Eko-anksiyete: İklim Krizi Üzerine Bir Değerlendirme
Yapılan pek çok araştırma bugün gezegenimizdeki en önemli sorunun iklim değişikliği olduğunu gösteriyor. Son yıllarda ülkemizde ve global ölçekte yaşanan yangınlar, müsilaj, kuraklık, sel felaketleri ise iklim krizinin somut çıktıları olarak karşımıza çıkıyor ve gün geçtikçe daha çok insanın hayatına etki ediyor. İklim değişikliğinin psikolojimizde yarattığı tahribat ise eko-anksiyete olarak adlandırılıyor.
İklim krizinin giderek daha fazla insan tarafından tecrübe edilmesi, etkilerinin makro düzeylere ulaşması pek çoğumuzda aslında konunun ne kadar acil ve gerçek olduğu ile ilgili farkındalık yarattı. İklim değişikliği yaratması beklenen çevresel ve ekolojik etkilerinin yanı sıra insan sağlığı üzerinde de ciddi etkilere yol açtı. İklim değişikliğinin psikolojimizde yarattığı bu tahribat ise eko-anksiyete olarak adlandırılıyor. Peki nedir bu eko-anksiyete, neler yaşatır, neler hissettirir bize? Siz de belki bu kaygıyı yaşıyor ancak tanımlayamıyorsanız gelin birlikte inceleyelim.
Eko-anksiyete Nedir?
Yaşam koşullarımızda yaşanan değişiklikler sadece biz insanlar için değil, tüm canlılar üzerinde endişeye neden olabiliyor. Belirsizlik ve güvensizlik ortamının oluşmasından dolayı aslında ruh halimizde yaşanan bu kaygı ve stres durumu oldukça normal. Amerikan Psikoloji Derneği (APA) eko-anksiyeteyi “İklim değişikliği etkilerinin geri döndürülemez olmasının gözlemlenmesinden kaynaklanan kronik çevre felaketi korkusu ve buna bağlı olarak sonraki nesillerin geleceğinden endişe duyması” olarak tanımlıyor.
Yapılan araştırmalar Türkiye’de gündemde başka öncelikli konuların yer almasından dolayı çevresel konuların henüz çok üst sıralarda olmadığını gösteriyor. Ancak bugün Dünya’da eko-anksiyete üzerine ciddi araştırmalar ve çalışmalar yapılıyor. Bunun için sadece İklim Psikolojisi alanı iklim değişikliğinin insan psikolojisi üzerine etkilerini araştırıyor. Imperial College London tarafından yapılan bir araştırmaya göre 1 °C’lik sıcaklık artışının intihar oranlarında %1’lik bir artışa neden olduğunu gösteriyor.
Türü tek hanelere düşen canlılar, yok olma tehdidi ile karşı kaşıya kalan eko sistemler, biyoçeşitlilikteki azalma, sürekli geri sayım durumu psikolojimizi olumsuz etkiliyor. Artan farkındalıklarımız ve buna rağmen politikacıların ve özel sektörün hala çevresel konuların üzerine yeterince eğilmemeleri, duruma seyirci kalmamıza ve zaman zaman çaresiz hissetmemize yol açabiliyor.
Eko-anksiyete ile Başa Çıkma Yolları Nelerdir?
Eko-anksiyete, iklim değişikliğinin yaşam koşullarımızı tehdit etmesi sebebi ile hayatta kalma korkusuyla başa çıkmak için vücudumuzun oluşturduğu doğal bir refleks aslında. Bu anlamda içinde yaşadığımız çevreyi korumak adına hissettiğimiz bu kaygı durumunun normal ve anlaşılabilir olduğunu kendimize hatırlatmamız gerekiyor.
Nereden başlayacağınızı bilememek ise içinde bulunduğunuz durumu daha da çıkmaza sürükleyebilir ve kendinizi çaresizlik içinde bulmanıza sebep olabilir. Bu nedenle iklim değişikliğine karşı, sizinle aynı endişeleri taşıyan grup ve dernekler ile dayanışma içinde olmak bu konuda size kendinizi iyi hissettirebilir.
Yaşadığınız varoluşsal sorgulamalara son verip aksiyona geçmeniz, bireysel katkılarınızla etrafınızı yüreklendirmeniz de yine bu kaygı durumundan kurtulmanızda yol gösterici olabilir.
Bireysel Olarak da Yapabileceklerimiz Var
Psikolojik bariyerlerimizi kaldırarak bireysel olarak yapabileceklerinizin de olduğunu biliyor muydunuz? Daha sürdürülebilir bir yaşam anlayışına geçerek aslında bireysel olarak da bir etki yaratmamız mümkün.
İlk adımı plastiği tamamen hayatınızdan çıkartarak atabilirsiniz. Kahvenizi tek kullanımlık bardaklar yerine matarınızdan içmeyi tercih edebilirsiniz. Yoculuklarınızı toplu taşıma kullanarak planlayabilirsiniz. Çevre dostu, sürdürülebilir markaların ürünlerine öncelik verebilir, diğer markaların da tutumlarını bu yönde değiştirmelerini teşvik edebilirsiniz. En önemlisi de karbon ayak izinizi ölçebilirsiniz…
Karbon Ayak İzi Nedir?
Araştırmalar Dünya’nın bir yılda kaldırabileceği karbon salımının kişi başı en fazla 3 ton olması gerektiğini gösteriyor. Yaşamımız boyunca ürettiğimiz ve tükettiğimiz her alanda bir iz bırakıyoruz. Bu iz karbon ayak izi olarak ifade ediliyor ve doğrudan ve dolaylı karbon ayak izi olarak iki başlık altında toplanıyor. Doğrudan ya da birincil karbon ayak izi, bizim direkt olarak davranışlarımız sonucunda oluşturduğumuz karbon salınımını ifade ediyor. Gün içerisinde tükettiğimiz enerji, kullandığımız plastikler buna örnek olarak verilebilir. Dolaylı ya da ikincil karbon ayak izi ise satın aldığımız ürün ve hizmetler dolayısıyla ortaya çıkan karbon salınımını ifade ediyor. Yerel ürünleri değil de uzak bir destinasyondan getirilmesi gereken ürünleri tercih etmek dolaylı karbon ayak izine örnek olabilir. Yine karbon salınımı yüsek olan tekstil sektörünü ve gereksiz kıyafet alışverişini de dolaylı karbon ayak izine örnek gösterebiliriz. Bugün endüstriyel su kirliliğinde tekstilde kullanılan boyaların önemli bir yerinin olduğunu da ekleyelim…
İklim değişikliğinin çevresel, sosyal ve ekonomik etkilerinin olması yaşamsal koşullarımızı değiştirmeye ve sağlığımızı tehdit etmeye devam ediyor. Türkiye’de çevresel konuların gündemde olmamasıysa farkındalıklarımızın geç oluşmasına, daha geç aksiyon almaya ve problemlerle yüzleşmemizin önüne geçiyor. Bu anlamda seyirci kalmak yerine aksiyon almak, inkar etmek yerine kabul etmek, suçluluk hissetmek yerine farkındalık yaratmak ve etki alanımızı genişletmek ise bizim elimizde.
Kapak Fotoğrafı: Etienne Girardet (Unsplash.com)
İlginizi çekebilir: Zehra Ozkan’dan IPCC Raporu ve İklim Krizi
İlk yorumu siz yazın!