Elif Temuçin ile: "Martı mıyım?" Oyunu Üzerine
Tiyatro sanatında keyifle izlediğimiz klasik oyunların yenilikçi bir bakış açısından yola çıkarak farklı bir eser olarak sahneye taşınmasını her daim takdirle karşılamış bir tiyatrosever olarak bu tarz işleri keyifle takip ediyorum. Kurulduğu 2006 yılından bu yana hikâye anlatıcılığı, obje tiyatrosu, clown, buffoon, dans tiyatrosu gibi farklı stillerde birçok oyun sahneleyen Tiyatro BeReZe de yeni sezonda bizleri Anton Çehov’un Martı’sından uyarladığı yeni yapımı “Martı mıyım?” ile buluşturdu. Çağımızın radikal dönüşümlerinin gölgesinde geçmişi kutsama eğilimindeki bugünün Çehov karakterlerini sahneye taşıyan ve “Nasıl devam etmeli?” sorusuna yeni anlatım biçimleriyle cevap arayan oyunun oyuncu kadrosunda Sezin Akbaşoğulları, Sanem Öge, Tolga İskit, Nazlı Bulum ve Erkan Uyanıksoy yer alıyor. Ben de bu kapsamda Çehov’un Martı’sını günümüze taşıyarak sahnede hem kurgu ile gerçeği hem de geçmişi, şimdiyi ve geleceği birlikte yaşatan oyuna dair hem uyarlamasını hem de rejisini üstlenen Elif Temuçin ile bir röportaj gerçekleştirerek bu yaratım süreci ve çok daha fazlasına dair konuşma fırsatı buldum. Keyifli ve ilham veren okumalar dilerim.
Martı mıyım? oyunu Anton Çehov’un meşhur ve en bilinen eserlerinden olan Martı’nın bir uyarlaması. Röportajımıza bu uyarlama fikrinin nasıl doğduğunu konuşarak başlayalım dilerseniz? Ve özellikle uyarlanacak eser olarak Martı’yı seçmenizin nedeni neydi?
Anton Çehov, Tiyatro BeReZe olarak avcumuzu kaşındıran, bir gün mutlaka sahnelemek isteyeceğimiz yazarlardan biriydi. Ne zaman, ne olanaklarda olur bilemiyorduk. Geçen yıl kişisel olarak benim için maddi ve manevi zorlu bir dönemdi. “Bir tiyatrocu olarak ne yapmak istiyorum, ne anlatmak istiyorum, nasıl bir yol izlemem gerekiyor?” gibi birçok soru ile baş başaydım. Sonra “Martı” yeniden aklıma düştü ve hemen bir kez daha okudum. Okur okumaz da şu dönemde değinmek istediğim her şeyin bu metinde var olduğunu fark ettim. Oyunun karakterlerinin baş başa kaldığı sorular benim sorularımdı sanki. Çehov’un yazdığı mektupları okudukça da Çehov’un kendi çağında yaşadığı sıkıntılar ve kaldığı ikilemler de beni onun dünyasına iyice yakınlaştırdı. Kafamın içinde onunla uzun sohbetler ettim. Yaşadığımız çağın kafa karışıklığını, derinlikli, enteresan karakterlerle ortaya koyuşu, oyunu sahneleme isteğimi artırdı. Oyuncu kadrosu da yine bir gün mutlaka bir şeyler yapmak istediğimiz oyuncu arkadaşlarımdı. Teklifimi sunduğumda her biri heyecanla “tamam” dedi. Farklı oyunculuk deneyimlerinden gelen bu kadro, beni hâlâ çok heyecanlandırıyor.
Gerek sinemada gerekse tiyatroda bir eseri başarıyla uyarlamak son derece takdir ettiğim bir mevzu. Martı mıyım? esasında bu noktada seyircisinin beğenisini kazanma ya da kazanmama noktasında son derece uç noktalarda gezinen bir oyun ve şahsi kanaatimce ortası mevcut değil. Oyunun aynı zamanda uyarlamasını yapan kişi olarak sürecin nasıl işlediğini paylaşabilir misiniz? Hikaye ve karakterlerin ana bağlamını oluştururken zorlandığınız noktalar oldu mu?
