Margaret Atwood

Son zamanlarda dizisi revaçta olsa da bundan yaklaşık dört sene evvel kitabın yeni basımını bulamamıştım. Eski basımları da nedense araştırmadım. ‘The Handsmaid’s Tale’’ hemen herkes tarafından izlendiği ve aldığı ödüllerle iyice popüler olduğu için konusuna değinmeyeceğim. Ben elbette ki önce kitabı okudum. Hem de şaşkınlık ve dehşet içinde… Kitabı bitirir bitirmez de diziyi izlemeye başladım. Diziyi de beğendim doğrusu ama –her zaman olduğu gibi- kitabı tek geçiyorum. Şayet ‘’Damızlık Kızın Öyküsü’’nü merak edenler varsa muhakkak öncelikle kitabını okumalılar.

Kazuo Ishiguro – Beni Asla Bırakma

kitap – ishiguro
Beni Asla Bırakma, Kazuo Ishiguro

Kathy, Hailsham adlı yatılı okulda öğrencidir. Ancak burada öğrenciler okuldan ayrılmamalı ve ailelerinden bahsetmemelidir. Bedenlerine iyi bakmaları için telkin edilen bu gençlerin ileride çocuk sahibi olmaları da söz konusu değildir. Zaman geçtikçe öğrencilerin gözlemledikleri ve şahit oldukları birtakım olaylar kafalarını bulandırır ve sonunda gerçeği öğrenirler; kendileri organ bağışı için yetiştirilen özel insanlardır. Kitap her ne kadar kurgusuyla dikkat çekiyor olsa da kitabın sonlarına doğru değinilen birkaç nokta, benim için bu kitabı unutulmaz kıldı. Makine gibi yetiştirilen bu gençlerin bir ruhları olduğunun kanıtlanması için başvurulan yöntem bunlardan biri… Anlatımı bana çok akıcı gelmese de sabırla okudum, iyi ki de okumuşum.

Robert Seethaler – Bütün Bir Ömür

kitap – seethaler
Bütün Bir Ömür, Robert Seethaler

Kitabın kapağında, okumamız iki saat sürse de unutmamızın bir ömür alacağıyla ilgili iddialı bir cümle varsa şayet tam da böyle hissetmeyi beklerim. Eğer içerik vasatsa böyle dikkat çekici ve beklenti yükseltici bir sözü kapakta paylaşmayı yanlış buluyorum. Ama bu tip şeyler kitabı sattırıyor mu? Sattırıyor. Güya kitaptan anladığımı düşünürüm ama ben de bu tongaya düştüm. Beğenmedim. Hiç beğenmedim. Anlamadım da…

Erlend Loe – Doppler

kitap – loe
Doppler, Erlend Loe

Andreas Doppler, hemen her şeye sahiptir ama yaşadığı bisiklet kazası sonucu hayatını değiştirmeye karar vererek ailesini, işini, eşyalarını ve arkadaşlarını bırakıp şehrin dışındaki bir ormanda yaşamaya başlar. Bu süreçte pek de yalnız kalamaz, fiziksel görünüşü değişmiş, alışkanlıklarından kopmuştur fakat bunlar onu yıldırmaz. Üstelik bir geyiği evlat edinir. Oğluyla ormandaki çadırda yaşamaya başlaması ise ölmüş babasıyla olan ilişkisini hatırlamasına sebep olur. Yazarın keyifli ve akıcı anlatımıyla okuduğum ‘’Doppler’’ sadece bir adamın yaşadığı bunalım ve değişimi anlatmıyor, aynı zamanda tüketim toplumuna da sıkı eleştiriler getiriyor. Ben de geçen sene ıssız bir adada yalnız kalsam daha huzurlu hissedeceğimi düşünürken Michel Tournier’ nin ‘’Cuma ya da Pasifik Arafı’’ kitabını okumuş, bu düşüncemi tekrar gözden geçirmiştim.

John Fante – Bunker Tepesi Düşleri 

kitap – fante
Bunker Tepesi Düşleri, John Fante

Charles Bukowski’nin severek okuduğum bir kitabı ve kendimden çok şey bulduğum birkaç sözünün hatırına Fante’yi okumak istedim ama… Trajikomik bir hikayeden öte hiçbir şey göremedim. Trajikomiklik de öyle unutulmaz falan değil yani yanlış anlamayın. ‘‘Toza Sor’’u merak etmiyor değilim ama ondan evvel okumak istediğim daha önemli kitaplar var.

Jorge Luis Borges – Alef

kitap – borges
Alef, Jorge Luis Borges

Borges bu kitabındaki öykülerle, bir kez daha, benzersiz bir yazar olduğunu gösteriyor bence. Sadece kurgu odaklı okuyanlar için de öykülerin alt metnini merak edip kavramaya çalışanlar için de çok merak uyandırıcı bir kitaptı. Mistik, efsanevi ve gizemli kurgularının yanı sıra yarattığı ilginç karakterler ve kurgularını felsefi bir zemine oturtuyor olması Borges’I, benim gözümde, neredeyse insan olmaktan uzaklaştırıyor. Onu okurken çok zorlanıyorum ama bir o kadar da keyif alıyorum. Her öyküsünün sonunda hayal ve düşünce gücüne hayran kalıyorum. Çok değerli, çok ilginç bir yazar Borges…

George Orwell – Boğulmamak İçin 

kitap – orwell
Boğulmamak İçin, George Orwell

Orwell okumayı çok seviyorum ve nedense eğer tanısaydım kendisini de çok seveceğimi düşünüyorum. Kurgularından, değindiği konulardan önce, kitaplarında en çok sevdiğim şey dil ve üslubu. Bu kitabı hakkında da aynı şeyleri düşünüyorum. II. Dünya Savaşı öncesi orta yaşlı Gerorge Bowling’in gün içinde yaşadıklarını ve daha önemlisi kafasından geçenleri ve gözlemlerini anlatan ‘Boğulmamak İçin’ , okuyucunun gözüne sokulmasa da, boğulmamak için uğraşan bir adamın içinde bulunduğu durumun hikayesini anlatıyor. Kitapta bahsedilenler ne kadar hüzünlü ve incitici olsa da Orwell’in ironik ve matrak anlatımıyla, komik değil ama trajikomik bir hal alıyor. Çok bahsi geçmez bu kitabın ama fazlasıyla düşündürücüdür.

Giovanni Papini – Bitik Adam

kitap – papini
Bitik Adam, Giovanni Papini

Giovanni Papini, huysuz ve öfkeli haliyle Thomas Bernhard’ı anımsatıyor. Zaten Bernhard’ın da aynı isimde bir kitabı var… Huysuz yazarları severim ben, sempatik bir yan da bulurum. Ama maalesef Papini de bulamadım. Çoğunluğun aksine, zaman zaman içime kasvet bassa da, kitabı sevdim. Bazılarını  aksine, anlatıcının o kibirli, dikkafalı ve öfkeli hali hoşuma gitti. Yani kitapta böyle şeyler okumak, böyle kişileri dinlemek kimi zaman keyif verir bana ama yakınımda böyle biriyle yaşayabilir miyim bilmiyorum. Yaşayamam herhalde, o yüzden de okuyorum.

Lars Iyer – Wittgenstein Jr. 

kitap – iyer
Wittgenstein Jr., Lars Iyer

Cambridge Üniversitesi’ndeki tuhaf görünümlü yeni mantık hocası, ünlü filozof Wittgensten’a çok benzemekte, bu durum da öğrencilerin dikkatini çekmektedir.  Dersler ilerledikçe sadece görünüşüyle değil, tarzı, hayat görüşü ve derste anlattıklarıyla da öğrencileri etkiler. İyi bir üniversitede okudukları için böbürlenen gençler, hocalarının sözleriyle kafa karışıklığı yaşayarak, bir çok şeyi tekrar gözden geçirmek ve düşünmek zorunda kalırlar. Düşündüren ama sıkmayan, zorlayan ama bunaltmayan, kasvetli ama karamsar olmayan bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Geçen sene ünlü filozof Wittgenstein’ı çalışmak çok ilgimi çekmişti. Kitabı alma sebebim de buydu açıkçası fakat okumaya başladıktan sonra beklentim biraz düştü. Ortalarına yaklaştıkça kitap sardı ancak çok mu beğendim? Hayır. Keyifle okudum ama yepyeni şeyler görmedim, keşfetmedim. Zihnimde daha önce olmayan birtakım şeyler de canlanmadı. Bu türde çok daha iyi kitaplar yazılmıştır diye düşünüyorum.

Leïla Slimani – Chanson Douce

kitap – slimani
Chancon Douce, Leïla Slimani

Türkçe’ye ‘Tatlı Şarkı’ olarak çevirebileceğim kitapta, evli ve iki çocuklu genç çiftin genç, güzel ve gizemli bir dadıyı işe aldıktan sonra yaşadığı olayları konu alıyor. Ancak bu olaylar tahmin edildiği gibi dadı ve evin erkeği arasındaki aşk macerası falan değil. Kitaptaki ilk cümle: ‘Bebek öldü.’ Olup, kitap olayların sonundan başlayınca, ister istemez kasvetli bir ruh haliyle okudum. Olaylar geriye dönüp anlatılmaya başlandığındaysa hikayede sinir bozucu bir mükemmeliyet vardı ki zaten insan ‘Bunun altından kesin bir şeyler çıkacak.’ Demeden edemiyordu. Kolay okunan, akıcı ve merak uyandıran bir kitap olduğu için elimden bırakamadım. Ortalara doğru gizem çözülmeye başlasa da kitabı bitirdiğimde aklımda bir sürü cevapsız soru kaldı. Bunu iyi bir şey olarak yazmıyorum. Sanki kurguda oturmayan bir şeyler var gibiydi, ne bileyim. Bilmiyorum belki de…

Alice Miller – Yetenekli Çocuğun Dramı

kitap – miller
Yetenekli Çocuğun Dramı, Alice Miller

Ailenin gözbebeği, ebeveynlerini en az üzen, hemen her konuda mutabık olan, uyum sağlayan ve sorun çıkarmayan çocuklardır, kuşkusuz. Dışardan sessiz, sakin, uyumlu ve problemsiz görünen bu çocukların belki de hepsi kaldıramadıkları bir ağırlığın altında ezilmekteler desem, ne düşünürdünüz? Ailesi tarafından kabul görmek, beğenilmek ve onlara yük olmamak için çabalayan bu çocukların yıllar sonra kendi istek, yetenek ve kapasitelerinden habersiz, yorgun ve belki hasta birer yetişkin olabilecekleri düşünülmez hiç. Miller bu harika kitabında, maddi yönden her türlü imkana sahip olan ancak kendisi gibi olmasına izin veril(e)meyen çocukların dramını okuyucuyla paylaşıyor. Özel eğitmenlik yapan bir tanıdığım ısrarla kitabı okumamı söylediğinde biraz ertelemiştim. Sanıyorum iyi olmuş zira kitabı okuduğum iki gün boyunca depresif ruh halinden çıkamadım. Kafamda deli sorular, çağrışımlar, düşünceler… Okuyacaksanız bunlara hazırlıklı olun.

