İlk yorumu siz yazın!
Durulmayan Bir Kafa: Bir Delilik ve Duygudurumları Güncesi
Durulmayan Bir Kafa, klinik psikoloji üzerine uluslararası uzman ve bir tıp profesörü olan Kay Redfield Jamison’ın 1995 yılında yayımlanan; hayatını, manik-depresif hastalıkla mücadele ettiği yılları ve onu nasıl yendiğini en içten duygularla anlattığı kitabı. Üniversite eğitimini de aldığı UCLA’da (University of California, Los Angeles) 1975 yılında yardımcı profesör olarak psikiyatri bölümünün bir parçası olan Jamison, 1986 yılında Johns Hopkins Üniversitesi kadrosuna psikiyatri profesörü olarak katılıyor.
Bipolar bozukluk olarak da bilinen manik-depresyon en genel tanımla kişinin duygularını en uçlarda yaşaması durumunu ifade ediyor. Enerjinin zirve yaptığı durumlar mani, dip yaptığı dönemler ise depresyon olarak adlandırılıyor. Sebebi tam olarak bilinmemekle birlikte genetik, beyindeki kimyasal dengesizlik, çevresel faktörler veya yoğun stres tetikleyici olabiliyor.
Durulmayan Bir Kafa, Kay Redfield Jamison
İlk ciddi depresyonunu ergenlik çağında geçiren Jamison’ın, hayatının ilerleyen yıllarında manik-depresif hastalığına dair belirtileri ortaya çıkıyor. İlk mani krizini ise lise son sınıfta yaşayan Jamison o an nasıl bir duygudurumu içerisinde olduğunu, arkadaşlarının onu nasıl yorumladığını anlatıyor. Mani dönemindeyken nasıl kendini her şeyi yapabilecek kapasitede hissettiğinden, bitmek tükenmek bilmeyen enerjisinden, gecelerce uyumadan hayatını dolu dolu yaşamaya devam ettiğinden, aktiviteden aktiviteye koştuğundan, kanının nasıl da çılgınca kaynadığından, yaratıcılığının zirvesindeki o muhteşem anlardan bahsediyor. Ve bu zirvelerin sonrasında gelen ani düşüşlerden. Bütün enerjisinin yitip gittiği, parıltısını kaybettiği, mani döneminin bitmesini sinsice bekleyen o depresyon sürecinden. Sonsuzluğa açılan o parlak, ucu bucağı olmayan algının kapanmasıyla birlikte hayatının yorucu ve zorlu bir hal almasından, öyle ki artık hayatta bir gün daha yaşamasına gerek olmayacak cinsten düşüncelerin kafasına yerleştiği o günlerden bahsediyor.
Jamison bu gelgitlerin etrafındaki birkaç kişi tarafından fark edilir gibi olduğunu, ancak üstünü çok iyi örtmeyi başardığı için saklayabildiğini kitaptaki bir kısımda şöyle ifade ediyor: “Okuldakilerin nasıl olup da beni normal sandıklarını anlayabilmiş değilim. Herhalde herkes kendi derdinde olduğundan, kendi dünyaları ile dolu olduklarından, çaresizlik içinde kıvranan biri eğer acılarını sergilemeyip saklamaya çabalarsa, kimsenin dikkatini çekmiyor.” Hayatımın bir döneminde iki tarafı da gözlemleyebilen birisi olarak ben de hem anlayamadım, hem de çok iyi anladım diyebilirim. Böyle durumların içerisinde yoğun bir şekilde bulunmamış bir insanın anlayabilmesi sahiden de zor olmalı. Hayatımın o döneminde çok araştırdım, bulabildiğim ne varsa okumaya ve daha iyi anlamaya çalıştım. Jamison’ın kendi hayatını ve yaşadıklarını şeffafça yazdığı bu kitabını da o zaman bulmuştum ve olayları bütünleştirmemde çok yardımı dokundu diyebilirim.