Uyarlama için masa başında çalışırken de; provalar sırasında oyuncular, reji ekibi ve tasarımcılarla hayal kurup oyuna biçim verirken de zorluk yaşadığımı söyleyemem. Kurduğum dramaturjinin oyunbazlığını oyuncular hızla kavradı ve üzerine çok şey koydu. Tasarım ekibi de hınzır bakışını benden esirgemedi sağ olsun. “Martı” metninin güçlü karakterlerinden ve yaşadıkları insani hallerinden doğan anlatı gücünü kaybetmemeye çalışarak, kendi hayatla derdimizi bir şekilde kaynaştırdık sahnede. Metne çok müdahale etmesem de biçimsel olarak günümüz Türkiye seyircisini düşününce sınırları zorladığımın farkındayım. Aynı biçimlerde ve benzer hikayeleri tekrar sahnelemek yerine bir klasiği, hem de tabulaşmış bir metni alıp onu eğip bükmek ve seyirciyi aktif hale getirmek benim için kıymetli. Belki maddi anlamda riskli, seyircisi kesin olur olmaz diyemeyebiliriz ama bir sanat yapıtı ortaya koyarken bu düşünceye saplanıp kalmak da bir kapana kısılmak olur. Bu arada baktığınızda bu biçimsel dokunuş rahatsız edici bir radikallik de barındırmıyor. Çılgın bir eğlence ve yalnızlık hissini azaltan bir hafiflik sunuyoruz sahnede.
Martı mıyım? oyununun seyircisi yalnızca izleyen ve gözetleyen konumda değil. Aynı zamanda deneyimleyen konumda da yer alıyor. Bu bağlamda seyirciyi oyuna her an girmek için kenarda direktif bekleyen bir yedek oyuncu olarak tanımlayabilir miyiz?
Güzel bir tabir. Cebime koydum bu tabiri teşekkürler. Evet dediğim gibi aktif seyirci benim için önemli çünkü tiyatronun birebir gücü buradan geliyor. Yani izleyici, televizyon başında ya da sinemada müdahil olmadığı, çoktan yapıp bitirilmiş bir şey izliyorken; tiyatroda izleyicinin gözünün önünde kanlı canlı, o an, orada oluyor her şey. Oyuncular da bir kameranın karşısında değil, hata yapınca haydi en baştan deme şansı yok; kahkaha atan, esneyen, öksüren, laf atan, ilgiyle ya da eleştiren gözlerle bakan birçok kişinin karşısındalar. Bir alış-veriş kurulmak zorunda. Seyirci ile bu kadar güçlü bir bağ varken bu bağı yok saymak haksızlık olur yaptığımız sanatta. O yüzden “Martı Mıyım?” oyunu izleyenlerle birlikte kurulup yıkılan, yıkılıp yeniden kurulan bir yapıya sahip. Oyuncularımız da yol gösterici. Onlara ve Çehov’a kendini bırakanlar keyifli bir zaman geçirecekler.
Farklı bir oyun izleyeceğimizin ilk sinyallerini oyunun hemen başında oyuncuları ve karakterleri tanıtan sizin sesinizle alıyoruz. Bununla birlikte aynı zamanda anlatımda çokça göreceğimiz dördüncü duvarın yıkılmasını da ilk anda deneyimlemiş oluyoruz. Bu radikal fakat oyunun yapısına son derece uygun tercihi fikrin ilk oluştuğu aşamada mı belirlediniz yoksa süreç içinde mi şekillendi?
Böylesi bir yapıda oyun sırasında elbette yönetmenin de bir müdahalesi olmalı. Aslında ilk aşamadan beri vardı. Provalar sırasında daha eğlenceli bir hal aldı.
Oyunda beş oyuncuyu görüyoruz fakat sayıca daha fazla karakterle karşı karşıyayız. Oyunu izlemek isteyen seyircilere Çehov Martı’sını okumalarını, izlemelerini veya genel hatlarıyla orijinal hikaye hakkında bilgi sahibi olmalarını önerir misiniz?
