Edgar Allan Poe: Modern Polisiye Edebiyatının Mucidi
Modern polisiye edebiyatının mucidi desek yeridir Edgar Allan Poe için. Kendi çağının değil de sonraki nesillerin “baba” yazarlarından biri olmuş olan Edgar… Gelin, kendisini daha yakından tanıyalım.
Polisiye romanları, filmleri hep çok sevmişimdir. Okurken inanılmaz bir beyin jimnastiği yaptırıyor insana bence… “Acaba katil kim?” sorusunu kitap size anlatırken bir yandan da siz kendinize soruyor ve kitapla birlikte belki kitapta yazılanlardan da önce kendinizi bunu bulmaya adamış olabiliyorsunuz. En azından ben okurken kendimi buna baya bir kaptırmış oluyorum. Hal böyle olunca, polisiye edebiyatının mucidi olan Edgar Allan Poe’yu okumamak, bilmemek olmaz diye düşünüyorum. Dünya edebiyatına “pulp” kavramının kapılarını açan , mükemmel tasvirleriyle kalbimde taht kurmuş bu yazarı biraz konuşalım istedim.
Amerikalı şair, yazar, editör ve edebiyat eleştirmeni olan Poe, (19 Ocak 1809 – 7 Ekim 1849), çoğunlukla şiir ve kısa öykü yazmıştır. Özellikle gizem, gotik ve makabr hikâyeleri ile tanınır.
(Macabre (Okunuşu “makabr”) sanat eserlerinde ürkütücü ve acı verici betimlemelerle ölüm sembolleri ve ölümün detayları üzerinde duran bir kompozisyon türüdür.)
Tabi kendisinin, Batı dünyasında bir öykü yazarı olarak kıymetinin bilinmesi çok sonraları olmuştur. ABD’de ve Amerikan edebiyatında romantizm akımının önemli figürlerinden biri olmasının yanı sıra, ülkesinde kısa öykünün ilk yazarlarından sayılır. Genellikle polisiye türünün mucidi olarak kabul edilmesinin yanında, ayrıca yeni ortaya çıkmakta olan bilimkurgu türüne de katkıda bulunduğu öne sürülür. Yaşamını yalnızca yazdıklarıyla sürdürmeye çabalayan Poe, Amerika’nın ilk ünlü yazarları arasında sayılır ve bunun sonucunda yaşamı ve kariyeri ekonomik güçlükler içinde geçmiştir.
Doyle’un Watson’ı, Christie’nin Hastings’i daha tanıdık gelebilir size Poe’nun Dupin’indense… Doyle ve Christie’den aşina olduğumuz dedektiflerle temsil edilen anlatıcı geleneğinin ilk uygulayıcısıdır Poe.
Poe’nın çok sevdiğim hikayelerinden biri olan “Kızıl Ölümün Maskesi” (The Masque of the Red Death, 1842) düştü geçenlerde aklıma. Hikayenin konusu itibariyle, evde geçirdiğimiz şu karantina günlerinde aklıma düşmesi gayet doğal. Öyküde Prens Prospero, “kızıl ölüm” diye bilinen bir salgından korunmak için kendini bir manastıra kapar. Kendisine eşlik eden diğer soylularla birlikte, manastırın her biri farklı renkte döşenmiş yedi odasında bir maskeli balo düzenlerler. Karantinada parti yani… Sonra gizemli biri ortaya çıkar tüm odaları gezmeye başlar. Yoksa gelen ölüm müdür? Ölüm mü değil mi, bu gizemli şahsiyet gelince neler oluyor orasını da okumak isteyenleriniz olursa diye üç nokta olarak bırakıyorum. (Hikayeyi Poe benden daha güzel anlatıyor merak etmeyin.) Bir nevi gotik edebiyatının tüm unsurları kullanılmış denebilir. Gerek öykünün yorumlanması, gerekse kızıl ölüm hastalığının gerçekte ne olduğuna dair farklı yorumlar, görüşler de mevcuttur.
