En İyi Marcello Mastroianni Filmleri: Doğumunun 100. Yılına Özel
Mastroianni 60 yıla uzanan kariyerinde toplamda 147 gibi yüksek sayılabilecek bir sayıda filmde rol almış. Bu filmler içinden bir iki tanesi hariç 10 tane seçmek zor olmadı benim için. Bu yılın başından itibaren ulaşabildiğim Mastroianni filmlerinin neredeyse tamamını yeniden seyrettim. Filmleri seçerken elbette her listede olduğu gibi kendi beğenilerimi ve tercihlerimi ön planda tuttum ama aynı zamanda listede yer alan filmlerin sinema tarihine belirgin şekilde damgasını vurmuş olmasına da özen gösterdim. Bu filmler sadece yönetmenlerinin ustalığı değil Mastroianni’nin beyaz perdeyi dolduran mevcudiyeti ve canlandırdığı karakterlere verdiği gerçeklik ve canlılık sayesinde de birer başyapıt konumuna yükseldi.
Ferit Edgü’ün ‘Eylül Gölgesinde Bir Yaz’ romanının başlığındaki gibi kendimi bildim bileli yaz aylarını hep eylülün gölgesinde geçiririm. Hiç yaz insanı olmadığım için bir an önce gelmesini beklediğimden eylülün gölgesi bütün yaz üstümden eksik olmaz. Bazı yazlardaysa Edip Cansever’in ‘Eylülün Sesiyle’ şiirinde dediği gibi “Eylülün sesi ağustosa çekilir.”; sonbahar ve eylül beklenildiğinden daha erken gelir. O yazlar benim için özeldir; tıpkı bu yazın da özel olduğu gibi. 2024 Yazı’nı o özel yazlardan ve zamanlardan biri yapansa eylül ayında 100. doğum günü kutlanan Marcello Mastroianni’yi Roma’da, onun şehrinde onu hatırlama ve anma şansı bulabilmemdi.
Ne zaman Roma sokaklarında dolaşsam ara ara bir La Dolca Vita, Fellini ve elbette Marcello Mastroianni hayaletinin peşinden geldiğini hayal ederim. theMagger’da yazdığım üçüncü yazı olan ve Roma üzerine/hakkında yapılmış 10 filmden bahsettiğim ‘Sonsuz Şehirde Sinema: Roma Üzerine Çekilmiş 10 Film’ başlıklı yazıda Fellini iki filmi (Fellini’s Roma ve La Dolce Vita) ile yer alıyor. O yazıda La Dolce Vita’nın sinemada Roma’ya dair tüm illüzyon ve fantezinin arzu ile buluştuğu; sonsuz şehrin sonsuz cazibesini ve afsunlu görkemini yansıtan en önemli film olduğunu yazmıştım. La Dolce Vita benim sinema tarihinde en çok sevdiğim filmden biridir; hatta ilk üç içinde yer alır. Onu bir dünya starı yapan bu filmin başrol oyuncusu Marcello Mastroianni de sadece oyunculuk yeteneğiyle değil; hem La Dolce Vita’nın büyüsüyle hem de zihnimde ve hayallerimde hep Roma ile özdeşleşmesiyle sinema tarihinde en sevdiğim aktörlerden arasında ilk sıraya yerleşir. Görece erken sayılabilecek bir yaşta; 1996 yılında 72 yaşında yaşama veda eden Mastroianni sinemanın en büyük oyuncularından ve modern zamanların en ‘cool’, en ‘İtalyan’ ikonlarından biri olarak anılarda ve beyaz perdede ve elbette Roma sokaklarında yaşamaya devam edecek.
En İyi 10 Marcello Mastroianni Filmi (Performansı)
Bir oyuncu olarak Mastroianni’yi diğer büyük oyunculardan ayıran çok temel özelliklerinden biri, Lanko Lopez’İn oyuncunun 100. Doğum günü için yazdığı yazıdaki ifadesiyle, Canlandırdığı bunca farklı karaktere rağmen her karaktere kendi damgasını vurması; metod oyunculuğundan farklı olarak canlandırdığı karakterin arkasına sığınmadan farkedilir olmasıdır.”. Dolayısıyla bu filmleri seyredenler canlandırdığı karakterlerde, onun gerçek kişiliğinden ne kadar farklı olsalar da, bir şekilde Mastroianni karizmasını ve onun varlığını hissedebilirler.