Bu sorunun cevabı sanatsal bir etkinlikten almak istediğimiz kişisel hazlarımıza göre değişecektir diye düşünüyorum. Edebi olarak Çehov’la tanışmamış bir izleyen de oyunu keyifle takip edecektir; çünkü Çehov’un yarattığı karakterler, durumlar ve ilişkilenmelere mümkün oldukça müdahale etmedik, çünkü şahane yazılmışlar! Bizim kattığımız yorum da açık bir şekilde paylaşıldığından ve seyirci ile kurulan bir oyun olduğundan illaki metin okunmalı diyebileceğim bir durum yok. Elbette oyunu daha önce okumuş olan bir izleyen için izlediği her oyunun keyfi bir başka olacaktır. Farklı farklı ayrıntıları, göndermeleri kolaylıkla yakalayacaktır. Yani gerçekçi bir yorumla sahnelenmiş bile olsa oyuna hakimiyet başka bir keyif sunabilir. Ama şu da mümkün: “Martı” oyununu hiç bilmeyen bir izleyicide Çehov’a dair bir merak uyandırmak beni çok mutlu eder. Üstelik “Martı mıyım?” uyarlamamızda anlaşılırlığı hiçbir zaman göz ardı etmedik, yorumumuzla bugüne söylediklerimizi izleyenlerin ne gözlerine sokuyoruz, ne de kapılar ardına gizliyoruz, apaçığız, Çehov’un dilediği “dört perdelik komedi”yi yeni bir dille ortaya koymaya çalışıyoruz.
Sahnedeki beş oyuncu zamanı ve mekanı eğip bükebilen, karakterden karaktere süzülen oyunbazlar ve hepimizin hayatındaki açmazlara ayna tutuyorlar. Oyundaki karakterlerin konumlandırılışında nasıl bir strateji izlediniz? Bunun yanında provalar sırasında oyun metninde değişim(ler) yaşandı mı?
Kurduğumuz dramaturji ile beş oyuncunun sekiz karakteri oynaması gayet mümkün hale geliyor. Bazı oyuncular iki karakteri birlikte canlandırıyor. Aynı oyuncunun iki farklı karakteri oynaması ilginç oyunsu alanlar da açtı tabii. Mesela Treplev rolünü oynayan oyuncu, aynı zamanda Medvedenko’yu da canlandırıyor. Medvedenko Masha’ya aşık, Masha Treplev’e. Masha-Treplev, Masha-Medvedenko ikili birçok sahne var. Bu çapraz aşkın yarattığı bambaşka bir ilişkilenme, aşık olan ve kesinlikle olmayan iki karakterin ikisini de oynayan oyuncu için ilginç bir deneyim oldu. Ve iki karakter de birbirinden oldukça farklı olduğu için aynı oyucunun bambaşka bedensel hali ve tavrı, peruğundan kostümüne değişimi izleyenler için de eğlenceli bir seyir sunuyor. Bu doğrultuda metinde kimi değişiklikler elbette yapıldı. Kısaltma, dönüştürmüş bölümler var ama metni alaşağı eden bir değişim söz konusu değil. İçeriğin gerektirdiği kadar biçimsel dönüşüm, biçimin gerektirdiği kadar içeriksel dönüşüm. Birlikte işleyen bir yapı.
Mart mıyım? oyunu, çağımızın radikal dönüşümlerinin gölgesinde geçmişi kutsama eğilimindeki bugünün Çehov karakterlerini sahneye taşırken “Nasıl devam etmeli?” sorusuna da yeni anlatım biçimleriyle cevap arıyor. Bu yeni anlatım biçimlerinin varlığı ise oyunun bir ayağını geçmişte bir ayağını ise bugünde tutuyor. Peki gerek orijinal metnin uyarlanması gerekse oyuncular tarafından sahneye konması noktasında “yeni anlatım biçimleri”nin varlığı oyunun seyrini ve dinamiklerini nasıl değiştirdi?