Öykünün bir de animasyonu var, ilgisini çekenler okuduktan sonra ona da bakabilir. (Bu aralar sevdiğim aktivitelerden biri de sevdiğim öykü ve mitlerin animasyonlarını izlemek… Tavsiye ederim.) Birçok defa farklı biçimlerde uyarlanan bu öykü, Vincent Price‘ın başrolünü oynadığı 1964 yapımı The Masque of the Red Death filminin de kaynağıydı. Çeşitli alanlardaki birçok eserde de bu öyküye göndermeler yapıldı.
Bu öyküyü burada bırakıp Poe ile devam edelim. Muhteşem bir yazar olduğunu düşündüğüm Edgar, baya sıkıntılı bir yaşam sürmüş. Tabiri caizse tam bir çilekeş… Dünya edebiyatına “pulp” kavramının kapılarını açan ilk yazar olduğu iddia edilir. Tasvirleri mükemmel olan ve tüm hikayelerinde zekasını da ortaya koymuş olan bu yazarı okumayan varsa kalbimi kırar…
“Şüphesiz, güzel bir kadının ölümü, dünyadaki en şiirsel konudur.” diyen Poe için sonu korkunç ölümlerle biten kadın karakterler yaratmak gotik tarzını elden bırakmamasından ziyade yaşadığı trajedileri simgeler. Çoğu okura ve eleştirmene göre tanrısal ve büyüleyici olsa da hala bazıları tarafından deli, saplantılı ya da dengesizdir. Poe’nun hikayelerinde yarattığı bu kadınları öldürme şekli ya da öldürdükten sonra bile korkunun, dehşetin simgesi haline dönüştürme şekli şüphesiz ki bu eleştirileri körüklemiştir. Bu kadınlar için, Poe’nun da öncüsü olduğu gotik edebiyatının ana simgelerindendir demek pek yanlış olmayacaktır.
Bu karakterleri yaratması sonucunda kadın düşmanı olarak da yaftalanmış ve eleştirilmiş olan Poe’yu anlamak için ön yargılarımızı da bir kenara bırakıp yaşadığı trajedilerin onda bıraktığı izleri anlamaya çalışabiliriz diye düşünüyorum. Daha önceleri de bu yazar, başka yazarlar tarafından Freudyen bakış açısıyla incelenmiş ve anlaşılmaya çalışılmıştır.
Poe, Boston’da oyuncu anne-babanın ikinci çocuğu olarak doğdu. 1810 yılında babası aileyi terk etti ve bir yıl sonra annesi öldü. Henüz 24 yaşındayken tüberküloza yeni düşen anne Elizabeth Poe, Edgar’ın ruhunda derin yaralar açtı ve Poe’nun yarattığı çoğu kadın karakterin de kaderini belirledi. Sonraları Poe’nun hayatına giren bütün kadınlar da Elizabeth Poe ile aynı kaderi paylaşacaktı. Yetim kalan Poe’yu Richmond, Virginia‘lı John ve Frances Allan çifti evlerine aldı. Edgar, zaman içinde Frances’i annesi yerine koydu ve kendisine epey düşkündü. Lakin Frances de kronik hastalıklara yatkın bir kadındı…
1835 yılında 26 yaşında olan Poe 13 yaşındaki kuzeni Virginia Clemm ile evlenmek için izin aldı, Virginia’nın genç yaşta ölümüne kadar on bir yıl evli kaldılar. Sevdiği tüm kadınları kaybeden Poe’nun ruhunda derin yaralar açılmıştı artık ve Poe, bu anılarından beslenerek hikayelerinde çok güzel, zarif ama ölü kadınları ele alacaktı.
Freud’un öğrencisi ve Poe’yu daha psikanalitik şekilde ele alan Marie Bonaparte’ın Poe için çarpıcı önermeleri vardı; Poe’nun bilinçaltında yer alan, hasta ve güzel kadınlara duyduğu çekim gücü kendisini Virginia ile olan evliliğinde de ortaya çıkmıştı. Bonapartre’ın iddiasına göre Poe, Virginia’nın hastalığını sezmişti. (Biz istemesek de zihnimizin bilinçaltımızın her zaman bu tarz işaretleri yorumlayabileceğini söylüyor kendisi.)