J.D. Salinger – Çavdar Tarlasında Çocuklar

kitap – salinger
Çavdar Tarlasında Çocuklar, J.D. Salinger

Siz sormadan tekrar üstünden geçeyim; Evet, bu kitabı daha önce de okumuştum. Hatta bir kez değil, birkaç kez okumuştum. Evet çok seviyorum, o yüzden her sene okuyorum. Yazarın dil ve üslubunu seviyorum, Holden Caulfield’ın kendisini, hüznünü, mutluluğunu, kavgasını, yalnızlığın seviyorum. Her okuduğumda keyif alıyorum, ezberlememe rağmen her defa aynı yerlerde gülüyor aynı yerlerde hüzünleniyorum. Ve kitabı tükettiğim güne kadar okumaya devam edeceğim.

Carolina Maria De Jesus – Çöplük

kitap – de jesus
Çöplük, Carolina Maria de Jesus

Carolina, Brezilya’nın gecekondu semtinde yaşayan üç çocuklu bir kadındır. Kağıt toplayıcılığıyla geçinmeye çalışırken bir yandan da günlük tutmaktadır. Semtteki parkın açılışına gelen bir gazeteciyle tesadüfen tanışması, genç kadının kitabının basılmasına ve hayatının değişmesine sebep olur. Carolina’nın yazılarında, yaşadığı günlük olayların yanı sıra hayalleri, umutları, pişmanlıkları ve öfkesiyle de karşı karşıya geliyoruz. Bir annenin çocuklarına yemek bulabilmek, hasta olduklarında iyileştirebilmek için verdiği mücadeleleri okumak içimi ezerken, bir kadının sadece bir- iki sene okul eğitimi almasına rağmen hayata bakışı ve olayları yorumlayışındaki incelik beni çok etkiledi. Etkileyici bir kitap yazmak için anlaşılmaz tasvirlerle uzun cümleler kurmaya gerek olmadığını gösteren dokunaklı ve samimi bir kitap ‘Çöplük’.

George Orwell – Kitaplar ve Sigaralar

kitap – orwell
Kitaplar ve Sigaralar, George Orwell

Özellikle son yıllarda ‘Bin Dokuzyüz Seksen Dört’ kitabını sık sık yad ettiğim, hem kurguları hem dil ve üslubuyla okumaktan çok keyif aldığım yazar Orwell, bu kitabında eleştirmenlik, sahaflık, kitaplar ve sigaralarla ilgili gözlem ve deneyimlerini kaleme aldığı denemeleriyle karşımıza çıkıyor. Denemelerin hepsi birbirinden güzel ve keyifli. Hayatım boyunca ya bir sahafta çalışmak ya da sahafımın olmasını hayal etmiştim ancak Orwell’ın denemesini okuduğumda bu konuyu tekrar gözden geçirmem gerekti. Aynı şeyi kitap eleştirmenliğiyle ilgili de söyleyebilirim. Denemelerin hepsinde farklı değerlendirmeler, değişik bakış açıları var. Doğrusu, yazarın birkaç cümlesi bazı şeyleri en baştan, tekrar düşünmeye sevk etti beni. Ama beni en çok etkileyen son bölümlerde, çocukluğunu anlattığı yerlerdi.

Martin Fletcher – Jacob’s Oath

kitap – fletcher
Jacob’s Oath, Martin Fletcher

II. Dünya Savaşı’nın bitmesine az zaman kala, toplama kamplarından çıkan milyonlarca insan Avrupa yollarını neredeyse kapamıştı. Jacob ve Sarah da hayatta kalanlar arasındaydı. Fakat Jacob, ağabeyinin intikamını almaya yemin etmişken Sarah’ya aşık oldu ve verdiği yeminle sevdiği kadın arasında bir karar vermek zorunda kaldı. Peki Jacob nasıl bir yol izledi? Onu da okursanız öğrenirsiniz. Martin Fletcher, bundan evvel yazdığı kitaplarla çeşitli ödüller almış, okunan bir yazar. Kitabın kurgusu sürükleyici olduğu kadar, İngilizcesi de oldukça kolaydı. Bu döneme ait okuduğum en iyi kitap değildi ama yine de başarılı bulduğumu söylemeliyim.

William Styron – Sophie’nin Seçimi

kitap – styron
Sophie’nin Seçimi, William Styron

Meryl Streep’e Oscar kazandıran filmin uyarlandığı aynı adlı kitapta, II. Dünya Savaşı’nda toplama kampından kaçan ve ruh hastası bir adamla yaşamaya başlayan Sophie’nin dramatik hayatı konu ediliyor. İyi kalpli yazar adayı ve aynı zamanda anlatıcı Stingo her ne kadar Sophie’ye aşık olup, ona daha güzel bir hayat sunmayı istese de, genç kadın fazlasıyla yorgun ve kırgındır. Belki bu yazıyı okuyan çoğu kişi filmi izlemiştir. Ancak ben henüz dün, ilk defa televizyonda rast geldim ve Streep’in oyunculuğuna bittim! Tabii ne olursa olsun en iyi film dahi kitabın yerini tutmuyor benim için. O yüzden yine kitap, yine kitap diyorum…

Ursula K. LeGuin – Rüyanın Öte Yakası

kitap – guin
Rüyanın Öte Yakası, Ursula K. LeGuin

George Orr, gördüğü rüyalarla gerçeği değiştirme yeteneğine sahip genç bir adamdır. Bu durumdan o kadar sıkılır ki, artık uyku uyuyamaz hale gelir. Derken terapiye başlamak zorunda kalır. Terapisti Haber, Orr’un bu yeteneğini keşfedince, elbette bunu kendi lehine kullanmak ister… Başka ne bekliyoruz ki? İyi niyetli bir adam olsaydı zaten kitap olmazdı. Ve olaylar böylece vuku bulmaya başlar. Bilim Kurgu romanı dendiğinde aklıma gelen ilk isim Le Guin… Bu türde çok çeşitli yazar okuduğumu söyleyemem ama Le Guin’in hayal gücüne hayran kalıyorum. Beynine girip neler düşündüğünü görmek istediğim birkaç yazardan biri kendisi. ‘Mülksüzler’ kadar beğenmesem de, uzun zaman sonra Le Guin okumak iyi geldi.

William Saroyan – İnsanlık Komedyası

kitap – saroyan
İnsanlık Komedisi, William Saroyan

Macauley Ailesi’nin büyüme sancıları çeken ferdi Homer’ın gözünden anlatılan hikayede, II. Dünya Savaşı’nın Amerikan halkı üzerindeki etkisi, yıkılan umutlar, dağılan aileler, hastalıklar, yaşam gailesi ve aşk gibi konular işlenmekte. Saroyan’ın daha önce okuduğum öykü kitabında da dil ve üslubuna hayran kalmış, en dramatik yahut şiddetli olayları dahi saflıkla irdeleyişinden çok etkilenmiştim. Kitaptaki kahramanların yaşadığı olayların yanı sıra, savaşa dair yapılan yorumlar da enfesti. Saroyan’ı çok severek okuyor, ironik anlatımı, yalınlığını ve saflığını çok seviyorum.

Michel Tournier – Veda Yemeği

kitap – tournier
Veda Yemeği, Michel Tournier

‘Cuma ya da Pasifik Arafı’nı okuduktan sonra Tournier’nin diğer kitaplarını da okumaya karar vermiştim. Bu kitabında ayrılmaya karar veren bir çiftin, vereceği veda yemeğine dostlarını davet etmesi ve onlardan dinledikleri hikayeleri konu alıyor. Kitapta konu olarak bir bütünsellik olsa da, her konuğun anlattığı hikaye farklı başlıklar altında paylaşıldığından bir öykü kitabı izlenimi de yaratıyor. Öykülerde metaforlar, çeşitli kitaplara ve sanat eserlerine göndermeler yer alırken, okuyucuya düşünsel anlamda da birçok şey katmakta. Bu düşünceler hayatın içinden aşina olduğumuz kavramları konu aldığı kadar daha üst düzey felsefi düşünceleri de içeriyor. Tabii severek okumamın, öykülerdeki kurguları beğenmemin yanı sıra bu düşünce seviyesine ne kadar çıkabildiğim de tartışılır. Ama şu bir gerçek ki anlayayım ya da anlamayayım, Tournier’nin tarzı ve tavrında bendeki okuma güdüsünü tetikleyen bir şeyler olduğu bir gerçek.

Thomas Bernhard – Beton

kitap – bernhard
Beton, Thomas Bernhard

Edebiyat aleminin gelmiş geçmiş en öfkeli yazarını sorsalar, Thomas Bernhard derim. Sert üslubunun, ve nefretinin ardında kırılgan ve hassas bir kalbi olduğunu düşündüğümden, her türlü aşağılayıcı yazılarına rağmen öfkelenmem, onu antipatik bulmam. Hatta çoğu zaman haklı da bulurum. Bu kitabı da, adından anlaşılacağı gibi beton gibi! Nazi, aile ve akrabalık kavramı, burjuvazi, ideolojiler ve aydınlara birçok göndermenin bulunduğu kitap, esasen yazarın çocukluğunda yaşadığı ilişkiler çerçevesinde yaptığı psikolojik çözümlemelerden oluşuyor. Bernhard, bana kalırsa kimse için yazmıyor. Hatta okuru umursayıp umursamadığı da bir muamma. Kendiyle konuşur gibi, belki de sadece kendi için yazdığından samimi buluyor, bu yüzden de okumayı seviyorum. Yaşasaydı muhakkak benim için de edeceği birkaç söz olurdu zira onun sözlerinden nasibini almamış pek az insan vardır. N’apalım, herkesin bir huyu var işte…

J.M. Coetzee – Utanç

kitap – coetzee
Utanç, J.M. Coetzee

Orta yaşlardaki David Lurie üniversitede edebiyat dersleri verirken, öğrencilerinden biriyle ilişki yaşamaya başlar. Ancak kısa süre sonra genç kız pişmanlık duyar ve durumun açığa çıkmasıyla birlikte David istifa ederek, olaylardan uzaklaşmak üzere kızı Lucy’nin yaşadığı çiftliğe gider. Yürüyüşten döndükleri bir gün, üç adam eve girerek David’I yaralar ve Lucy’e tecavüz ederek kaçıp gider. Oldukça akıcı bir üslubun hakim olduğu hikaye, kurgusundan ziyade olaylar öncesi ve akabinde yapılan tespitlerle öne çıkıyor. Şiddetin hakim olduğu kitapta, karakterlerin hepsi hayatta kalma çabası içindedir. Güney Afrika’da geçen öykünün kasvetli bir havası olduğunu söyleyebilirim. Hayatımda yer edecek, unutamayacağım bir kitap değildi ancak Coetzee’nin tavrı ve tarzı hoşuma gittiğinden diğer kitaplarını da okumayı istiyorum.

Marc Levy – Elle & Lui

kitap – levy
Elle & Lui, Marc Levy

Mina Urgan, ‘Bir Dinozorun Anıları’ adlı kitabında, bir dili iyi konuşmak için mutlaka o dilde kitap okumak gerektiğinden birçok yerde bahsediyordu. Yanılmıyorsam Fransızca’yı kitap okuyarak, kendi kendine öğrenip geliştirmiş. Urgan’ın bu düşüncesine kesinlikle katılmama rağmen çok ender yapabildiğim bir şeydi bu. Derken bir anda silkelendim ve emekle öğrendiğim Fransızca’mı tekrar canlandırmaya karar verdim. Kolay okumak ve anlamak açısından bir aşk hikayesi seçtim kendime. Türkçesi ‘O (kadın) & O (erkek)’ olan kitap nasıl tercüme edildi -yahut edildi mi bilemiyorum- fakat bu, Levy’nin yayımlanan altıncı kitabı. Paris’te yaşayan Amerikalı yazar Paul ile ünlü İngiliz aktris Mia’nın yollarının kesişmesiyle, önceleri arkadaşlık olarak başlayan ilişkilerinin aşka dönüşmesini konu alan kitabı oldukça sıradan buldum. Öyle hafızama kazınacak bir aşk hikayesi olmadığı gibi başlarda sıkıldığımı dahi söyleyebilirim. Sonraları hikaye biraz hareketlenir gibi oldu ancak başta da belirttiğim gibi kitabı okumaktaki amacım kitabın kendisinden çok diliydi. Faydası da oldu.