Jamison uzun yıllar boyunca tedaviyi reddediyor ve bu durumun kaçınılmaz bir getirisi olan iniş çıkışlarla kendi mücadele etmeye karar veriyor. Durum gittikçe içinden çıkılmaz bir hal almaya başlayınca bununla mücadele etmenin tek yolunun ilaç ve psikoterapi olduğunu fark ediyor ve yıllar sonra bir psikiyatriste, UCLA’nın Nöropsikiyatri Enstitüsü’nün başhekimine gitmeye karar veriyor. Psikoterapi ve lityum tedavisiyle yavaş yavaş içinde bulunduğu duygudurumu bozukluğundan kurtulmayı başarıyor. Kitabın bir kısmı Jamison’un şu sözleriyle bitiyor: “Şu anda vardığım noktada, hem lityum almadan hem de psikoterapiden yardım görmeden normal bir yaşam sürdürebileceğimi düşünemiyorum. Lityum çekici ama yıkıcı uçuşlarımı engelliyor, depresyonlarımı azaltıyor, kafam iyice karıştığında sapla sapanı ayırt etmemi sağlıyor, beni yavaşlatıyor, yatıştırıyor, mesleğimi ve ilişkilerimi alt üst etmekten kurtarıyor, hastane dışında ve hayatta tutuyor, psikoterapiye devam etmemi sağlıyor. Ama inkâr edilemez gerçek şu ki, sağlığa kavuşturan psikoterapidir. Karmakarışıklığın içinden anlamlı bir şeyler çıkarmanızı, dehşet verici düşünce ve duyguların dizginlenmesini ve belli ölçüde denetimi sağlayan, bütün olanlardan bir şeyler öğrenmek olanağını ve umudunu veren psikoterapidir. Haplar insanın gerçekliğe yumuşak iniş yapmasını sağlayamıyor, sağlamıyor; insanı baş döndürücü, kimi kez dayanılmayacak bir hızla, tepeüstü atıyor gerçekliğin içine. Psikoterapi ise bir sığınak ya da bir savaş alanı; çok çeşitli durumlarda içinde bulunduğum bir yer orası. Ama orası her zaman için, günün birinde bütün bunlarla baş edeceğime inandığım, inanmayı öğrendiğim yer.”
Manik-depresyon hem öldüren hem hayat veren bir hastalık. Ateş, doğası icabı, hem yaratır hem yok eder.
Kay Redfield Jamison
İlk lityumu 1974 sonbaharında alıyor Jamison. Bir takım psikolojik ve ailevi etkenler sebebiyle 1975 ilkbaharında bırakıyor. Birkaç hafta içinde tekrar mani krizine giriyor. Peşine akut depresyon onu izliyor. Yılın sonuna doğru tekrar lityum almaya başlıyor. Hastalığın etkileri azalınca ilaç alma gereksiniminin kalmadığını düşünen Jamison, bir süre ilaç alıp, sonrasında bırakıyor. Ve bu yarattığı döngüyle birlikte mani ve depresyon krizlerinin yinelenmesine ve her defasında da bir öncekinden daha güçlü gelmelerine sebep oluyor. İlacı bırakmasındaki en büyük etkeni ise; eğer ilacı kullanmaya devam eder de iyileşmezse elinde kalan son çaresini de kaybetme korkusu olarak açıklıyor. Bu sebepledir ki; uzunca bir süre stabil bir şekilde lityum kullanamıyor.
Çalışmalarını duygudurumu bozukluklarının incelenmesi ve tedavisi üzerine yoğunlaştıran Jamison 1980’li yıllarda; tıbbi direktör, psikiyatri bölüm başkanı ve Nöropsikiyatri Enstitüsü’nün başhekiminin destekleriyle UCLA bünyesinde bir ayakta tedavi kliniği kuruyor. Araştırma geliştirme çalışmaları bir yandan devam ederken, kendi tecrübelerinden de destek alarak bu duygudurum bozukluğunu yaşayan insanlara psikoterapi ve ilaçlarla birlikte olabildiğince yardım etmeye çalışıyor.