Poe’nun “Morella” adlı hikayesinde de Poe ile ilgili bu iddialar desteklenir niteliktedir… “Morella”adlı öyküde yine erkek bir anlatıcımız ve hastalıklı bir eş vardır. Poe’nun “kimliğin ölümle birlikte yok olup olmadığı” konulu bu öyküsünde Poe berenice ve ligeia‘dan sonra yine bir kadının ölümünü ele almıştır.
1845 Ocak ayında yayımladığı “Kuzgun” şiiri ile büyük bir başarı kazanmış olan Poe, eşini şiirin yayımlanmasından iki yıl sonra kaybetti. Yıllar boyunca, sonradan The Stylus diye adlandırılan The Penn adını verdiği kendi dergisini yayımlamayı planladı ama dergi basılamadan öldü. (Baltimore’da 7 Ekim 1849’da 40 yaşında öldü.) Ölüm sebebi bilinmemekle birlikte alkol, beyne kan hücumu, kolera, uyuşturucu, kalp rahatsızlığı, kuduz, intihar, verem ve başka sebeplerden öldüğü ileri sürüldü.
Poe ve eserleri yalnızca ABD’de değil tüm dünyada edebiyat üzerinde etkili oldu. Eserlerinin etkisi edebiyat dışında kozmoloji ile kriptografi üzerinde de görüldü. Poe ve eserleri edebiyat, müzik, film, televizyon ve popüler kültürün tüm alanlarında sıkça bulundu, bulunuyor. Yaşadığı evlerin bazılarıysa müze hâline dönüştürüldü. Günümüzde, Mystery Writers of America (Amerika Gizem Yazarları) gizem türü edebiyat dalında seçkin eserlere yıllık olarak Edgar Ödülü veriyor.
Kayıplar, hastalıklar, yoksulluk hatta ayyaşlıkla geçen kısa yaşamına sarsıcı şiirler, edebiyat dünyasında çığır açan öyküler, kuramsal yazılar sığdırmış olan Poe, ölümünün üzerinden geçen bunca yıla rağmen hala okunan, güncel kalmayı başarabilen çok başarılı yazarlardan biri.
Poe Hakkında Kısa Bilgiler
- Baltimore Ravens adlı Amerikan futbol takımınıın adı ve logosundaki kuzgun, Poe’nun “Kuzgun” şiirinden ilham alınarak seçildi.
- 12 kopyasının halen bir yerlerde olduğuna inanılan, 1827 ilk basımlı “Tamerlane ve Diğer Şiirler” başlıklı 40 sayfalık eserin bulunan bir kopyası 2009 yılında New York’ta bir açık artırmada 662.500 dolara satıldı.
- Türkçeye “çıngırdamak” olarak çevrilebilecek olan “tintinnabulation” kelimesini İngilizceye kazandıran Poe oldu. Bir çanın veya zilin aralıksız bir şekilde çalmasını ifade eden kelime, 1848 tarihli bir Poe şiiri olan “The Bells” (Çanlar)’de geçiyor.
- 1826’da kaydolduğu fakat öğrenimini yarıda kesmek zorunda kalmış olan Poe’nun adı Virginia Üniversitesi’ndeki bir odaya verildi.
- C. Auguste Dupin adında parlak bir Fransız dedektifi bizlere tanıtan “Morgue sokağı cinayetleri” (1841) ilk polisiye öykü olarak kabul edilir.
- Monako ve Bulgaristan Poe’nun 200. yaş gününü unutmadı ve 16 Şubat 2009’da üzerinde Poe’nun resmi olan çıkardıkları pullarla kendisini andılar.
- Bob Dylan, Joan Baez, The Beatles, Queen gibi pek çok önemli isim ve grup, yazara göndermede bulundu, eserlerini şarkıya döktü.
- “Tales of Mystery and Imagination”, İngiliz The Alan Parsons Project grubunun 1976 yılında piyasaya sürdükleri progresif rock türünde ilk albümleri, Poe’nun yazılarının yeni baştan canlandırılması gibiydi.
Kapak fotoğrafı: Pinterest
İlginizi çekebilir: Aybüke Dizman’dan Stefan Zweig
İlk yorumu siz yazın!