the-gunman-sean-penn

Yaşlanmadığını gözler önüne serebileceği rollere hayır demeyen orta yaşlı ünlü aktörler arasına Sean Penn de katılıyor bu hafta: The Gunman, bir suikast takımının işinin ehli tetikçilerinden Jim Terrier’in avcıyken av konumuna düştüğü ve aksiyonun bol olduğu bir hikaye anlatıyor. Son hedefi olan Kongolu bir bakanı öldürdükten sonra kendisi hedef haline gelen tetikçiyi Sean Penn canlandırırken, filmde Idris Elba, Javier Bardem ve Ray Winstone gibi usta aktörler ona eşlik ediyor.

The-Gunman-11-Sean-Penn

1960, California doğumlu Sean Penn, 70’li yılların sonunda televizyonda başladığı ve 80’lerde sinemada devam ettiği oyunculuk kariyerini 90’lar ve 2000’lerde olabilecek en üst seviyeye taşıyarak Hollywood’un yıldız oyuncuları arasındaki yerini aldı. Bugüne dek Clint Easwood’dan Alejandro González Iñárritu’ya, Woody Allen’dan Gus van Sant’a birçok önemli yönetmenle çalışma fırsatı yakalamış 2 Oscar ödüllü oyuncu, son yıllarda The Tree of Life ve The Secret Life of Walter Mitty gibi filmlerdeki ufak rolleri dışında Gangster Squad ve The Gunman gibi aksiyonlarda da yüzünü göstermeye başlayarak şaşırtıyor.

Göreceli olarak sakin geçen bu vizyon haftasında, The Gunman’i fırsat bilerek Sean Penn’in muhteşem performanslarla dolu kariyerini mercek altına alalım istedik.

Bu hafta The Gunman dışında vizyonda izleyebileceğiniz yeni filmler şunlar: Divergent’ın devam filmi Insurgent (Kuralsız), Will Smith’li aksiyon komedisi Focus (Fokus), Willem Dafoe’nun ünlü yönetmeni canlandırdığı biyografik yapım Pasolini, Danimarkalı yönetmen Susanne Bier’in son filmi En chance til (A Second Chance | İkinci Bir Şans) ve yerli yapımlar Son Mektup ile Kocan Kadar Konuş.

34. İstanbul Film Festivali’nin yaklaşmakta olduğunu ve biletlerin 28 Mart Cumartesi günü satışa çıkacağını da hatırlatalım. Festival önerilerimiz için listemize göz atabilirsiniz.

***

En İyi Sean Penn Filmleri

Carlito’s Way | 1993, Brian De Palma

Sean Penn’in 90’lı yıllardaki ilk başarılı performansı, Al Pacino ile rol aldığı Brian De Palma filmindeydi. Hapishaneden çıktıktan sonra uzak durmaya çalıştığı geçmişinden, uyuşturucu çetelerinden ve şiddetten kurtulmakta zorluk çekse de pes etmeyen bir adamın hikayesini anlatan film, filme adını veren Carlito’yu canlandıran başrol oyuncusu Sean Penn’e ve Penelope Ann Miller’a birer Altın Küre adaylığı kazandırmıştı.

Dead Man Walking | 1995, Tim Robbins

Oyuncu olarak tanıdığımız Tim Robbins’in yönettiği ikinci film olan Dead Man Walking, Sean Penn’e ilk Oscar adaylığını getiren film… Ünlü oyuncu bu kez idam cezası için hapishanede son günlerini geçiren mahkum Matthew Poncelet’i canlandırıyordu. Rahibe Helen Prejean’ın kendi anılarından uyarlanan film, bir rahibenin bir katille empati kurduğu sohbetlere odaklanıyordu.

She’s So Lovely | 1997, Nick Cassavetes

Sean Penn ve eski eşi Robin Wright’ın başrollerini paylaştığı She’s So Lovely, Sean Penn’e Cannes Film Festivali’nin En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandırmıştı. Film, hamile eşinin komşusu tarafından tecavüze uğradığını ve dövüldüğünü öğrenen ve deliye dönen Eddie’nin on yıl psikolojik tedavi gördükten sonra geri döndüğünde eşinin ondan boşanarak yeni bir aile kurduğunu öğrenmesi üzerine yaşananları konu alıyor.