Tiyatro BeReZe olarak 2006’dan beri yeni anlatım biçimlerinin peşinde, denemelerle ilerliyoruz. Her oyunumuz “Yaptığımız bir önceki oyunun üstüne ne koyabiliriz?” sorusu üzerinden şekilleniyor. Oyunsuluğu ve seyircinin hayal gücünü ya da düşüncelerini aktife eden bir yapı kurmayı önemsiyoruz. Fakat bunların hiçbiri “biçimci” bir gözle yaptığımız şeyler değil. Bizim için her zaman, en başta “Neyi, neden anlatıyorum” sorusunun cevabı önemli. Sonra içerik biçimi doğuruyor. Bu uyarlamamızda da dramaturjik bir tercihle beş oyuncunun varlığını, sahne üstünde kulisini de seyirciye açarak çıplaklaştırıyoruz. Kostümleri, peruklarını onların gözleri önünde değiştiriyorlar. Oyun alanına girip çıktıklarını net ayrımını gösteriyorlar. Seyircinin varlığını kimi zaman yok sayıyor, kimi zaman birebir onlara sesleniyor, hatta oyun boyunca sahnelerini kulis alanlarında beklerken de izleyici oluveriyorlar. Tiyatronun tiyatrosu burada başlıyor.
Çehov’un hayata dair sorduğu sorularla çağımızın soruları arasında süzülmek için bu biçimsel tercih oyunsu olduğu kadar düşünsel de bir alan yaratıyor. Geçmiş orada duruyor, gelecek yukardan sarkan bir silah gibi başımızın üstünde salınıyor. Bu silahın patlaması iyi mi, değil mi? Geçmişi kutsayalım mı, şimdiye sıkışıp kalalım mı, geleceği patlatalım mı? Tiyatronun geçmiş anlatım biçimleri (dördüncü duvar gibi) çağımızda bizi harekete geçiriyor mu, yoksa çeşitli anlatım denemeleri geleceğe dair bir umut yeşertiyor mu, ilham veriyor mu? İşte bunlar bizim çıkış noktalarımız. Cevaplarını sezon içinde seyirciyle buluştukça göreceğiz. Bu bilinmez sonuçları olan buluşma, oyunun yaratıcılarından biri olarak kişisel anlamda beni de harekete geçiren, heyecanlandıran, bir sonraki işimi yapma motivasyonu veren tek şey. Yoksa ne diye aynı şeyi aynı şekilde bir de ben söyleyeyim seyirciye? Benim özgün bir sesim olmalı ki bir kapı açılsın. Ama bu özgünlük kaygısı beni biçimci bir yerden ruhsuz bir alana çekmemeli. O yüzden evet Çehov’un orijinal “Martı” metni benim yol göstericim. Ben sadece dışsal bir müdahale yapıp, Çehov’u keyiflendirmek, onun o hınzır dünyasına eşlik etmek istiyorum. Umarım mezarında bıyık altından, kıs kıs gülüyordur.
Oyunu sahneye koyarken genel olarak yaratıcı oyuncuya ve sahne üstü araştırmaya inandığınızı belirtiyorsunuz. Sahne üstü araştırmayı bu oyun özelinde biraz daha açmanız mümkün mü?
“Martı Mıyım?” oyunu, oyuncular için üç katmanlı bir yapıya sahip. Kuliste bekleyen oyuncu, karakterle arasında oyunbaz bir ilişki kuran oyuncu ve tamamen metne odaklı karakterlerin isterlerine cevap veren oyuncu. Bunların tümü çıplak bir biçimde seyirci ile paylaşılıyor. Bu yüzden oyuncular hem Çehov’un “Martı” metnini yükleniyorlar, hem de onun çevresinde seyirciyle konuşarak, kendi hayat hikayelerini de paylaşarak dördüncü duvarı yıkıyorlar. Seyir yeri ve oyun alanı, orijinal metin ve uyarlama metin arasında işleyen bir makinenin parçaları onlar. Böylesi bir dramaturji ile baş başa kalan bir yönetmen, evde oturup reji hayalleri kuramaz elbette. Dolayısıyla oyuncunun oyunsu motoruna ihtiyaç var ve ancak bu şekilde sahneler kurulabilirdi.