Kendi isteği dışında manik-depresif bir kişiye kolay kolay yardım edemeyebilirsiniz. Belki kendi isteği dahilinde bile olsa bazı zamanlar geç kalabilirsiniz; belki de tam zamanında yanında olabilirsiniz. Burada en önemli noktalardan birisi sanıyorum ki konuşabilmek, iletişim kurabilmek. Hissedilenin paylaşılabiliyor olması. Daha sonrasında ise yardımcı olmaya çalışan taraf için biraz farkındalık, dinleyebilmek ve biraz da olsa anlayabilmek çok önemli. Karşısındakinin gerçeğine ortak olabilmek belki de. Yine bipolar bozuklukla mücadele etmiş ve üstesinden gelmiş biri olan, başarılı oyunculuğunu çok beğendiğim, aynı zamanda üç çocuk annesi Chyler’ın da dediği gibi “..it’s okay to not be okay..”. Kitabın bütünlüğünden çok sapmadan; Leigh’in hikâyesini de buraya bırakarak kaldığım yerden devam ediyorum.
Kitabın son bölümünde; “Seçme şansım olsa manik-depresif bozukluğu seçer miydim?” sorusunu cevaplıyor Jamison. Bütün iniş/çıkışlara rağmen lityum gibi bir ilacı ve tedavisi mümkün olduğu için “evet” yanıtını veriyor. “..Peki, böyle bir hastalığı neden istersin, diyeceksiniz. Çünkü, içtenlikle inanıyorum ki, bu hastalık yüzünden çok daha fazla şeyi çok daha derinden hissettim; çok farklı, çok yoğun yaşantılarım oldu; daha çok sevdim, daha çok sevildim; daha çok ağladığım için daha çok güldüm; çok kötü kışlar geçirdiğim için baharların tadına daha çok vardım; ölümü ‘dar bir pantolon gibi sıkı sıkıya’ hissettiğim için onu -ve yaşamı- daha çok takdir ettim..”
Jamison kendi mücadelesini anlattığı bu kitapta manik-depresif hastalığı; ailesi ve yakın dostları başta olmak üzere psikoterapi ve ilaç tedavisiyle destekleyerek nasıl yendiğini anlatıyor. Mani ve depresyon dönemlerindeki ruh halini açık bir şekilde dile getiriyor. Defalarca ilaç alıp bıraktığını ve her defasında krizlerinin daha kötü bir şekilde geri döndüğünü, ilaç tedavisini kesinlikle bırakmamaya karar vermesiyle birlikte bu süreci yönetmeyi başardığını anlatıyor. Her şey biraz daha stabilize olduğunda da lityum dozlarını biraz azaltmasıyla birlikte hayatı tekrar daha canlı ve dinamik bir şekilde yaşamaya devam edebildiğinden bahsediyor.
Evet çözülmesi çok kolay bir durum değil, inişiyle çıkışıyla uzun ve engebeli bir yolculuk belki de… Ancak konu nasıl bir psikoloji olursa olsun insanın içinde bulunduğu durumu kabullendikten sonra, uygun tedaviyle birlikte sevdiği ve güvendiği insanların da yardımıyla çözümleyemeyeceği hiçbir şey olmamalı. Yeter ki içimizdeki sesi içimizde bırakmayalım…
Kapak Fotoğrafı: Instagram @thewalkingbook
İlginizi çekebilir: Gizem Kalaç’tan Ruh Sağlığı
Günümüzde sıklıkla görülen bir rahatsızlık, kişinin durumu kabul edip tedaviye başlama sürecinin zorluğunu ve yaşanan duygu durumlarını çok güzel anlatmışsınız, kitap çok ilgimi çekti, en yakın zamanda alıp okumak istiyorum, ellerinize sağlık.
Afiyet olsun, bu konuda biraz daha fazla farkındalığın hepimiz için hayatı bir parça daha güzel ve yaşanılabilir kılacağına inanıyorum. Sizin de belirttiğiniz gibi görülme sıklığı azımsanamayacak seviyelerde. Yorumunuz ve hassasiyetiniz için ayrıca teşekkür ederim.