Marquise De Sade- Sodom’un 120 Günü

Sodom
Sodom’un 120 Günü, Marquise De Sade

Uzun zamandır Sade okumak istiyordum ama okuduklarımı nasıl anlamlandıracağımı, ne gözle okumam gerektiğini bir türlü bulamıyordum. Dücane Cündioğlu’nun bir kitabında bahsi geçse de,  yazılanlar Sade okuması yapacak birinin çok da işine yarayacak şeyler değildi bana göre. Derken Michel Foucault’nun ‘Büyük Yabancı’ adlı kitabının son bölümünün Sade’a ayrıldığını gördüğümde şaşkınlıkla birlikte, keyif yaşadım. Kitap zaten çok güzel bir kitaptı ancak Sade hakkındaki düşünce ve tespitler benim için adeta bir kılavuz oldu. Kitap içerdiği cinsellik, şiddet, mazoşizm, sadizm ve tüm değerleri aşağılamasıyla çoğu kişi tarafından biliniyor. Kitabı okumamış olanlar da filmini izlemişlerdir. Burada Sade’ın eleştirisini yapmak, neyi nasıl ifade ettiğini anlatmak bana düşmez ve beceremem de. Bu yüzden, kitabı okuyacakların öncelikle Foucault’nun yazısını okumalarını tavsiye ederim. Bense iyi yazılmış bir Marquise De Sade biyografisi arıyorum bu aralar.

Jeanette Winterson- Tek Meyve Portakal Değildir

tek meyve
Tek Meyve Portakal Değildir, Jeanette Winterson

Otobiyografik özellikler taşıyan roman, ‘Okunması Gereken 501 Kitap’ arasından seçtiklerimden  biriydi. Annesinin dini baskısı altında büyüyen küçük kızın dine, aile ve sosyal ilişkilere adapte olma çabasını; çocukluktan genç kızlığa geçerken yaşadığı değişimleri, cinsel kimliğinin oluşumunu ve kendi hayatını kurma serüvenini  anlatan  belki de ders niteliğinde bir kitap diyebilirim. Öncelikle anne-kız ilişkisi bağlamında anlatılan hayatı, bir süre sonra genç kızın kendi hayatını kurmaya karar vermesiyle münferit bir yola giriyor belki ama, annesinin etkisi her daim devam ediyor elbette. Anneler çocuklarına kötülük yapmak istemiyor ama hasta bir ruh, hasta düşüncelerden başkasını aktaramıyor işte çocuğuna… 

Michel Tournier – Cuma ya da Pasifik Arafı

kitap – tournier
Cuma ya da Pasifik Arafı, Michel Tournier

Aman Ya Rabbi! Bu nasıl bir kitaptı böyle?!  Tournier bu kitabı nasıl yazmış, o düşünceleri nasıl yazıya dökmüş, nasıl bir kurguyla okura sunmuş ve benim tam da düşündüğüm şeylere nasıl denk gelmiş yazdıkları? Nasıl, nasıl? Kitabı okurken anlamak için bir ton acı çektim ama bir o kadar da keyif aldım. Robinson Crusoe’nun bilindik öyküsünü –ben okumadım-  yeni baştan yazan Tournier, ilginç tespit ve bakış açısıyla okuru iyiden iyiye zorluyor. Robinson’un adadaki yalnızlığı, ötekinin olmayışının onda yarattığı etkiler, kendi cumhuriyetini kurma çabası, ardından Cuma adlı yerliyle karşılaşması, onu ehlileştirmeye çalışması, Cuma’nın tepkileri ve Robinson’un onu izlerken, onunla yaşarken kafasından geçen düşünceler… Bu kitabı anlatmayı nasıl becerebilirim bilmiyorum. Fakat hayatımın o kadar enteresan bir dönemine denk geldi ki, özellikle yalnızlık ve ötekinin önemi noktasında, düşüncelerimi tekrar gözden geçirme ihtiyacı duydum. Tek okumayla anlayabileceğimi sanmıyorum o yüzden birkaç kez daha okurum kitabı. Neyse ki, her okuyuşta yeni fikirler doğuracak, acayip bir eser bu!

J.D. Salinger  – Dokuz Öykü 

kitap – salinger
Dokuz Öykü, J.D. Salinger

Salinger’ın okuduğum tüm kitaplarında özellikle ilgimi çeken bir husus var ki, o da yazarın dil ve üslubu. Bu iyi mi, yoksa kötü mü karar veremiyorum. Dokuz öyküden oluşan bu kitabı için de aynı şeyi söylemek mümkün. Her öyküde farklı tatlar vardı belki ama anlatım o kadar benziyordu ki, sanki hep aynı şeyi okuyormuş hissi yaşadım. ‘Çavdar Tarlasında Çocuklar’ benim için çok özel bir kitap, ‘Franny ve Zooey’I de severek okumuştum. Fakat bu kitabı  hakkında net bir şey söyleyemiyorum. Pek bir yere oturtamadım sanırım.

George Orwell – Paris ve Londra’da Beş Parasız 

kitap – orwell
Paris ve Londra’da Beş Parasız, George Orwell

Önce Hayvan Çiftliği, ardından Papazın Kızı, sonrasında da Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’le gönlümde adeta taht kuran Orwell’in anılarını yazdığı Paris ve Londra’da Beş Parasız şimdiye kadar okuduğum en iyi anı romanlarının başında yerini aldı! Yaşadığı olaylar çok mu ilginçti? Bence hayır. Ama olayları yorumlayışı ve insan tahlilleri çok iyiydi… Bir de buna kah ironi kah hüzün barındıran akıcı ve sade anlatımını eklersem, kitabı ne kadar keyifle okuyacağınızı hayal edebilirsiniz diye düşünüyorum. Ben bayıldım!

Georges Perec – Uyuyan Adam

kitap – perec
Uyuyan Adam, Georges Perec

Şimdi düşünüyorum da, Perec’in Uyuyan Adam’ı, Atılgan’ın Aylak Adam’ını hatırlattı bana, nedense… Kitap isimlerinin benzerliği bir yana, bu iki adamın kalıpların dışında olması, düşünmesi ve hayata tutunamayışlarını benzettim sanıyorum. Ne var ki, Uyuyan Adam her ne kadar roman olarak nitelendirilse de, klasik bir kurgusu olduğunu söyleyemem. Diyaloglardan çok monologlar hakim ve daha çok tasvirler var kitapta. İlgimi çeken, işaretlediğim çok cümle oldu ama buna rağmen herkesin seveceği bir kitap olmayabilir. Hatta belki çoğunluk sıkıcı dahi bulabilir. Ama ben sevdim. Perec okumalarına devam…

Virginia Woolf – Dalgalar

kitap – woolf
Dalgalar, Virginia Woolf

Virginia Woolf’un eserleri alışılmışın dışında bir tarza sahip olduğu ve klasik bir olay örgüsü bulunmadığından kimilerince ya çok seviliyor ya da okuması zor olduğundan tercih edilmiyor. Serbest çağrışım tekniğiyle yazdığı ve daha çok monologların hakim olduğu hikayelerde beni kendine çeken yönlerse, yazarın kullandığı metaforlar ve hikayeye hakim olan duygu yoğunluğu.  ‘Dalgalar’ kitabını okuduğumda aynı keyfi ve hüznü yaşamamın sebebi de bu… Woolf bu kez, üç erkek ve üç kadının hayatını, çocukluklarından yaşlılık dönemlerine kadar, her birinin kendi bakış açısından ve şiirsel bir dille okuyucuyla buluşturuyor. Nedense bana biraz Faulkner’ın ‘Ses ve Öfke’ adlı kitabını anımsattı okurken. Woolf okumak, benim için her defasında farklı tat aldığım bir deneyim oluyor.

Henry Miller – Insomnia 

kitap – miller
Insomnia, Henry Miller

Miller ‘Uykusuzluk’ adlı ince kitabında, yetmiş altı yaşındayken tanışıp aşık olduğu Japon kabare sanatçısından ve bu dönemde yaptığı suluboya resimlerden bahsediyor. Bende çok yer eden bir kitap mı oldu? Hayır, ama kitapta aşka dair güzel ve düşündürücü cümleler olduğunu söyleyebilirim. Keyifle okudum.

Gabriel Garcia Marquez – Benim Hüzünlü Orospularım

kitap – marquez
Benim Hüzünlü Orospularım, Gabriel García Marquez

Marquez, beni kurgularıyla kendine hayran bırakan yazarlar arasında. Özellikle okuduğum diğer kitaplarında bu oldukça öne çıkan bir unsurdu benim için. Bu kitabında ise, doksan yaşında bir adamla on dört yaşındaki bir kızın ilişkisi anlatılmakta. İhtiyar delikanlı, hayatı boyunca parasını ödemediği hiçbir kadınla birlikte olmamıştır ve son zamanlarında yine bildiğini yapmak ister ancak bu sefer baltayı taşa vurur ve aşık olur! Adına bakılırsa, kitapta müstehcen hiçbir sahnenin bulunmaması, bunun yanı sıra aşka ve cinselliğe yapılan atıflar ve düşündürücü cümleler göz önüne alındığında, keyifle okuduğumu söyleyebilirim. Ama yine de favorim hala ‘Yüzyıllık Yalnızlık’.

Albert Camus – Sisifos Söyleni

kitap – camus
Sisifos Söyleni, Albert Camus

Aman Ya Rabbi!!! Bu ne biçim kitap!?!?! Aylardır okumayı bekliyor, meraktan çatlıyordum. Ve çatladım, yani beynim çatladı önce… Sonra okudukça beynim yanmaya başladı, bir ara da erimeye başladı düşünmekten. Sonrasını pek hatırlamıyorum. Elime hemen bir çizgi roman aldım ki kafam yerine gelsin diye… Muhteşem olmakla birlikte, bana göre zor bir kitap ‘Sisifos Söyleni’. Camus’nun derin felsefi bilgi ve birikimleriyle, yaşamı, intiharı ve uyumsuzu irdelediği kitap, denemlerden oluşmakta. Camus’nun diğer kitaplarında, derinliğine insem de yüzeye rahat çıkabiliyor yahut derinliğine tam manasıyla inemesem de bir yönüyle kavrayabiliyordum. Ama bu kitabında kendimi denize atılmış bir taş gibi hissettim. Yüzeye çık çıkabilirsen… Yaşam ne kadar beyhude, kendini tekrar ediyor olursa olsun –ki bunun çaresi de yoktur- tek başına didinmek dahi, insanın yüreğini doldurmaya yeter. Böylece, okuyucu da kitabın sonunda yüzeye çıkar ve bir ‘Oh’ der… Okuyunuz.