Oyuncunun kendi sözünü nasıl ve ne şekilde söylemek istediği de elbette provalarda ortaya çıkacaktı. Nitekim provalar sürecinde özellikle uyarlama metnimiz çok değişti ve dönüştü. Orijinal metnin özellikle çevirisi için çağdaş bir dil yakalamak adına Cemre Kaboğlu ve ben günlerce çalıştık. Son halini de Elena Natalina Rusça metinden bakarak düzenledi ve orijinal metin içimize sinen bir hal aldı. Kısaltmalar, bazı küçük değişimler de yaptık tabii. Ama metnin lineer akışında bir değişiklik yapmadık. Fakat yine de tüm masa başı çalışmalar provalar sırasında oyuncuların dokunuşuyla yeniden yeniden şekil değiştirdi. Kısacası bu derece “oyunbaz” ve “oyuncu”nun varlığını her şekilde çıplaklaştıran bir oyunun masa başında çözülmesi imkansızdı. Ve ne mutlu ki yaratıcı oyuncularımız da olduğundan provalar oldukça neşeli geçti.
Yine sözleriniz üzerinden ilerleyecek olursak Çehov’un bu incelikli oyunuyla günümüz izleyenlerine zaman zaman kariyerlerindeki, ilişkilerindeki veya yaşamlarının genelindeki hayal kırıklığına, anlamsızlığa, yaratıcılığını ortaya koyma ya da koyamama hâline, karmaşık aşk ilişkilerine ve başarı odaklı şehir hayatına ayna tutup ‘yalnız değilsin’ demeyi umuyorsunuz. Bunu da oyunu izlerken sahnenin aydınlık alanında daha loş tarafına adım atarak kendi benliğine dönen oyuncuların seyirciyle kurduğu iletişimle bizzat tanık oluyoruz. Ve aslında her birinin bizim gibi olan sevinçleri, hayalleri, umutları, üzüntüleri ve kaygılarını dinliyoruz. Bu tercihiniz dolayısıyla seyircilerden ve tabii ki prova hazırlık sürecinde oyuncularınızdan hangi yorumları aldınız?
Provalar başlamadan önce oyunculardan özel hayatları ve mesleki kaygıları ile ilgili üç soruyu yazılı olarak cevaplamalarını istedim. Prova periyodumuzda bir gün tüm bu yazılanları sesli okuduk ve üzerine uzunca sohbet ettik. Benim için prova sürecinin en güzel günlerinden biriydi. İlk kez bu proje için bir araya gelmiş, farklı deneyimler geçirmiş, bambaşka karakterlere sahip bu beş oyuncu günün sonunda ne kadar benzer kaygılara sahip olduklarını, insani bir yerden ne kadar benzer olduklarını fark ettiler ve sıcacık bir an yaşandı. Yalnız değildik ve çağımızın üzerimize boca ettiği tüm bu yıpranmışlığı, güvensizliği, tedirginliği, umutsuzluğu ancak yan yana gelerek, paylaşarak dağıtabileceğimizi daha iyi kavradık. “Martı” oyunundaki karakterlerin evrenselliği de burada yatıyordu ve günümüzdeki herhangi bir meslek grubundan herhangi bir kültürden gelen bir bireyin de hayata dair sorguladığı sorulara sahipti. Böylece oyunu yapmak bizim için daha da anlam kazandı. Oyunumuz yeni olduğundan seyircinin genel hissine dair bir şey söylemek için erken. Fakat yine de gözlemlediğim ve geri dönüşlerden anladığım kadarıyla oyuncuların kendi hikayelerini anlattığı kısımlar bir ferahlama ve ilgi artıran bir öge olmuş gibi gözüküyor.
Hepimiz bir çatırdamanın eşiğindeki Çehov karakterleriyiz. Peki siz kişisel yaşamınızda hangi çatırdamanın eşiğinde bir Çehov karakteri olarak görüyorsunuz kendinizi?
