İlk yorumu siz yazın!
The Guest: Emma Cline’den Başkası Gibi Davranan Bir Kadın
Çoğumuzun bitmesin diye mücadele ettiği bir ilişkide kendi sınırlarını zorladığı bir an olmuştur diye varsayıyorum. Peki, nereye kadar? Neler yaptıktan sonra bu ikili ilişkinin yürümeyeceğini kabulleniyoruz? Veya şöyle sorayım: Ulaşmak istediğimiz hedefe giderken kimleri, nasıl “harcayabiliyoruz”? Geçtiğimiz günlerde The New Yorker dergisinin “2023’ün En İyi 10 Kitabı” listesine giren Emma Cline’nin The Guest romanı, aslında bu soruları sormamızın sebebini -tahmin edebileceğimiz bir cevap ile – ortaya koyuyor: Sanrılarımız, hayallerimiz, kuruntularımız… Ya da sizin için hangi kelime daha fazla anlam ifade ediyorsa.
Her ne kadar mayıs ayında çıkan bir romanı bu soğuk günlerde değerlendirmeye karar vermiş olsam da Emma Cline’nin The Guest kitabı, bütün yaz konuştuğumuz “beach read” konseptinin karşılığını veriyor: Bol gizem, sayfaları hızlıca çevirmeye sebep olan yüksek bir tempo ve söz konusu istediğini almak olduğunda hiç kimseyi umursamamaya hazır bir baş karakter. Kitabın arka kapağında yazan “Başkası gibi davranan genç bir kadının baş döndürücü hikâyesi.” açıklamasına inanabilirsiniz. Çünkü baş karakterimiz Alex’i, bulunduğu durumlara göre etrafındaki insanlara yansıttığı kişiliği dışında, yalnızca birkaç minik detay ile tanıyabiliyoruz. Fakat kendimiz de gerçekten kurduğumuz ilişkilerde bundan daha samimi miyiz? Aramızda günahı olmayan kişi, ilk taşı Alex’e atabilir çünkü kişisel olarak benim yalnızca rengini bildiğim bir futbol takımının maç sonuçlarını muhteşem bir heyecanla takip ettiğim günler oldu.
The Guest
Forbes’un “30 Under 30’inden” The New York Times’ın “En Çok Satanları’na” kadar prestijli listelerde kendisini gösteren Emma Cline, The Guest romanında günümüzün ve özellikle Amerika’nın en çok tartıştığı konular arasında bir gezintiye çıkıyor: Toplumsal cinsiyet, güç dengeleri ve sınıflar arası çatışma. The Guest, 22 yaşındaki Alex’in, kendisinden yaşça büyük ve zengin, erkek arkadaşı Simon’ın onu Hampton’daki yazlık evinden “nazikçe” kovması ardından o eve tekrar geri dönmek için saat saat attığı adımları izliyor. Belki de tahmin edebileceğiniz üzere bu inanılmaz zengin adam, Simon, her sene 2 Eylül İşçi Bayramı’nda unutulmaz bir parti düzenliyor. Sonuçta İşçi Bayramı’nı Amerika’nın -büyük ihtimalle kendi evrenlerinde çalışanlarına uyguladıkları sömürü ile birçok kez “cancel culture’ın” öznesi durumuna düşen- ayrıcalıklı kesmi pahalı şaraplar ve yemekler ile kutlamayacaksa, bu bayramı kim kutlayacak? Alex’in planı ise evden kovulması ile parti arasındaki beş günü Hampton’da geçirdikten sonra Simon’ın evine inanılmaz bir geri dönüş yaparak eski erkek arkadaşının kalbini kazanmak. Çünkü Alex, her ne kadar bu “alma-verme” anlayışına dayalı ilişkide kendisinin “yeri doldurabilir biri” olduğunu bilse de Simon’ın yalnızca bir gel-git yaşadığını düşünüyor. Bu süreçte hayatına dokunduğu “ayrıcalıklı” kişilerin üzerinde de en fazla ne kadar etkisi olabilir ki?