Emile Ajar – Uçurtmalar

kitap – ajar 1
Uçurtmalar, Emile Ajar

Emile Ajar’ın külliyatını bitirmeye az kala, bu sefer de elime ‘Uçurtmalar’ı aldım. Alman işgali sırasında Fransa ve Polonya’da geçen hikayede, amcası uçurtma ustası olan bir gençle, bir kızın aşkı anlatılıyor. Ajar’ın kitabında bu sefer özgün bir kurgu var ancak, dil ve üslubunun beni bu kez pek de etkilediğini söyleyemeyeceğim. Çok güzel bir kitap, dokunaklı bir konu, güçlü cümleler var ama bu sefer sanki duygusu az kalmış. Bilemiyorum, belki bunda yazarın gerçek adıyla (Romain Gary) yazmasının etkisi vardır. Evet, usta işi bir roman olabilir ‘Uçurtmalar’ ama bu, yazarın bazı kaygılar gütmediği ve bunun kalemine yansımadığı manasına gelmiyor. Ama neticede Emile Ajar’dır, okunur.

Hermann Hesse – Bozkırkurdu

kitap – hesse
Bozkırkurdu, Hermann Hesse

Harry Haller orta yaşlarda, toplumun değer yargılarına uyum sağlayamayan, hayatından bir türlü memnun olmayan bir adamdır. Harry’e göre kişiliği ikiye bölünmüştür; biri insancıl, yani toplumla uyumlu; diğeri ise bozkırkurdu olarak adlandırdığı yalnız ve uyumsuz tarafıdır. Özetlemek gerekirse kitapta, Harry’nin bu iki tarafının bitmeyen savaşımından bahsedilmekte. Özellikle ilk sayfalardaki monologlar oldukça dikkat çekiciydi. Ruhun iki yönünün savaşı, olaylar ve durumlar karşısında hangisinin nasıl öne çıktığı çok iyi işlenmiş. Hesse, elbetteki çok iyi bir yazar. Bu, kitabında da göze çarpıyor. Öte yandan, kitaptaki karakterin, yazarın kendisi olduğunu söyleyenler de var. Eh, Hermann Hesse ve Harry Haller isimleri arasındaki benzerlik gözden kaçacak gibi değil. Karamsar ve düşündürücü olduğu kesin ancak kesinlikle okunası bir kitap.

Emile Ajar – Polonya’da Bir Kuş Var

kitap – ajar
Polonya’da Bir Kuş Var, Emile Ajar

Jean-Paul Sartre’ın o zamana kadar yayımlanmış en iyi savaş kitabı olduğunu söylediği roman, Polonya’da Alman işgaline direnen gizli bir örgüt ve o örgüt için çalışan iki genç arasında geçen dokunaklı bir aşk hikayesini konu almakta. Bu kitapta Ajar’ın ironik anlatımına rastlamak pek de mümkün değil. Öte yandan, içinde her ne kadar aşk olsa da bu kitap baştan aşağı bir savaş romanı. Güzel, etkileyici ve akıcı bir kitap ancak ben Ajar’ın diğer kitaplarından aldığım keyfi bundan da pek alamadım, maalesef.

Isabel Allende – Paula 

kitap – allende
Paula, Isabel Allende

Isabel Allende’nin kızı, henüz yeni evli genç bir kadınken porfiri rahatsızlığı yüzünden 1991 yılında komaya girer. Bu süreç şüphesiz ki Allende’nin hayatının en karanlık dönemidir. Kızı, bitkisel hayatta öylece yatarken, annenin beklemekten başka yapacak bir şeyi yoktur. Allende, bu bekleyiş boyunca kızına mektup yazarak onu, komada olduğu sırada olanlardan haberdar etmek istemektedir. Böylece genç kadın komadan çıktığında kafası karışmayacak, hayata daha kolay adapte olacaktır. Allende’nin mektup niteliğinde kaleme aldığı satırlar, şimdi ile geçmişin iç içe geçtiği, bir ailenin hatta bir ülkenin  tarihinin anlatıldığı bir romana dönüşür. Oldukça hüzünlü, bir o kadar da ilgi çekici bir kitap ‘Paula’. Benimse Isabel Allende’nin okuduğum ilk kitabı. Anı okumaktan hoşlananalar için de, hem yapısı hem duygusu açısından uygun diye düşünüyorum.

William Faulkner – Ses ve Öfke 

kitap – faulkner
Ses ve Öfke, William Faulkner

Faulkner’ın uzun zamandır okumayı beklediğim romanı, beklediğimden çok farklıydı. Şöyle ki; kitap hakkında hiçbir fikrim olmadığı ve kimseden hakkında hiçbir şey duymadığımdan, sanıyorum kafamda gelişi güzel bir şeyler tasarlamışım. Bilinç akışı tekniğiyle yazılan romanın olay örgüsü biraz karışık. Dört bölüme ayrılan hikayenin her bölümü başka birinin ağzından anlatılıyor. Bir ailenin çöküşünün anlatıldığı kitap kesinlikle çok başarılıydı ancak benim acemiliğime geldi… Aynen Virginia Woolf’un ilk kitabı olan ‘Mrs. Dalloway’de yaşadığım gibi, anlatılanları bir zemine oturtmaya çalıştım ancak zihnimi rahat bırakmamamın bedelini hikayenin içine nüfuz edememekle ödedim. ‘Ses ve Öfke’yi ileriki zamanlarda tekrar okumam lazım, hakkını verebilmek için…

Salman Rushdie – Utanç

kitap – rushdie
Utanç, Salman Rushdie

Yazar, daha çok ‘Geceyarısı Çocukları’ adlı kitabıyla bilinse de, ben kendisini ‘Utanç’la tanıdım. İtiraf etmek gerekirse Rushdie’nin adını daha evvel duymamıştım. Ancak aldığım bir kitapta ‘Utanç’ın okunması gereken romanlardan biri olduğundan bahsedilmesi üzerine kendisini tanımış oldum. Özellikle olay örgüsü ve karakterlerin çokluğuyla dikkat çeken kitap, demokrasisi dejenere edilen bir ülkeden, o ülkenin insanlarından  bahsetmekte. Dikkat çekici ve ilginç bir kitao ‘Utanç’. Benimse en çok dikkatimi çeken, yazarın dil ve üslubu oldu. Çeviriyi yapan kişinin de hakkını teslim etmek gerekir zira satırlar su gibi akıyor. Rushdie okurun gözüne gözüne sokmasa da, ‘Utanç’ın politik bir roman olduğu söylenebilir. Herkesin ilgisini çeker mi bilmem ama okuyanlar beğeneceklerdir.

Jeffrey Eugenides – Middlesex

kitap – eugenides
Middlesex, Jeffrey Eugenides

‘Utanç’tan bahseden aynı kitapta adı geçen romanlardan biri de ‘Middlesex’ti. Kuşaklar boyunca aktarılıp, sonunda Calliope adlı küçük kızın bedeninde şekil bulan genin öyküsünün anlatıldığı kitap, Kurtuluş Savaşı döneminde Bursa’da başlayıp, neredeyse günümüz Detroit’ine kadar yayılan bir dönemi kapsamakta. Yaklaşık seksen yıllık bir aile hikayesini anlatan ‘Middlesex’te aktarılan gen, henüz günümüzde de çok konuşulmayan bir konu: çift cinsiyetlilik… Ne kadın, ne erkek, hem kadın, hem erkek (hermafrodit) kahramanın başından geçenler gerek hüzünle gerek ironiyle anlatılmış. Yazarın dil ve üslubunu oldukça başarılı buldum ancak Yunan asıllı yazarın Pulitzer Ödülü alan romanı ne Yunanistan’da ne de Türkiye’de okunmuş. Çok beğendiğimi söylemeyeceğim ama okunabilir.

Vüs’at O. Bener – Kapan 

kitap – bener
Kapan, Vüs’at O. Bener

‘Kapan’ı da ‘Kör Baykuş’u alırken almıştım. Çok kalın kitaplardan sonra biraz hafiflemek için hem kaliteli, hem de kısa zamanda okuyacağım kitaplar baktığım bir gündü. Bener’I de ilk okuyuşum… Yaşam ve ölüm hakkında öykülerden oluşan kitap, aynı zamanda yazarın son öyküleri. Bener’in bunları hastalıklarıyla boğuşurken yazdığını düşünürsek, kitaba hüzünlü bir havanın hakim olduğunu belirtmeye gerek kalır mı bilemiyorum. Ancak, şiirsel bir anlatıma sahip olmakla birlikte, cümleler çok gerçekçi ve bir o kadar da etkileyici. Çok severek okudum.

Jean-Paul Sartre – Sözcükler

Hayatımda okuduğum en iyi otobiyografik roman! Sartre’ın kaleminden hayatını okumak ayrı bir keyif, o satırların edebi değerine vakıf olmak ve üstüne, o satırlarda onun felsefesinin  nasıl oluşmaya başladığına şahit olmak da muazzam bir deneyimdi. Babasız büyüyen ve bundan gocunmayan Sartre’ın, annesinin ailesi tarafından yüceltilerek büyütülmesi, onun bu duruma bakışı, bu çerçevede olayları yorumlayışı, ilk hayal kırıklığı, inanç sistemini oturtmasında dönüm noktası olan olaylar ve daha bir çok şey kitapta mevcut. Sanıyorum ‘ Ölmeden Önce Okumanız Gereken 1001 Kitap’ kitabında şimdiye kadar yaptığım en iyi 3-5 tercihten biri bu oldu. Herkes keyif alır mı bilemiyorum ama özellikle Sartre okuyan ve seven herkes okumalı!

Thomas Hardy – Çılgın Kalabalıktan Uzak

kitap – hardy
Çılgın Kalabalıktan Uzak, Thomas Hardy

Kendine miras kalan bir çiftliği yönetmeye çalışan genç ve güzel bir kadın ve çevresindeki üç erkekle yaşadığı gel-gitlerle dolu ilişkileri konu alan, arka planında müthiş bir manzara ve doğanın eşlik ettiği; aşk, gurur ve ihaneti konu alan bir kitap. İngilizce’den okuduğum için dil ve üslubu hakkında söyleyeceklerim bir şey ifade eder mi bilemiyorum ama Türkçe’ye de başarılı bir şekilde çevrildiğine eminim. Buna istinaden eğlenceli bir dili olduğunu düşünüyorum. Kolay okunan ve keyifli bir kitap. Bana biraz Jane Austen’in tarzını da hatırlatmadı değil. Bir klasik olarak okumam gerekiyordu ama çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim.

Marlo Morgan – Bir Çift Yürek 

kitap – morgan
Bir Çift Yürek, Marlo Morgan

Evet, evet, evet… Çok satanlardan bir kitap okudum. Eskilerin çok satanlarından olsa da… Neyin gazına geldiğimi biliyorum. Bütün suç, Göğü Delen Adam’ın! Kabile hayatını ve o insanların, modern insana –hala ne demek olduğunu çözebilmiş değilim- bakış açısına olan merakımdı bu kitabı seçmemdeki sebep. Kitap, güzel… O kadar. Etkilendim mi? Hayır. Çok daha etkileyici kitaplar okudum. Tamam yazarın hakkını yemek istemem, özellikle son sayfalarda kaleme aldığı bazı cümleler hoşuma gitti, sadece o. Okumasaydım bir şey kaybeder miydim? Hayır.