Çehov gündelik hayatın birçok sıradanlığını, karakterlerin içsel çelişkilerini, özellikle hayal kırıklıklarını ironik bir gözle ortaya koyuyor. Tam olarak eyleyemeyen, hep sorular içinde sıkışıp kalmış, geçmişe özlem duyup geleceğe dair endişeli karakterler. Şimdi bunları okuyunca “Aynı ben!” demiyor musunuz? Ben diyorum. Dünya geçmişten çok daha hızlı bir değişim içinde, teknoloji almış başını gidiyor, ekonomi hep bir başlık olarak politikaları belirliyor, kime göre neye göre belli olmayan başarı odaklı hayatlarımızda bir koşturma içindeyiz, bilgiye sahip gibi görünüyoruz ama bazı gelişmelerden haberimiz bile olmuyor, sorun orada duruyor ama hiçbir çözüm üretemiyoruz. Üstelik tüm bu büyük başlıkların arasında kendi küçük dünyalarımızda varoluş krizleri yaşıyoruz. “Martı mıyım?” oyunu ile halimize uzak açı sağlayıp birazcık gülümseyebilelim dileğindeyiz. Ve daha iyi bir dünya adına eyleme geçmek için minik bir ümit vermek. “Anlamak” bir başlangıç olabilir belki de.
Oyunun seyirciyle yakın bağ kurmasında ve hepimizin hayatında açmazlara ayna tutmasında hiç kuşku yok ki Sezin Akbaşoğulları, Sanem Öge, Tolga İskit, Nazlı Bulum ve Erkan Uyanıksoy’dan oluşan oyuncu kadrosu büyük paya sahip. Her biriyle çalışma süreciniz nasıl ilerledi? Kendilerinin prova döneminde karakterlerine kattıkları yeni dokunuşlar oldu mu?
Oyunun kadrosu için düşünürken çok hızlı bir şekilde karakterleri kimin oynayacağı kafamda belirdi ve daha ilk okumada doğru karar verdiğimi anlamış oldum. Hepsi gerçekten oldukça yetenekli, açık zihinli, oyunbaz, tiyatro etiğine sahip ve eğlenceli oyuncular. Provalar süresince bir gün bile kişisel bir çatışmaya yer bırakmadan, oyunun daha iyi hale gelmesi için emek harcadılar. Bana bu konforu sundukları için buradan bir kez daha teşekkür edeyim isterim.
Teker teker karakterlere dokunuşlarına değinecek olursam da, 2006’dan beri oyun arkadaşım Erkan Uyanıksoy’dan başlayayım. Erkan, “Martı mıyım?”da Medvedenko ve Treplev rolünü birlikte canlandırıyor. Kendisiyle artık leb demeden leblebiyi anlayan bir çalışma yöntemimiz olduğundan, bu süreçte de kolay bir şekilde Treplev’in kırgın ama öfkeliği naifliğini, Medvedenko’nun (Çehov’un da tabiriyle “oyunun soytarısı”) hayattaki clownesk beceriksizliğini birlikte ortaya koymuş olduk. Sezin Akbaşoğulları uzun yıllardır taa Ankara’dan tanıdığım, sevdiğim bir oyuncuydu ve ilk kez (sonunda) birlikte çalışmış olduk ve müthiş karizmasıyla Arkadina’ya resmen can verdi. Sanem Öge de uzun yıllardır tanıdığım ve çalışmayı düşlediğim bir oyuncuydu. Masha ve Polina karakterlerine birlikte hayat verdi. Masha’yı hiç beklemediğim bir öneri üzerinden işlemeye başladığında ilginç bir sürecin de içine girmiş olduk ve benim için çok öğretici bir süreç oldu. Ve günün sonunda ikili dokunuşlarımızla şimdiye kadar gördüğümüz Masha’lardan biraz farklı, özgün bir yorum ortaya koymuş olduk. Ve bu beni mutlu ediyor. Sanem’in oynadığı Polina-Dorn sahnesine ise her provada güldüm, hâlâ çok gülüyorum. Tolga İskit birçok insanın yakından takip ettiği, takdir