İlk yorumu siz yazın!
Düşmüş Melek: İçimizdeki Şeytanı Konu Edinen Bir Eser
“Alexandre Cabanel’in bizi içimizdeki şeytanla buluşturan, bizlere kalp kırıklıklıklarımızı hatırlatan, bizi biraz derinlere taa kendi içimize götüren o müthiş eserinden bahsedeceğim bugün: Düşmüş Melek. İnsan bu eseri incelerken, Cabanel’e “Niçin şeytanla empati yaptın, neydi içinde kopan fırtınalar?” diye sormak istiyor, sanki bir cevap bulsa, kendi fırtınasında biraz dinlenebilecekmiş gibi…”
İnsanoğlu bin bir duygu içerisinde doğar. Sevinçler, mutluluklar, hüzünler, hayal kırıklıkları… Duygularımızla ilgili konuşmak her zaman pek kolay olmaz. Bazen ifade edecek sözcükler bulamayabiliriz, bazen de ifade etmekten kaçınabiliriz. Uzunca bir süre sessizliğe gömüldüğümüz anlardan ani çıkışımız kendi zihnimizden kaçışımızı fark ettiğimiz anla başlar. İnsanoğlunun sahip olduğu duygular her zaman iyi duygular olmasa da kimse bunları konuşmayı sevmez. Kin, öfke, nefret, kibir… İnsan bu kötü duygularla mı doğar yoksa bu kötü duyguları sonradan mı edinir sorusu uzun yıllardır kutsal bir cevap arıyor. Tabi ki ben size bunun cevabını veremem.
Ancak zamanın hangi tozlu sayfasını açarsak açalım, hangi kutsal kitabı okursak okuyalım bir noktada kötülükle karşılaşıyoruz. Ve bu kötülüğün izlediği yollar bizleri şeytana götürüyor. Sahi ne yapmıştı Şeytan? Tanrı’ya başkaldırmıştı, Adem ve Havva’yı yasak meyveyi yemesi için kandırmıştı, hatta Tanrı olmak istemişti. Ve en sonunda tüm bunlar yüzünden Tanrı’nın evinden kovulmuştu. Peki ya neden? Lucifer, görkemli ve ihtişamlı bir melek olarak yaratılmıştı. Tanrı’nın yarattıklarının en güzeliydi.
Şöyle bahsedilyordu Tevrat’ta Şeytandan: “Sen güzeller ve bilgeler içinde en mükemmeldin. Tanrı’nın bahçesinde, Eden’deydin. Elbiselerin işlemeli taşlarla ve altınlarla süslüydü. Bunlar sana yaratıldığında verildi. Gücünden ve kudretinden dolayı seni bekçim yaptım. Tanrının kutsal dağına ve ateş tarlalarına girebiliyordun. Yaptığın hiçbir şeyden sorumlu tutulmuyordun. Sonunda için kötülükle doldu. Şiddeti yarattın ve günahkar oldun. Bu yüzden seni tanrı dağından men ettim. Seni ateş tarlalarının bekçiliğinden men ettim. Güzelliğinden dolayı için kibirle doldu. Bilgeliğini ise kibrin ve ünün için kullandın. İçindeki ateşle birlikte seni dünyaya hapsettim. Senin peşinden gelenlerle birlikte sonsuz ateşler içinde yanacak, küllere dönüşeceksin. Bu senin için feci sondur.”
Peki ya biz? Biz insanoğlu neden kibirle dolduk? Birine, bir şeye duyduğumuz bu güçlü kin duygusu nereden geldi? Kibirle mi doğduk yoksa kibirli mi olduk kim söyleyebilir? Belki kalbimiz kırıldı, belki ihanete uğradık, belki ihanet ettik. Nereden öğrendik bu davranışları, yoksa hepsi insan olmanın gerektirdiği zayıf duygular mı?
Alexandre Cabanel, kalbimizin kırıklığını başka bir yüzde görebildiğimiz, uğradığımız ihanetlerin acısını tıpa tıp onun da yüzünde hissedebildiğimiz, belki bastırdığımız öfkemizle gözlerine gururla tutunan yaşlarda karşılaştığımız, kısacası seyrettiğimizde içimizdeki şeytanla yüzleştiğimiz bir eser yarattı: Düşmüş Melek.
Alexandre Cabanel’in bu eserini dikkatle incelediğimizde eserin her noktasını kendi öfkemizle, kendi hayal kırıklıklarımızla doldurabiliriz. Lucifer’ın acı içindeki yüzünde içimizdeki intikam ateşinin gölgesini görebiliriz. Babası tarafından azarlanmış, Tanrı dağından men edilmiş, ateş tarlalarından sürülmüş ihtişamlı Sabah Yıldızının içinde kopan güçlü fırtınaları, vücudunun gerilmiş tüm kaslarından ve gözlerinde tutmaya çalıştığı kin dolu gözyaşlarından hissetmemek mümkün değil!
Kendinizi bir anda Lucifer’la empati yaparken bulacağınız bu eserde, Lucifer’ın yüzünde anlaşılmamaktan, değersizleştirilmekten gördüğümüz bu acı, aslında Alexandre Cabanel’in duygularının bir yansıması olabilir mi? Akademiye olan başkaldırısı, dönemin çizgisinden bambaşka olan karşılıklı duygu aktarımı Cabanel’i düşmüş bir melek yapar mı?
Sergilendiği zamandan itibaren uzun yıllar boyu kabul görmeyen ve ciddi eleştiriler alan bu eser, belki Cabanel’in kendi içindeki zavallı kibri ve ehven kindarlığıyla yüzleşme biçimidir, belki de Lucifer’ın ebediyen Tanrı’nın evinden kovulmasının verdiği acıyı bu denli çarpıcı bir şekilde hissettirerek, seyircisini kendi duygularıyla yüzleşmek zorunda bırakmak istemiştir. İnsanın kendi duygularıyla yüzleşmesi zordur, vakit alır. Yaşınız, yaşanmışlıklarınız hatta ne kadar olgunlaştığınız bile önemli değildir.
Belki de bu yüzden cehennem kendi zihnimizdir, içimizdeki ateşle kendi zihnimize hapsolmak bizi sonsuz ateşler içinde yakacak, küllere dönüştürecektir. Düşündüğünüzde bir ruhu hangi ateş yakabilir, kim bilir?
Kapak Fotoğrafı: arthistoryproject.com
İlginizi çekebilir: Ayça Yenigün’den İkarus’un Düşüşü
Çok bilgilendirici olmuş hemde kendi fikirlerinizi çok güzel anlatmissiniz bunu eklemenizi çok beğendim.Felsefik bakış açınız çok öğretici.
Görüşleriniz benim için çok kıymetli, çok teşekkür ederim 🙂