Hans Fallada – Herkes Tek Başına Ölür

kitap – fallada
Herkes Tek Başına Ölür, Hans Fallada

Everest Yayınları’nın ilk defa Türkçe’ye çevirip Dünya Klasikleri kapsamında yayımladığı kitap, 1940’ların Berlin’inde yaşayan bir çiftin oğullarının cephedeki ölüm haberiyle sarsılarak, iki kişi dahi olsalar, faşizme direnişlerini konu alıyor. Fallada’nın gerçeklerden esinlenerek kaleme aldığı hikaye oldukça ilgi çekici. Yazarın akıcı bir üslubu olduğunu da söylemem gerekir. Ancak okuduğum diğer Nazi konulu kitaplar benim için bundan daha etkileyiciydi. II. Dünya Savaşı ve Hitler sürecini hep merak eder, özellikle okumaya çalışırım. Şimdiye kadar birçok kitap okudum bu konuda. Ama aklımda en çok yer edeni Primo Levi’nin kaleminden Bunlar Da Mı İnsan’dır. Özellikle işkence gören Yahudilerin yaşadığı ruhsal iniş çıkışları müthiş etkileyici bir şekilde yansıtır. Kalp daralması sebebidir.

Albert Camus – Veba

kitap – camus
Veba, Albert Camus

Çok etkilendiğim ve okuduğum ilk romanı olan ‘Yabancı’dan sonra, sanıyorum Camus’nün ‘Veba’sı hemen ikinci sırada yerini alacak. Felaketin yazgıya dönüşmesini, kentte yaşanan veba salgınıyla okuyucuya sunan Camus, etkileyici gözlem yeteneği ve insanı beyninden vuran cümleleriyle okuyucuya sunuyor. Önü alınamaz ve gittikçe ciddi safhalara ulaşan veba salgınıyla karanlık bir tablo sunulsa da, doktor ve yetkililerin dayanışmasıyla bir umudun varlığına da dikkat çekilmekte. Hayat saçmadır, yenilgiler ve kötülükler olacaktır ama yenileceğiz diye de savaşmayacak değiliz ya…

Erich Scheurmann – Göğü Delen Adam

kitap – scheurmann
Göğü Delen Adam, Erich Scheurmann

Avusturalya’daki Samoa Adası’nda yaşayan kabilelerden birinin şefi olan Tuiavii, beyaz adama, onun dünyasına, yaşayışına ve hayat tarzına dair düşünce ve fikirlerini kabilesindeki diğer insanlarla paylaşır. Yazar Scheurmann ise, yaşadığı hayattan sıkılmış, sakin bir yerde kafa dinlemek istemektedir. Böylece bu iki adamın yolu kesişir ve yazar, Tuiavii’nin konuşmalarını dinleme şansına erişir. Bir süre sonra ülkesine döndüğünde de, dinlediği konuşmaları kitaplaştırır. Yayımlandığı dönemde oldukça dikkat çeken kitap, bana göre günümüzde de geçerliliğini korumakta, okuyucuyu etkilemekte. Bir kabile reisinin gözünden beyaz adama bakış, bize bakış ve bu yolla kendimize bakma şansımız… Kitaba sabah başlayıp, akşam bitirdiğimi belirteyim. 

Umberto Eco – Gülün Adı

kitap – eoco
Gülün Adı, Umberto Eco

Bundan senelerce evvel bir hocamın, bir gecede bitirdiğini söylerek çok övdüğü bir kitaptı ‘Gülün Adı’. Normal şartlarda kitabı meraktan hemen alıp okumam gerekirken, neredeyse on sene sonra okuyor olmamın, zamanla, mekanla ve daha da önemlisi kendimle bir alakası olduğu şüphesiz. Orta Çağ İtalya’sında geçen ve manastırdaki yedi günü anlatan polisiye hikayede, tarikatlar arasındaki ayrılıklar, Papa ve İmparator arasındaki iktidar savaşı, manastırda işlenen esrarengiz cinayetler ve ortalıkta dönen entrikalar konu ediliyor. Bu daha çok kitabın kurgusal yönü. Anlatıcı Adso ve Rahip William arasında geçen konuşmalar ise romanın felsefi yönüne dikkat çeker nitelikte. Ben birkaç günde okudum ama evet, kesinlikle bir gecede de okunabilinecek kadar ilgi uyandıran, sürükleyici bir roman. ‘Baudolino’ da kesinlikle çok iyi bir romandı ancak ‘Gülün Adı’ en azından şimdilik, Eco kitapları içinde favorim.

Herman Melville – Billy Budd

kitap – melville
Billy Budd, Herman Melville

‘Katip Bartleby’ı okurken Herman Melville’I çok seveceğimi anlamıştım. Ardından okuduğum ‘Moby Dick’le bu hissiyatım güçlenince artık sıra ‘Billy Budd’a geldi… Melville’in tamamlayamadan hayata gözlerini yumduğu kitapta, Billy Budd adında yakışıklı, güçlü, kuvvetli, okuma- yazması olmayan, oldukça saf bir denizcinin talihsiz bir olay sonucu idam edilmesi anlatılıyor. Yine yüreklere dokunan bir kurgu, yine enfes bir dil ve üslup, yine çarpıcı metaforlar… Ne diyebilirim ki, bu adam bir harika dostum! Filmini mi izlersiniz –ki ben tabii ki izlemedim- kitabını mı okursunuz bilmiyorum ama ne yaparasanız yapın ve bunu atlamayın.

Stefan Zweig – Karışık Duygular

kitap – zweig
Karışık Duygular, Stefan Zweig

Benim de, son okuduğum kitaplarından sonra, Zweig’la ilgili kafam karışık. Bunu asla bir yazar eleştirisi olarak algılamayın ancak çıtayı öyle bir yere koymuşum ki, bir türlü aşamıyorum. Genç bir ünversiteli ile, olgun bir profesörün yollarının kesişmesi ve yaşadıklarını anlatan öykü, yine şaşırtıcı bir sonla nihayete eriyor ama bende bir şaşkınlık yarattı mı diye sorarsanız, hayır. Derin ve etkileyici psikolojik tahlillerin dışında Zweig’ın okuduğum son öykülerinde beni etkileyen hiçbir şey bulamıyorum. Gözlerim hep bir ‘Satranç’ı, hep bir ‘Amok Koşucusu’ ve o kitaptaki diğer öyküleri arıyor… Ama bu durum Zweig’ın bendeki yerine halel getiriyor mu? Hayır, elbette. Okumaya devam…

Mihail Bulgakov – Usta ile Margarita

kitap – bulgakov
Usta ile Margarita, Mihail Bulgakov

İlginç bir kurguya sahip olan kitap, iki farklı zamanı anlatmakta. Stalin dönemi Moskovası’nda geçen kitabın diğer bölümü İsa’nın çarmıha gerilme olayını farklı bir şekilde anlatırken, kitabın sonuna doğru yoğunlaşan Usta ve Margarita arasındaki aşkla roman nihayete eriyor. 20. yüzyılın en iyi romanlarından biri olarak bilinen kitap, fantastik bir kurguya sahip. Ancak, ben romanı içselleştirebildiğimi söyleyemeyeceğim. Şimdiye kadar az rastladığım bir kurguya sahip olduğu kesin. Ama halen bilemediğim bir şeylerden ötürü kurgunun içine giremedim. Belki birkaç sene sonra tekrar okurum.

Stefan Zweig – Bir Kadının Yaşamından Yirmidört Saat

kitap – zweig
Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört Saat, Stefan Zweig

Bir grup tatilcinin kaldığı pansiyonda, genç ve yakışıklı bir adamla, yaşça kendisinden büyük ve evli bir kadının birlikte kaçışı tatilciler arasında dedikoduya sebep olur. Dedikoduları dinleyen ve kadını koruyan anlatıcı, grubun tepkisini çekerken, grupta bulanan Bayan C. anlatıcıyla özel olarak konuşmak ister. Bayan C. hayatının itirafını yapmak için anlatıcıyı seçmiştir. Zweig yine, yeniden ve her zaman olduğu gibi psikolojik tahlillerle öne çıkan öyküsü bana göre vasattı. Sanıyorum ‘Amok Koşucusu’ndan sonra beğenmem biraz zor olacak. Ancak yine de psikolojik öykülerden hoşlananlar için birebir.

Gabriel Garcia Marquez – Kırmızı Pazartesi

kitap – marquez
Kırmızı Pazartesi, Gabriel García Marquez

Çantanızın olmazsa olmazı nedir bilmiyorum ama, cüzdan ve telefonum dışında almadan asla çıkmayacağım iki şey var ki, biri mevsim ne olursa olsun güneş gözlüğüm (migren sahipleri bilir ne demek istediğimi) diğeri de kitabım. Ne ki, o melun gün çantama kitabımı koymayı unutmuşum. Bunu, bekleme sırasında çantama elimi attığımda anladım. Kısa bir panik havası yaşayarak ve yayarak en yakın kitapçıyı nerede bulabileceğimi düşünmeye başladım. Ve aha! İşte karşımda duruyordu; çıtır çerez, balon kitapların çok satanlar bölümünde gırla gittiği, antipatik bulduğum kitapçılardan biri… Olsundu, yapacak bir şey yoktu, denize düşen yılana sarılırdı. Dükkana girip hızla ‘Dünya Edebiyatı’ bölümüne seyirttim ve kısacık bir göz gezdirmeden sonra kaptığım gibi ‘Kırmızı Pazartesi’yi, ödememi yaptım ve huzurlu bir şekilde sıramı beklemeye koyuldum. Bütün kasabanın işlenecek cinayeti bildiği ancak kimsenin engel olmadığı bir namus davasını anlatan kitap, Marquez’e her zaman olduğu gibi hayran bırakacak nitelikte. Henüz kitabın ilk sayfalarından itibaren cinayetin işleneceğini bilerek okumaya başlıyorsunuz. Adım adım cinayete doğru gidiyor, bu yolculukta sizin gibi, kasabadaki herkesin bundan haberi olduğunu, ancak kimsenin bu cinayeti durdurmaya tenezzül etmediğini görüyorsunuz. Herkesin bildiği, buna rağmen kimsenin engel olmadığı bir cinayetin hikayesi… Kesinlikle okunmalı!

Stefan Zweig – Bir Kalbin Ölümü/ Mürebbiye 

kitap – zweig
Bir Kalbin Ölümü / Mürebbiye, Stefan Zweig

Zweig’ın, insanın içine işleyen psikolojik tahliller yaptığı öykülerinden ilki, bir babanın ailesinden uzaklaşmasını ve iç dünyasında yaşadıklarını anlatırken; ikincisi iki kardeşe öğretmenlik yapan genç mürebbiyenin, ev sahibinin akrabasıyla olan ilişkisini ve ailede yaşattığı duyguları anlatıyor. Şimdiye kadar birçok Zweig kitabı ve öyküsü okumuş biri olarak bu iki öyküyü duyguları yansıtışı açısından yine çok başarılı ancak kurgu açısından vasat buldum.

Thomas Mann – Aldanan Kadın

kitap – mann
Aldanan Kadın, Thomas Mann

Benim için ikinci bir Zweig olur mu diye, nerede Mann’ın kitabını görsem aç bir kurt gibi saldırıyorum zira ‘Değişen Kafalar’ kitabını ne kadar beğendiğimi önceki yazılarımda okumuştunuz. Ancak ‘Aldanan Kadın’da aradığımı bulduğumu söylersem yalan olur. Kızına İngilizce dersi vermeye gelen genç öğretmene aşık olan altmışlı yaşlarındaki Rosalie, ne pahasına olursa olsun aşkının peşinden gitmeye kararlıdır. Ama zamanı durdurmak pek de mümkün değildir… Mann’ın ölümünden önce yazdığı bu öykü, psikolojik tahlillerle öne çıksa ve bir okur olarak beni etkilese de, öykünün bütününe baktığımda bende uyandırdığı beğeniyi ancak vasat olarak değerlendirebiliyorum.