gören, başarılı bir oyuncu. Benim kimi “çılgın” dokunuşlarım onu zorlasa da, mesleğinde iyi olan her oyuncuda olduğu gibi kendini yaratım sürecine bıraktı ve bence hem Trigorin karakterinde hem de Dorn karakteri için ilginç bir damar yakaladı. Nazlı Bulum uzaktan takip ettiğim, üretkenliği ile bir şekil hep karşıma çıkan yetenekli olduğunu bildiğim bir oyuncuydu. Hem kişisel olarak ilk kez tanışmış olmamıza hem de mesleki olarak ilk kez bir araya gelmemize rağmen onu yıllardır tanıyor, yıllardır birlikte iş yapıyor gibi hissediyorum. Ve bu tamamen Nazlı’nın müthiş motive, işini seven, çalışkan karakterinden kaynaklanıyor. Oyunu ve oyun arkadaşlarını süreç içinde o kadar içten bir yerden sahiplendi ki Nina hiçbir “Martı” yorumunda bu kadar canlı olmamıştır gibi geliyor bana. Polina’ya da aynı derecede komik bir dokunuş sundu o da. Sanem’le şahane ikili oldular. Yani zannediyorum ki, bana olduğu kadar tüm reji ekibine ve oyunculara prova süreci iyi geldi. Bunu sağladıkları için minnettarım.
Oyunun anlatımına ve karakterlerine ayak uyduran rengarenk ve göz alıcı dekorunu da es geçmememiz gerekiyor. Uyarladığınız metnin zihninizdeki yansımasını sahnede büyük ölçüde ya da tam anlamıyla gördüğünüzü düşünüyor musunuz?
Oyunumuzun sahne ve kostüm tasarımını gerçekleştiren İlayda Saran, hem geçmişte “Cimri” oyunumuzda kostümleri yaparak birlikte çalışma fırsatı yakaladığım, hem de uzun yıllardır tanıdığım bir arkadaşım. Yani beni gerçekten tanıyan, bilen biri ve yaratmak istediğim “hınzır” dünyayı çok hızlı anladı ve üstüne kendi yorumunu ekleyerek harika bir iş çıkardı. Birlikte tartışa tartışa, deneye yanıla bir dünya yarattık ki bence izleyen herkesin ilgisini çekecek bir tasarım oldu. Üstüne üstlük “Neşesi bile yeter!” diyebileceğim yetenekli Sezen Can, makyaj ve peruk tasarımıyla bu dünyayı tamamlamış oldu. Oyuncu olarak birlikte çalıştığım, ilk kez ışık masasında kafa patlattığım Murat Kural ise ışık tasarımında yalın ama etkili bir iş çıkarmış oldu. Toplamında tasarımın kurduğum dünya ve dramaturjiye tam olarak hizmet ettiğini düşünüyor, yine kendimi şanslı hissediyorum. Bu noktada bazı isimler eksik kalmasın isterim: Yönetmen yardımcımız Cemre Kaboğlu, oyun asistanımız Sezen Çetiner, yapım ortaklarımız Yağmur Dolkun (Dolkun Production), Irmak Uzun (Biletinial) ve yapım koordinatörümüz Berfin Tolmaç olmasa prova süreçleri baya sancılı geçerdi. Herkesin irili ufaklı katkısı çok büyük bu yaratımda.
Röportajımızı Martı mıyım? oyununu izleyecek tiyatroseverlere mesajınızla bitirelim.
Her tür ön yargınızdan uzaklaşarak, Çehov’un güzel metni ve yaratılan hınzır dünyaya kendinizi bırakın, inanın eğleneceksiniz ve minik bir umut hissi sizinle kalacak. Ayşe Selen’in bir sözü vardır: “Bugün seyirci böyle olmasaydı biz oyunu böyle oynayamazdık” diye. Sizin varlığınızla şekillenen bu oyuna gelin, getirin ki yeni denemeler yapmaya gücümüz kalabilsin. theMagger ve size de çok teşekkürler.
Kapak Fotoğrafı: Aziz Useinov
İlginizi çekebilir: Halil Şimşek’ten Nora (Bir Bebek Evi)
İlk yorumu siz yazın!