Minik bir not: Dua Lipa ve ekibinin özellikle aktivizme dair konuları mercek altına aldığı Service 95 dergisinin bir kitap kulübü bulunuyor. Ocak 2024’te Emma Cline’in The Guest kitabını okuyorlar! Eğer kulübün bir parçası olmak isterseniz buraya bakabilirsiniz.
Editör Notu: Yazının devamı “spoiler” içermektedir.
The Guest ve The Swimmer Karşılaştırması ile “Havuz” İmgesi
Dürüst olmalıyım ki bu romanı okurken Alex’in hava ne olursa olsun bulduğu her havuza girdiği noktada “Acaba Emma Cline, John Cheever’ın The Swimmer kısa öyküsüne gönderme yapıyor olabilir mi?” diye düşündüm. Sonra da böyle bir göndermeyi yakaladığım için heyecanlanırken Cline’in zaten katıldığı her röportajda bu çok sevdiği öyküye gönderme yaptığını söylediğini öğrendim. Yine de biraz daha derine gireceğim.
John Cheever, The Swimmer kısa öyküsünde komşularının havuzundan yüzerek eve dönen Neddy karakterini anlatıyor. Herkesin sarhoş olduğu ve hayatın keyfini çıkardığı bir öğleden sonra Neddy, komşularının havuzunda biraz yüzüyor biraz da o sırada evde olanlar ile içki içerek hayatları hakkında daha fazlasını öğreniyor. Kendisi doğrudan bir referans yapmasa da çoğu zaman mitolojik anlatılar üzerinden üretimleri yorumlanan Cheever’ın The Swimmer hikâyesi, birçok eleştirmen tarafından “Modern Odisseus” olarak görülmüştü. Çünkü Neddy karakteri daha farklı bir yolculuktan ilerlerse de suda geçirdiği vakitte geçmişi ve karşısına çıkanlar ile yüzleşleşmesi sonucu ulaştığı değişimi, farkındalığı yansıtıyordu.
Cheever’ın geçen zamanı yansıtmak için kullandığı havuz imgesi, Cline’ın romanında da kendisini deniz ve havuz ile gösteriyor. Tabii bir fark ile. Burada havuz ve deniz; ilk başta aynı Cheever’ın öyküsündeki gibi zamanın geçmesi metaforu ile devam ediyor ama bu süre içerisinde Alex’in hayatına tek bir durum dışında doğrudan etki eden bir imgeye dönüşmüyor. Aksine, Alex’in havuzda ve denizde tanıştığı insanlar, büyük ihtimalle yaşadıklarından ötürü kendileri ile yüzleşmek zorunda kalıyorlar. Bana sorarsanız günün sonunda Neddy karakteri üzerindeki havuzun anlamı, bize aslında kim olduğunu hiçbir zaman göstermeyen Alex’te aynı etkiyi uyandırmıyor. Alex, havuzun veya denizin kısacası suyun yalnızca akan vakti gösteren bir imgeden daha fazlasını ima edeceği bir güce kavuşmasına izin vermiyor. Hatta bu imge ile bir hayli de eğleniyor, oyun oynuyor. Tabii, bu oynadığı oyunların her zaman kendisi veya birileri için bir sonucu da oluyor. Belki de Emma Cline’in The Swimmer öyküsüne referans yaptığını söylediği halde Cheever’ın metaforuna aynı güçte bir anlam atfetmemesi toplumsal cinsiyet kuralları içerisinde ötekileştirilen kadınların dış etkenler ile kurdukları ilişkiyi simgeliyordur. En azından benim için bu metafor, bir kazanıma dönüşme potansiyeline sahip. Tabii ki kimin bakış açısını sahiplenmek istediğimize göre bu metafor da değişime açık. Mesela; “havuz” imgesi, Alex’in elinde başkaları için yıkıcı bir faktöre dönüşmüş de olabilir.
The Guest, daha Türkçe’ye çevrilmemiş. Eğer İngilizce okumak isterseniz Minoa’da var.
Kapak Fotoğrafı: Etienne Girardet – unsplash.com
İlginizi çekebilir: Biblio Magger’dan Jon Fosse
Yazılarını çok keyifle okuduğum biri Eylül Aytan. Ama özellikle bu yazısı çok başarılı, okurken hem onaylayıp hem gülümsediğinizi fark ediyorsunuz.