Virginia Woolf – Deniz Feneri 

kitap – woolf
Deniz Feneri, Virginia Woolf

Ah… Ne güzel kitaptı ya hu! Woolf’un ölen anne- babasından yola çıkarak yazdığı kitabın bir kısmında bilinç akışı tekniği kullanılıyor. Bilinç akışı tekniği, evvelden beni zorlar, cümleleri takip etmekte, olayları kavramakta sıkıntı yaşarken, bir süre sonra cümleleri akışına bırakıp, herhangi bir kaygı gütmeksizin okumaya başlamamla birlikte, bilinç akışı tekniğinden oldukça keyif almaya başladım. Bir çiftin ve onların etrafında yaşanan olayların gözlemlendiği, kahramanların iç seslerinin de eşlik ettiği roman, pek bir hüzünlüydü… Bazı cümleler yine ne kadar basit ve fakat ne kadar gerçek, ne kadar etkileyiciydi… Kesinlikle okunmalı!

Italo Svevo – Zeno’nun Bilinci

kitap – svevo
Zeno’nun Bilinci, Italo Svevo

Zeno Cosini, psikanalize olan inancını yitirip tam da işler yoluna girerken terapiyi bırakınca Doktor S.’yi oldukça öfkelendirir. Bunun üzerine doktor, Zeno’nun terapi süresince yazdığı öz yaşam öyküsünü yayımlar. Ancak Zeno terapiye dönerse, yayından kazanacağı yüklü geliri Zeno’yla paylaşacaktır. Kitap boyunca Zeno’nun hayatında önemli yer teşkil eden olayları, bu olaylara bakış açısını ve kısaca, kendini analiz edişini okuyoruz. Evhamlı, bencil, aylak bir burjuva olan Zeno yaşamı, tedavisi olmayan bir hastalığa benzetmekte. Onun yazdıklarını okurken, bir süre sonra kendimi onun terapisti gibi hissetmeye başladım. Tezer Özlü’nün de ‘Yaşamın Ucuna Yolculuk’ kitabında bahsettiği Zeno, bu yaşama illetiyle nasıl başa çıkacağını keşfetti mi? Onu da okuyup göreceksiniz.

Stefan Zweig – Merhamet

kitap – zweig
Merhamet, Stefan Zweig

Bir süvari subayı olan Hofmiller’ın genç bir kötürüm kıza duyduğu merhamet, bir süre sonra kontrolden çıkarak tehlikeli bir hal almaya başlar. Ancak, Hofmiller’ın bu istemsizce sürüklenişe dur demesi pek de kolay olmayacaktır. Dilimize ‘Acımak’ olarak da çevrilen kitap, Zweig’in klasik, temposu asla düşmeyen ve psikolojik tahlillerle öne çıkan eserlerinden yalnızca biri. Her hikayede işlediği farklı duyguları okuyucusuna hissettiren ve bu becerisini sürpriz sonlarla taçlandıran Zweig, özel bir yazardır ve kesinlikle okunmalı ve tanınmalıdır. Bu kitabını da elimden bırakamayarak okuduğumu belirtmeme gerek yok sanırım.

Roberto Bolano – 2666

kitap – bolano
2666, Roberto Bolano

Birbirini tamamlar nitelikte ayrı ayrı beş kitaptan oluşan kitap, toplamda yaklaşık 1000 sayfa şeklinde bir bütün olarak basılmış. Bolano’nun ölümle yarışarak yazıdığı 2666, ilginç kurgusu, akıcı anlatımı ve özgün karakterleriyle, şimdiye kadar okuduğum birçok kitaptan farklıydı. Cinayet, sanat, savaş, edebiyat ve felsefenin iç içe geçtiği hikaye kimi zaman kafa karıştıp, olayları birbirinden bağımsızmış gibi hissettirse de, son bölümle birlikte okuyucu, neyin niçin olduğunu kavrayıp olaylar ve kişiler arasında köprü kurabiliyor. Rahatlıkla okunan bir kitap olduğunu söyleyemem. Dikkatli ve uyanık olmak gerekiyor. Bu yüzden fazla seri akamayabilir ancak özellikle iyi kitaplar okumak isteyenler için ideal olduğunu düşünüyorum. Kesinlikle çok beğendim.

Thomas Mann – Venedik’te Ölüm 

kitap – mann
Venedik’te Ölüm, Thomas Mann

Yaşadığı sıkıntı ve kaygılardan uzaklaşmak için Venedik’e gemi yolculuğu yapan ünlü bir yazarın, yolculukta ve bunun akabinde Venedik’te yaşadığı olay ve durumları konu olan uzun öykü kitabı, yazarın daha evvel okuduğum ‘Değişen Kafalar’ kitabından oldukça farklı. Aynı tadı aldığımı söyleyemesem de ‘Venedik’te Ölümü’ de severek okudum. Aşk, ölüm, güzelik ve sanat konularını işleyen öykü Mann’ın dikkat çeken kitapları arasında yer alsa da, ben oyumu şimdilik ‘Değişen Kafalar’dan yana kullanmaya devam ediyorum…

Necib Mahfuz – Midak Sokağı

kitap – mahfuz
Midak Sokağı, Necib Mahfuz

Kahire’nin fakir sokaklarından birinde yaşanan olayları anlatan kitap, Abbas adlı genç bir adamın Hamide’ye duyduğu aşkı konu alsa da, bu konu etrafında yer alan insanların hayatına da nüfus ediyor. Oldukça sıradan bulduğumu söylemeliyim. Ne kurgu, ne karakterler ne de derinlik manasında bana hiçbir şey katmadı kitap. Belki de kitabın talihsizliği ‘Heba’dan sonra okumamdan kaynaklanıyordu bilemiyorum. Ama neticede, kitabı bitirdikten sonra vakit kaybetttiğimi düşünmedim değil. Okumasam da olurmuş.

Thomas Mann – Değişen Kafalar

kitap – mann
Değişen Kafalar, Thomas Mann

Bir Hint efsanesinin anlatıldığı kitabın ayrıntılarına girmeyeceğim çünkü birkaç satırda bunları anlatabilmem imkansız. Ancak, size işinize yarayacak bir tüyo verebilirim ki o da, kitabı elimden bırakamadığımdır. Hikayeyi, karakterleri ve özellikle hikayedeki derinliği çok ama çok beğendim. Kesinlikle tavsiye ediyorum!

Emile Ajar – Kral Salomon’un Bunalımı

kitap – emile ajar
Kral Salomon’un Bunalımı, Emile Ajar

Jean, kendi halinde iyi niyetli bir taksicidir. Bir gün yine işe çıktığında yaşlı ama oldukça dinç bir adam taksisine biner. Bu adam II. Dünya Savaşı’nı yaşamış, ardından hazır giyim kralı olmuş, şimdi de servetini yoksullara dağıtan Kral Salomon’dan başkası değildir. İyi yürekli Jean, yoksullara yardım etmek için Kral Salomon’la çalışmaya başlar ve böylece ihtiyar delikanlının büyük sırrını da bir süre sonra öğrenir. Emile Ajar’ın çok sevdiğim, mükemmel üslubu ve kalplere dokunan hikayesiyle ilgi ve merakla okuduğum bir kitaptı. Yani Ajar, beni yine hayal kırıklığına uğratmadı. Kesinlikle tavsiye ederim.

D.H. Lawrence – Oğullar ve Sevgililer 

kitap – d.h. lawrence
Oğullar ve Sevgililer, D.H. Lawrence

Okunması gereken kitapları internette araştırırken karşıma çıkan kitap, 20. yüzyılın en iyi yüz romanı listesinde yerini almakta. Otobiyografik özellikler taşıyan romanda, Paul ve annesi Gertrude’un karmaşık ve bana göre biraz da hastalıklı ilişkisinden bahsedilmekte. Gertrude’un oğluna aşırı derecedeki düşkünlüğü, genç adamın hayatını derinden etkiler, hayatına giren hiçbir kadınla mutluluğu yakalayamaz. Bununla birlikte, bu duygular Paul’ün babasıyla olan ilişkisini de etkiler. Baştan sona, anne-oğul arasındaki ilişkiye ve karakterlerin ruhsal çözümlemelerine eğilen kitap ne yazık ki beni pek etkilemedi. Daha farklı bir hikaye düşündüğümden, beklentilerimi yüksek tuttuğum için de hayalkırıklığı yaşamış olabilirim.

Albert Camus – Tersi ve Yüzü

kitap – albert camus
Tersi ve Yüzü, Albert Camus

Uzun zamandır Camus okumuyordum. Favorim olan ‘Yabancı’ ve daha sonra okuduğum ‘Düşüş’ten sonra sıra ‘Tersi ve Yüzü’ne geldi. Camus’nun gençliğinde yazdığı denemelerden oluşan kitap, elbette derin ve düşündürücü cümlelerle dolu. Severek ve ilgiyle okudum ancak ‘Yabancı’dan aldığım tadı henüz Camus’nün diğer kitaplarından alamadım. Bu, kitabı beğenmediğim anlamına gelmiyor elbette. Sadece, diğeri kadar sevmediğim anlamına geliyor.

Panait Istrati – Kodin

kitap – panait istrati
Kodin, Panait Istrati

Bu ayın ikinci kez okuyacağım kitabıydı ‘Kodin’. Panait Istrati’nin duru ve etkileyici anlatımıyla su gibi akan, akarken okuyucusunu düşündüren ve kalbine dokunan müthiş bir öykü. Mahalleye yeni taşınan küçük Adrien ve iri yarı, kaba ancak merhametli Kodin’in dostluğunu anlatan, finaliyle ise beni benden alan kitap, seneler evvel ortaokulda okuduğumda neler hissetmişsem, aynı duyguları yeniden yaşamama sebep oldu. Yanlış okumadıysam, Türkiye’de bir dönem yasaklanmış bu kitap. Gerekçesini bilemiyorum ancak, her yaştan insanın, her dönem okuyabileceği, okuması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum.

Joanne Greenberg – Sana Gül Bahçesi Vadetmedim

kitap – joanne greenberg
Sana Gül Bahçesi Vadetmedim, Joanne Greenberg

Joanne Greenberg’in kendi hayatından yola çıkarak yazdığı kitapta, şizofren bir genç kızın yatırıldığı hastanede yaşadıkları anlatılmakta. Dış dünyaya tahammül edebilmek için, kendine ait bir iç dünya yaratan ve bir süre sonra çatışmaya başlayan bu iki dünya yüzünden sıkıntı yaşayan genç kızın, müthiş hayal gücüne tanıklık etmek oldukça ilgi çekiciydi. Bu tip hastaların iç dünyasını merak edenlerin merakla okuyacağını düşünüyorum.

Haruki Murakami – Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu

kitap – haruki murakami
Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu, Haruki Murakami

Kitabın konusu burada anlatamayacağım kadar uzun ve komplike. Ancak fantastik görünümlü, metaforik öğelerle süslenmiş, tempolu bir kitap olduğunu söyleyebilrim. Adı gibi uzun bir kitap olmasına rağmen, seri bir şekilde okudum. Kurgu açısından da beğendim ancak, çoğu insanın aksine Murakami’ye öyle derin bir hayranlığım yok. Hatta hayran olduğumu bile söyleyemem. Bana göre Murakami biraz şişirilen bir yazar. Kitaptaki benzetmeler, çağrışımlar, dikkat çekilen noktalar iyi hoş da, hiçkimsenin evvelden düşünmediği şeyler değil. Yani, kurgu ve karakterler dışında yeni bir şey almadım kitaptan. Yine de, hazır yaz yaklaşıyorken, bir tatil kitabı olabileceğini de belirtebilirim.