Listeyi 10 ile sınırlandırmak istediğim için çok istememe rağmen bazı filmlere yer veremedim. Listede yer almayan ama Mastroianni’nin performansı için seyredilmesi gereken diğer bazı filmleri şu şekilde sıralayabilirim: Leri, Oggi, Domani/Dün, Bugün, Yarın (Vittorio de Sica, 1963), Casanova 70 (Mario Monicelli, 1965), Lo Straniero/Yabancı (Luchino Visconti, 1967), Ça N’arrive Qu’aux Autres/Sadece Başkalarına Olur (Nadine Trintignant, 1971), Allonsanfàn (Paolo ve Vittorio Taviani, 1974), Touche pas à la femme blanche!/Beyaz Kadına Dokunma (Marco Ferrei, 1974), Così come sei/Olduğun Gibi Kal (Alberto Lattuada, 1978), Ginger e Fred/Ginger ve Fred (Federico Fellini, 1986), Oci ciornie/Kara Gözler (Nikita Mikhalkov, 1987), Che ora è?/Saat Kaç? (Ettore Scola, 1989), Stanno Tuttu Bene/Herkes İyi (Guiseppe Tornatore, 1990) ve son filmi Voyage to the Beginning of the World /Dünyanın Başlangıcına Yolculuk (Manoel de Oliveira, 1997).
1. La Dolce Vita (Federico Fellini, 1960)
Mastroianni’yi bir sinema ikonu haline getiren ve bir filmin ötesinde adeta modern bir kültürel fenomen olan La Dolce Vita yıllar ve onca film sonrasında bile her zaman oyuncuyu tanımlayan ve onu en çok hatırlatan yapıt olarak kalacak.
2. La Notte (Michelangelo Antonioni, 1961)
Varoluşunu anlamlandıramayan ve kendince yaptığı çabaların sonuç vermemesiyle bir hedonist ve nihilist olarak yaşamaya devam eden paparazzi Marcello Rubini’den yine varoluşsal sıkıntılar yaşayan ve içinde bulunduğu modern toplumla iletişim kurmakta zorlanan depresif yazar Giovanni Pontano’ya… Modern bireyin yalnızlığı ve modern toplumda iletişimin imkansızlığı üzerine çekilen bu derin başyapıtta Mastroianni filmin anlamına anlam katan bir oyunculuk sergiliyor.
3. Divorzio all’italiana (Pietro Germi, 1961)
Commedia all’italiana türünün en büyük ustalarından Pietro Germi’nin bu kara komedisinde Mastroianni, başka birine aşık olan ama boşanmak yasal olmadığı için bir şekilde karısından kurtulmak isteyen Ferdinando Cefalù’yu canlandırıyor. Aynı yıl hem Pontano’yu hem de Cefalù’yu canlandırmak ve her iki filmin de sinema tarihinin büyük başyapıtları arasına girmesine katkıda bulunmak onun bir aktör olarak büyüklüğünün en iyi göstergelerinden biridir.
4. 8 1/2 (Federico Fellini, 1963)
La Dolce Vita Fellini’nin ve Mastroianni’nin dünya sinemasındaki büyük çıkışlarının filmiyse 8 1/2 bu ikilinin sinema tarihinde birer efsaneye ve külte dönüşmelerinin filmi. Mastroianni yeni filmi öncesi sanatsal, varoluşsal ve kimliksel bir krizin ortasındaki yönetmen Guido Anselmi’de Fellini’nin alter-egosunu canlandırırken ona kendinden bir ruh ve gerçeklik katıyor.
5. Matrimonio all’italiana (Vittorio de Sica, 1964)
İtalyan usulü boşanma olursa evlilik de olur… De Sica-Mastroianni-Loren iş birliğinin en önemli örneklerinden biri olan film aynı zamanda Napoli’ye, İtalya’nın neredeyse egzotik sayılabilecek kadar farklı bu şehvetli şehrine de bir tür saygı duruşu niteliği taşıyor.