Sweet and Lowdown | 1999, Woody Allen

Çağımızın en yaratıcı senarist ve yönetmenlerinden Woody Allen’ın alışılmadık bir formattaki film, 1930’larda yaşamış bir caz gitaristi üzerine kurmaca bir müzik belgeseli. Yer yer biyografik bir film şeklinde müzisyenin yaşamından kesitler sunuyor, yer yer bir belgsel şeklinde sanki bu kişi gerçekten varmış gibi farklı uzmanlara hikayesini anlattırıyor Sweet and Lowdown. Gitarist Emmet Ray’e Sean Penn hayat verirken, eşi Hattie’yi Samantha Morton canlandırıyor.

I Am Sam | 2001, Jessie Nelson

Ağır bir duygusallık içeren drama I Am Sam, zihinsel engelli bir adamın 7 yaşındaki kızının velayeti için verdiği hukuk mücadelesine odaklanıyordu. Michelle Pfeiffer’ı bu dava aracılığıyla insancıllaşan katı yürekli bir avukat olarak izlediğimiz film aynı zamanda genç oyuncu Dakota Fanning’i beyazperdede ilk kez izlediğimiz film olmuştu.

Mystic River | 2003, Clint Eastwood

Usta oyuncu ve yönetmen Clint Eastwood’un en beğenilen filmi olan Mystic River, Boston’ın bir mahallesinde birlikte büyümüş üç arkadaşın yaşamına odaklanıyordu. 1975 yılında Dave, Jimmy ve Sean’ın başına gelen ve ömürleri boyunca bir sır olarak kalan olayların günümüzde Jimmy’nin kızının öldürülmesinin ardından yeninden hatırlanması ile gelişen olaylar; hem kusursuz bir polisiye izlememizi hem de arkadaşlık ve insan ilişkilerinin derinlemesine analiz edilmesini sağlıyordu. Film, Sean Penn’e iki Oscar ödülünden ilkini kazandırmıştı.

21 Grams | 2003, Alejandro González Iñárritu

Mesikalı yönetmen Alejandro González Iñárritu’nun 2000 yılında Amores Perros ile başlayan ve 2006’da Babel ile sonlanacak olan üçlemesinin ikinci filmi olan 21 Gram, adını insan ruhunun ağırlığı olduğu öne sürülen miktardan alıyor. Hasta bir matematikçi, çocuğunun yasını tutan bir anne ve yeni bir yaşama başlamış bir eski mahkumun yollarını kesiştiren bir trafik kazasına odaklanıyordu. Birlikte kesişen hikayeleri çok seven yönetmen Alejandro González Iñárritu ve senarist Guillermo Arriaga’nın bu kez yolları kesişen kahramanlarını Sean Penn, Naomi Watts ve Benicio del Toro canlandırıyordu.

Milk | 2008, Gus van Sant

ABD için olduğu kadar dünya için de oldukça önemli eşcinsel aktivist Harvey Milk’in yaşamına odaklanan film Sean Penn’e ikinci Oscar ödülünü getirmişti. Hayatı boyunca eşcinsel hakları için mücadele veren, özel hayatını ikinci plana iten ve California’nın seçilmiş ilk açık eşcinsel lideri olan Milk’in savaşında ona destek verenleri Emile Hirsch, Diego Luna ve Alison Pill gibi oyuncular canlandırırken, filmde ayrıca Josh Brolin ve James Franco da önemli rollerde karşımıza çıkıyordu.

Fair Game | 2010, Doug Liman

Gerçek olaylara dayanan Fair Game, Joe Wilson’ın ”The Politics of Truth: Inside the Lies that Led to War and Betrayed My Wife’s CIA Identity: A Diplomat’s Me” ve Valerie Plame’in “Fair Game: My Life as a Spy, My Betrayal by the White House” kitaplarından uyarlanmıştı. CIA’in, savaşın ardındaki gerçekleri açığa çıkaran bir ajanının kimliğini açıklayarak onu ve ailesini bütük tehlikeye attığı ve ajan ve eşinin verdiği hukuk mücadelesini konu alan olaylar dizisi oldukça sürükleyici bir politik gerilim vaat ediyordu. Filmde çifti Naomi Watts ve Sean Penn canlandırıyordu.

This Must Be the Place | 2011, Paolo Sorrentino

Sean Penn’i belki de bugüne kadar canlandırdığı en ilginç karakter ile ve gördüğünüz en ilginç kılıkta izleyeceğiniz This Must Be the Place’i İtalyan yönetmen Paolo Sorrentino’nun imzasını taşıyordu. Film, emekliye ayrılmış Dublinli rock yıldızı Cheyenne’in yakın zamanda kaybettiği babasının II. Dünya Savaşı sırasında büyük acılar çekmesine sebep olan Nazi’nin kimliğini öğrenmesi ve onun izini sürmeye New York’a gidişini anlatıyordu.