Umberto Eco – Baudolino

kitap – umberto eco
Baudolino, Umberto Eco

Eco’nun okuduğum ilk kitabı olduğu için oldukça heyecanlıydım. Karakterlerin fazlalığı sebebiyle ilk 50 sayfada biraz sıkıntı yaşasam da, adapte olduktan sonra kitap su gibi akıp gitti. Kitapta, Baudolino adlı genç bir adamın İmparatorla yakınlık kurmasıyla birlikte gelişen olaylar anlatılmakta. Bizanslılardan Latinlere, Haçlı seferlerinden binbir türlü dalaverelere kadar, baştan sona temposu düşmeyen ancak dikkat verilerek okunması gereken bir hikaye. Biraz erkeksi bir kitap gibi görünse de, araya serpiştirilen aşklar sayesinde hikaye biraz da olsa yumuşuyor. Kitabı daha iyi kavrayabilmek için ileriki yıllarda tekrar okumayı düşünüyorum.

Gabriel G. Marquez- Yüzyıllık Yalnızlık

kitap – marquez
Yüzyıllık Yalnızlık, Gabriel García Marquez

‘’Kolera Günlerinde Aşk’’tan sonra, yazarın okuduğum ikinci kitabı ‘’Yüzyıllık Yalnızlık’’. Marquez’i az çok herkes bilir. Kurgusu, tasvirleri, dil ve üslubuyla ustalığını okuyucuya sonuna kadar hisettiren, okuyucusunu etkisi altına alan bir yazar. Bu kitabında da, lanetlenmiş bir soyun kalabalıklar içindeki yalnızlığını, müthiş bir şekilde anlatmış. Çocukluğunda yaşadığı olaylardan yola çıkarak bir kurgu oluşturan yazar, gerçek ve hayal gücünü öyle güzel harmanlamış ki, okurken kendisine hayran kaldım. İlk sayfadan son sayfaya kadar, düşmeyen temposu ve sürekli olan olaylarla, hikayeyi kaçırmamak için dikkatlice okunması gereken bir kitap. Bu kadar insan kalabalığı, bu kadar olay varken, yalnızlık bunun neresinde? Yalnızlık tam da kalabalığın içinde…

Julio Cortazar- Cinayeti Gördüm

kitap – julio cortazar
Cinayeti Gördüm, Julio Cortázar

Belki bir sonraki öyküde konsantre olurum diye pes etmeden okuduğum ancak bir türlü içine giremediğim, dolayısıyla hakkında bir şey hatırlamadığım bir kitap. Biraz mahçubiyet duysam da, yapabileceğim bir şey yok. Öyküler güzel ama bana mı hitap etmedi, üslubu mu uymadı yoksa elektiriğim mi tutmadı yazarla bilemiyorum. Belki birkaç sene sonra tekrar okurum.

Anthony Burgess- Bir Elin Sesi Var

kitap – anthony burgess
Bir Elin Sesi Var, Anthony Burgess

Anthony Burgess kullandığı dil ve üslubuyla beni kendine hayran bırakan yazarlardan biridir. Öyle ki, başka hiçkimseye benzemeyen özgün ve çarpıcı kurguları bile benim için ikinci sırada yerini alıyor. ‘Otomatik Portakal’dan sonra okuduğum ikinci kitabı olan ‘Bir Elin Sesi Var’ da, materyalizme ve dünyanın git gide çürümesine müthiş bir öfke duyan Howard ve karısının öyküsü anlatılmakta. Belirtmeme gerek var mı bilmiyorum ama elbette çok beğendim.

Maya Angelou- Kafesteki Kuş Neden Şakır, Bilirim

kitap – maya angelou
Kafesteki Kuş Neden Şakır, Bilirim, Maya Angelou

Otobiyografi türünde yazılmış, yedi kitabın ilkinde, yazarın üç yaşından ergenliğe kadar yaşadıkları, ırkçılık ve şiddetin gölgesinde anlatılmakta. Okuyucuda ilgi, merak ve biraz da öfke uyandıran bir kitap.

Emile Ajar- Kadının Işığı

kitap – emile ajar
Kadının Işığı, Emile Ajar

Yazar, diğer kitaplarından farklı bir kurgu ve üslupla karşımızda. ‘Onca Yoksulluk Varken’ ve ‘Koca Tembel’ sayesinde sıkı bir Romain Gary (Emile Ajar) hayranı olduğumu beni takip edenler gayet iyi biliyor. İki kitabında da yalnızlık ve dostluk üzerinde duran yazar, bu sefer kadın- erkek ilişkisine değinmiş. Bu sefer ki anlatımı ironiden yoksun, oldukça hüzünlü ve depresif. Ama bu durum altını çizdiğim onlarca satır olmasına engel olmadı tabii ki. Çok sevdim, çok hüzünlendim, çok beğendim. Şu an hatırlamadığım bir yazarın kitabında, Romain Gary’nin en iyi kitabının ‘Kadının Işığı’ olduğunu yazmıştı. En iyi kitabı mı henüz bilmiyorum ama çok iyi olduğu kesin!

Stefan Zweig- Amok Koşucusu

kitap – zweig
Amok Koşucusu, Stefan Zweig

Stefan Zweig’in, benzer olaylarla sonlandırdığı ancak, birbirinden farklı ve gerek kurguları, gerek karakterleri, gerek dil ve üslubuyla okuyucuya kendisini unutturan muhteşem bir öykü kitabı. Ben tek kelimeyle bayıldım. Kitapla ilgili ayrıntılı yazımı merak edenler Kafkaokur sitesinden okuyabilirler. Ya da direkt kitabı da edinebilirsiniz bence. 

Andre Gide- İmmoralist

kitap – immoralist
İmmoralist, André Gide

Fransa’da ilk defa yayımlandığında, bazı kesimler için şoke edici olan kitap, ne yazık ki bende aynı etkiyi yaratmadı. Seneler sonra, içlerinden birinin yardım istemesiyle dört eski arkadaş bir araya gelir. Ne var ki, diğer üç arkadaşın dinlemekten başka yapacak bir şeyleri yoktur. Çünkü, onları çağıran arkadaşının tek isteği hayatını anlatmaktır. Anlatır da… Ama ben, ya öykünün içine giremediğimden ya da anlatılmak isteneni kavrayamadığımdan bilmiyorum, çarpıcı bulmadım. Seri okunan, özgün bir hikayeydi, o kadar.

Panait Istrati- Sokak Kızı

kitap – sokak kizi
Sokak Kızı, Panait Istrati

Panait Istrati’nin seneler evvel okuduğum ‘Kodin’ adlı kitabının konusunu net olarak değil ama, okurken ne kadar keyif aldığımı ve finalinde nasıl tüylerimin diken diken olduğunu çok net hatırlıyorum. Yazarın bu kitabında da aynı hisleri yaşadığımı söyleyebilirim. Çok sıradan giden bir hikayede, hiç beklenmedik bir anda, hiç beklemediğim şeylerin olması, Istrati’nin en sevdiğim yönleri arasında. Ben çok severek okudum, tavsiye ederim. 

Boris Vian- Mezarlarınıza Tüküreceğim

kitap – boris vian
Mezarlarınıza Tüküreceğim, Boris Vian

Yazarın Vernon Sullivan takma adıyla yazdığı kitap, abisi, beyaz ırktan bir kıza aşık olduğu için ırkçılar tarafından öldürülen yakışıklı bir gencin, insanlardan intikam almasını anlatır. Oldukça şiddet içeren bir kitap. Buna rağmen rahat ve seri bir şekilde okunuyor. Benim etkilendiğim yerler oldu ama bana göre ‘Günlerin Köpüğü’ çok daha etkileyici ve unutulmaz bir kitaptı.

Italo Svevo- İyi Yürekli Yaşlı Adamla Güzel Kızın Öyküsü

Svevo
İyi Yürekli Yaşlı Adamla Güzel Kızın Öyküsü, Italo Svevo

Yaşlı bir adamın, genç ve güzel bir kızı sevmesi ve istemesiyle başlayan bu kısa kitapta Svevo, ahlak, bencillik, ikiyüzlülük, vicdan ve toplum konularını sade ancak etkileyici bir biçimde irdelemiş. Kolay okunan, son derece akıcı ancak hazmı zor olabilecek kitaplardan. Sırada ‘’Zeno’nun Bilinci’’ var…

Jerzy Kosinski- Şeytan Ağacı

Jerzy Kosinski Şeytan Ağacı
Şeytan Ağacı, Jerzy Kosinski

Yakışıklı ve genç bir adamın tükeniş hikayesinin anlatıldığı kitap, bana göre ‘’Boyalı Kuş’’un yanından bile geçemez. Yazarı Kosinski olmasaydı muhtemelen yarım bırakırdım ama onun hatırına bile zor bitirdim. Sevemedim.

J.D.Salinger- Franny ve Zooey

frannyandzooey
Franny ve Zooey, J.D. Salinger

Franny ve Zooey yirmili yaşlarda iki kardeştir. Franny, bencillik ve sahtelikten bıkmış bir kızken, ondan beş yaş büyük ağabeyi Zooey, zeki ancak hisleri törpülenmiş biridir. Bu kısa kitapta, iki kardeşin toplum, eğitim, din ve insanlar hakkındaki düşünceleri ve sorgulamaları bulunmakta. Salinger, yine benzer üslubuyla okuyucunun karşısında. Ben çok severek okudum, bir Holden değillerdi ama, mutlaka okumaya değer.

Anthony Burgess- Otomatik Portakal

kitap – otomatik portakal
Otomatik Portakal, Anthony Burgess

Uzun zamandır merak ettiğim bir kitaptı ‘Otomatik Portakal’ ve kitabı okuduktan sonra merak etmekte çok haklı olduğumu gördüğüm. Alex adlı anti-kahramanımız, bir arkadaş grubuyla birlikte birçok suça karışır ve en sonunda hapishaneye düşerek rehablitasyona alınır. Şiddetin apaçık ve yalın bir şekilde işlendiği, dil ve üslup bakımından da başka hiçbir kitaba benzemeyen, çok özgün ve etkileyici bir kitap. Filmi de, gelmiş geçmiş en iyi uyarlamalardan biriymiş ancak henüz izlemedim. Okuyun derim.

Cesare Pavese- Yalnız Kadınlar Arasında

kitap – yalniz kadinlar arasinda
Yalnız Kadınlar Arasında, Cesare Pavese

Tezer Özlü sebebiyle merak ettiğim, yalnızlığın ve hüznün konu alındığı bir kitap. Çocukluğunu geçirdiği şehre seneler sonra geri dönen bir kadının, dolaştığı çevrelerde tanışığı kadınların hepsi bir mutluluk hayali içindedir ve hikaye bu konular etrafında döner. Peki, mutluluğun anahtarı bulunur mu? Bilemiyorum ama kitabı okurken derin bir hüzün hissettiğim kesin. Özlü severler, bu kitabı da seveceklerdir.