6. Dramma Gella Gelosia (Ettore Scola, 1970)
İtalyanca konuşmayan dünyada The Pizza Triangle başlığıyla tanınan film Mastroianni’nin sinematografisinde boşanma ve evlilikten sonra İtalyan usülü kıskançlığı anlatıyor ve İtalyan sinemasının üç büyük devini bir araya getiriyor: Mastroianni, Antonioni’nin ilham perisi Monico Vitti ve muhtemelen Mastroianni’den sonra İtalyan sinemasının Altın Dönemini’nin en önemli aktörü Giancarlo Giannini…
7. La Grande Bouffe (Marco Ferreri, 1973)
Ününün ve karizmasının doğurunda bir Mastroianni yer, içer, gaz çıkarır, sevişir ve sonunda da ölür… Ferreri’nin dünya sinema tarihinin en aykırı ve ilgi çekici yapıtlarından olan bu keskin burjuva ve tüketim kültürü eleştirisinde sadece Mastroianni’ye değil; onun gösterdiği cesaretin aynısını göstererek oynayan Fransız sinemasının büyük aktörleri Michel Piccoli ve Philip Noiret ile bir başka büyük İtalyan aktör Ugo Tognazzi’yi de ayrı bir hayranlık duymak gerekiyor.
8. Una Giorna Particolare (Ettore Scola, 1977)
Toplamda 17 filmde birlikte oynayan Mastroianni ve Loren’in en duygusal, duyarlı ve iç burkan ortaklığı… Anti-faşist ama özellikle eş cinsel olduğu için işinden atılan ve sürgüne gönderilmek üzere olan entelektüel-radyocu Gabriele ile kendini ailesine; faşist kocası ile altı çocuğuna adamış ve kendi hayatını yaşamamış mutsuz ev kadını Antoietta’nın tesadüf sonucu beraber geçirdikleri bir günün hüzünlü hikâyesi. O günü özel kılan sadece ikilinin yaşamını kısa süreliğine de olsa anlamlı kılması değil tüm Avrupa’nın kaderini değiştiren bir dönemi başlatmasıdır. O gün Hitler’in Mussolini’yi Roma’da ziyaret ettiği gündür.
9. La Città delle Donne (Federico Fellini, 1980)
Fellini ve Mastroianni iş birliğinin en tartışmalı filmi… Fellini’nin modern dünyada feminizme ve kadınların liberalleşmesine karşı bilinçaltındakileri gerçeküstü bir atmosfer ve imgeler aracılığıyla ortaya koyduğu ve kendi fantezi dünyasını yarattığı bu yapıta yönelik eleştiriler onu saf bir film olmaktan öteye taşıyor. İçeriği ve bağlamı bir yana Fellini sinemasının ve Mastroianni oyunculuğunun görkemli örneklerinden biridir. Filme ilişkin en isabetli yorumu büyük bir Fellini hayranı olan büyük sinema yazarı/eleştirmen Roger Ebert yapmıştır: “Fellini kesinlikle kötü bir film yapabilir ama sıkıcı bir film asla.”.
10. The Beekeeper (Theodoros Angelopoulos, 1986)
Yaşlanmış ama hala oyunculuk gücünden bir şey kaybetmemiş bir Mastroianni ve sanat sinemasının en büyük ustalarından bir görsellik ve imge ustası Angelopoulos bir araya gelirse ne olur sorusunun cevabı; bu başyapıtta. Yönetmenin Voyage to Cythera (1984) ile başlayan ve Landscape In The Mist (1988) ile sonlanan ‘Sessizlik Üçlemesi’nin bu ikinci filminde Angelopoulos eleştirmen Holly Williams’ın ifadeyisiyle “ağır tempolu ama dokunaklı” bir yapıt ortaya koyarken Mastroianni, yine aynı eleştirisinde Williams’ın tabiriyle “ölçülü ama yürek parçalayıcı derecede inandırıcı” bir performansa imza atıyor. Tabii tüm bunlara filmi bir başka boyuta taşıyan Eleni Karaindrou melodileri eşlik ediyor.
Kapak Fotoğrafı: La Notte
İlginizi çekebilir: Bülent Tunga Yılmaz’dan Martin Scorsese Sineması
İlk yorumu siz yazın!