Knut Hamsun – Açlık

kitap – aclik
Açlık, Knut Hamsun

Geçen seneden beri merak ettiğim kitabı, çok şükür okuyabildim! Yazar olmak için çabalayan ancak çok fakir olmasına rağmen asla prensiplerinden ödün vermeyen bir adamın öyküsü anlatılmakta. Otobiyografik yönü olduğu söylenen hikayede, olaylar değil durumlar, adamın psikolojisi üzerine dikkat çekilmiş. Ben kitabı beğeniyle okudum.

Stefan Zweig- Korku

kitap – korku
Korku, Stefan Zweig

Sevdiğim yazarlardan biri de hiç tartışmasız Zweig’dır. İnsan ruhunu irdeleyişini ve özellikle, bir erkek olarak, kadın ruhunu bu denli güzel kavrayışı ve ifade edişini takdire şayan buluyorum. Bu uzun öyküsünde de, kocasını aldatan bir kadının içinde bulunduğu psikolojik durumu enfes bir şekilde anlatmış. Beklenmedik bir finalle de okuyucuyu ters köşeye yatırıyor. Zweig sevenler de onu bu yüzden okuyor zaten.

Edouard Leve- İntihar

Anlatıcının, intihar eden arkadaşına yazdığı bir mektup niteliğinde olan bu kısa kitap, takdir edersiniz ki biraz depresif. Ancak, okuyucuyu etkileyen, hüzünlendiren ve bazen öfkelendiren güzel cümleler var. Kitabın sonundaki uzunca şiiri ise çok sevdim. Okumasaydım çok şey kaybeder miydim bilmiyorum, ama en nihayetinde beğendim.

Gerald Durrell- Ailem ve Öteki Hayvanlar

kitap – ailem ve oteki hayvanlar
Ailem ve Öteki Hayvanlar, Gerald Durrell

Okuduğum dönemde herkes meraklı bakışlarla kitabın kapağına bakıyordu. Kapağında bir şey olduğundan değil, kitabın adı dikkat çekiyordu muhtemelen. Annesi ve kardeşleriyle Korfu Adası’nda yaşamaya karar veren genç anlatıcının, ailesine bakışı, adada yaşadıkları ve insanlarla olan ilişkileri, uçsuz bucaksız bir doğa ve hayvan tasvirleri eşliğinde okuyucuya ulaşıyor. Çok beğendiğimi söyleyemem ama çok matrak bir kitap. Hiç beklemediğim yerlerde öyle ince, öyle güzel esprilerle karşılaştım ki, bazılarını okurken gülmekten gözlerimden yaş geldi.

Charles Bukowski- Ekmek Arası

kitaplar – charles bukowski
Ekmek Arası, Charles Bukowski

Yazarın, çocukluğundan ergenliğine kadar olan döneminden bahsettiği, okuduğum ilk romanıdır. Sanki herkes, rutin hayatında İstanbul asilzadeleri gibi konuştuğundan, Bukowski, kimileri tarafından fazla argo bulunuyormuş. Bana sorarsanız, argo ve küfrün nasıl sakil durmayacağını, okuyucunun gözüne nasıl sokulmayacağını görmesi açısından; sadece satsın ve ilgi çeksin diye küfürlü yazılar yazan insanların, özellikle okuması gerektiğini düşünüyorum. Hikaye güzeldi, üslup gayet akıcıydı, satır aralarındaki cümleler oldukça düşündürücüydü. Kısacası, ben beğendim.

Hermann Hesse- Siddhartha

kitaplar – hermann hesse
Siddhartha, Hermann Hesse

Bir buçuk günde okuyup bitirdiğim, aklıma hitap eden ancak ruhumu teğet geçen bir kitaptı benim için. İnsanın bir bütün olma arayışı, o kadar çok işlendi, o kadar çok sömürüldü ve sakız edildi ki, Hesse gibi önemli bir yazar, seneler evvel yazmış olsa dahi, bende ruhsal ya da kalbi bir his uyandıramadı ne yazık ki.

 Michael Ende- Momo

kitap – momo
Momo, Michael Ende

İnsanların durmadan koşuşturmalarını, servet ve şöhret uğruna sevdiklerinden uzaklaşmalarını ve adeta birer makinaya dönüşmelerini anlatan harika bir kitap! Hikaye ve karakterler kesinlikle çok özgün, yazarın dili sade ve açık. Yazarın verdiği mesajlar okuyucuya ulaşıyor ancak okuyucunun gözüne sokulmuyor. Ben kitabı çok beğendim ve keyifle okudum. Kesinlikle tavsiye ediyorum.

Çoğu yazarı ilk defa okudum. Arada çok beğendiklerim de oldu, beğenmediklerim de. O kadar okumama ve çabalamama rağmen, anlayamadıklarım da… Enteresan bir süreçte, ben de bir o kadar enteresan deneyimler yaşadım diyelim. Öyleyse, gelsin kitaplar;

Neil Gaiman: Yokyer

neil gaiman
Yokyer, Neil Gaiman

Twitter’da takip ettiğim KarelerveSayfalar, Gaiman’i o kadar övüyordu ki, az daha meraktan çatlayacaktım. Onun yerine yazarın son kitabı, ‘Yokyer’i aldım, okudum ve çok beğendim. Gaiman bende bir tutku olur mu bilemiyorum ama hayal gücüne hayran kaldığım kesin. Harika bir kurgu, özgün karakterler ve temposu hiç düşmeyen bir hikayeyle kitabı nasıl bitirdiğimi anlamadım. Özellikle fantastik kitap sevenler çok beğenecekler sanıyorum. Sizi çok sarsan bir kitap okuduysanız ve ardından biraz kafa dağıtmak ama kaliteli bir şeyler okumak istiyorsanız şayet ‘Yokyer’ bire bir.

Jean Genet: Çiçeklerin Meryem Anası

jean genet
Çiçeklerin Meryem Anası, Jean Genet

Bir ‘Le Monde’ listesi kitabı daha… Genet’nin hayat hikayesi ve yazarlık serüveni o kadar enteresan ki, sanıyorum bu yüzden kitaba çok büyük beklentilerle başladım ancak beklediğimi bulamadım. Hapishanede yaşadıklarını anlatan yazarın üslubu çok şiirsel olsa da ben neyi, ne için anlattığını; arada güzel anektodlar olsa da, kişiler arasında nasıl bir bağ kurduğunu, hiç anlayamadım. Belki ileride tekrar okurum bilemiyorum ama, maalesef keyif almadan okuduğum bir kitap oldu, ‘Çiçeklerin Meryem Anası’….

Sylvia Plath: Sırça Fanus

sylvia plath
Sırça Fanus, Sylvia Plath

Bir yalnızlıktan, başka bir yalnızlığa geçtim, dolayısıyla uzun bir süre yabancılaşma ve yalnızlık duygularından kurtulamadım, bu iki kitap sayesinde. Plath’ın kendi hayatından esinlenerek yazdığı kitabı için, ‘Modern Zamanın Amerikalı Tututamayan’ı demişler ki, pek de haksız bir tanım değil. Sorgulayan, araştıran, isyan etmekten çekinmeyen ve bir o kadar da duygusal bir genç kızın hayata bakışını, öfkelerini, az da olsa sevinçlerini ve kafasında dönüp duran düşüncelerini okuyorsunuz kitapta. Ben depresif kitapları çok sevdiğim için, beğeniyle okudum.

Jerzy Kosinski-Boyalı Kuş

boyal_ku_
Boyalı Kuş, Jerzy Kosinski

Bir çocuğun hayat mücadelesini konu aldığını düşündüğüm kitabı okumaya başladım. Ancak hayat mücadelesi ve oradan oraya savruluş hikayesinde okuduğum olaylar, değme cinayet kitaplarına taş çıkaracak cinstendi. Kitap adeta kanımı dondurdu. 2. Dünya Savaşı sırasında, Alman işgalinden kurtulabilmesi için Polonyalı bir aile, altı yaşındaki çocuğunu köye yollar. Yanına yollandığı yaşlı kadının ölmesi sonucu küçük çocuk, kendi başının çaresine bakmak zorunda kalır. Ama nasıl bir başının çaresine bakmak, ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim, ki zaten satırlar yetmez anlatmaya. Hayatımda okuduğum en vahşi ve sarsıcı kitap olarak yerini alan ‘Boyalı Kuş’ ölene kadar hafızamda yer edecek…

Boris Vian-Günlerin Köpüğü

günlerin
Günlerin Köpüğü, Boris Vian

Vian’ın, ‘bir oturuşta’ yazdığı söylenilen kitabı, gerçeküstü bir zeminde, aşkı ve ardından gelen ölümü işlemiştir. Kitap konusu itibariyle bir aşk kitabı ancak bildiğimiz, okduğumuz aşk kitaplarından, gerek kurgusu, gerek verdiği mesajlar, ve gerek karakterleri bakımından çok farklı geldi bana. Üstüne düşüneceğim, beni düşündüren o kadar çok cümle vardı ki, bu acıklı aşk hikayesine ağlayamadım bile. ‘Le Monde’ boşuna listesine almamış kitabı, okumanızı öneririm.

Alice Munro-Bazı Kadınlar

can_bazi_kadinlar
Bazı Kadınlar, Alice Munro

Hayatımda ilk defa ödül aldığı için bir kitabı okuma isteği duydum ve satın alıp okumaya başladım. Yazarın ustalığı üzerine edecek tek lafım yok, okuduğum her kelime ve her cümlede bunu açık ve net bir şekilde gördüm. Ancak, baş karakterlerinin çoğunu kadınların oluşturduğu öykülerin kurguları beni çok da etkilemedi. İki-üç hikayeyi çok beğendim ancak kalbime ve ruhuma dokunmadı maalesef. Bir hikaye ustalıkla ve tarafsız olarak nasıl yazılır diye merak ediyorsanız eğer, ‘Bazı Kadınlar’ çok iyi bir örnek.

Emil Ajar-Onca Yoksulluk Varken

onca yoksulluk
Onca Yoksulluk Varken, Emile Ajar

Şu anda tüylerimin diken diken olduğunu yazmadan edemeyeceğim… Hayatım boyunca unutamayacağım, zihnimde, kalbimde ve ruhumda yer eden, tekrar okumayı düşündüğüm ender kitaplardan biri ‘Onca Yoksulluk Varken’… Momo, yani Muhammed, annesi tarafından Madam Rosa’ya bırakılmış, kendisi gibi, annesi fahişelik yapan çocuklarla yaşayan çok zeki bir çocuktur. Madam Rosa da eskiden fahişelik yapmış, yaşlı, Yahudi bir kadındır ve Momo’yu çok sevmektedir. Bu harika ikilinin, yoksuluğun kol gezdiği yaşamlarını, her türlü zorluğa rağmen sürdürmeye çalışmalarını okuyacaksınız. Momo, bana ‘Çavdar Tarlasında Çocuklar’daki Holden’ı hatırlattı biraz. Momo’nun ağzından anlatılan bu kitabı okuyup da etkilenmeyecek birinin olacağını düşünemiyorum. Yazarın dili ve üslubu tek kelimeyle mükemmel. Küçük bir çocuğun bakış açısını, düşüncelerini, duygularını o kadar güzel anlatmış ki, hayranlığımı belirtecek kelime bulmakta zorluk çekiyorum. İnsanın yüreğine dokunan, acı acı gülümseten kara mizahı çokça kullanmış yazar. Ne kadar yazsam, bu kitabın bana hissettirdiklerini, düşündürdüklerini anlatmayı beceremem. Ben çok ama çok sevdim, okuyun, okutun..