Opera 101, Vol.2: Farklı Dönemlerden Ünlü Operalar
Opera, klasik müziğin en tutkulu ve gözdeliğini tarih boyunca hiç yitirmemiş, popüler bir formu. Opera hakkında konuşmaya, operanın tanımı ve kısa bir opera tarihi hakkındaki ilk yazımızla başlamıştık. Sırada farklı dönemlerden farklı bestecilerin imzasını taşıyan ünlü operalar var!
En Ünlü Operalar
İtalyan Operaları
Opera, daha önce de bahsettiğimiz gibi, İtalya’da doğmuş. Fakat ortaya çıktığı ilk dönemlerden günümüze ulaşmış eser sayısı bir hayli az. Bunun yanında günümüze ulaşanların da popüleritesi ve sahneye konma sayısı, on dokuzuncu yüzyıl İtalyan bestecilerine göre yetersiz kalıyor. Olimpiyat oyunları sırasında geçen bir aşk hikayesi anlatan L’Olimpiade eseri tüm dünyada oldukça popüler olan, Türkiye’de ise konusu nedeniyle Beyazıt operası sık sık sahnelenen Antonio Vivaldi (1678-1741) bir istisna sayılabilir fakat İtalyan operaları dendiğinde akla on dokuzuncu yüzyılda sayısız eser vermiş üç isim geliyor: Gioacchino Rossini (1792-1868), Giuseppe Verdi (1813-1901) and Giacomo Puccini (1858-1924).
Rossini’nin en ünlü eseri, kuşkusuz Il barbiere di Siviglia / The Barber of Sevilla (1816). Paragöz, yaşlı ve çirkin bir doktorun, genç ve güzel bir kadına göz dikmesinin ardından, bu genç kadının kendi kalbini kaptırdığı gence kavuşmak için doktorun hırslarından yararlanmasını ve onu kandırmasını konu alan hikaye size pek tanıdık gelmeyebilir. Fakat bu operanın aryalarından, “Figaro Figaro Figaro…” diye akıp giden Largo al factotum della città‘yı duymamış olmanız neredeyse imkansız. Bu aryanın size başka bir operayı, Figaro’nun Düğünü‘nü çağrıştırması da çok doğal; Mozart’ın ünlü operasının librettosu (ilginç bir şekilde Sevil Berberi’nden önce sahnelenmiş olsa da) Sevil Berberi‘nin librettosunun bir devamı niteliğinde. Rossini‘nin ünlü eserlerinden bir diğeri ise, akılda kalıcı melodisi ve hızlı temposuyla izleyiciyi hazırladığı operanın önüne geçen Guillaume Tell Uvertürü (1829).
Verdi‘nin ilk operalarından Rigoletto (1851) herkesten sakındığı ve hayatta tek varlığı olan kızı Gilda’nın çapkın Mantua Dükü’ne aşık olmasını kabullenemeyip öç almaya karar veren kambur saray soytarısı Rigoletto’nun hikayesini anlatıyor, fakat bu operayı ünlü kılan konusu değil. Hem Venedik gondolcularının diline dolanmış aryalardan biri olması hem de 3 Tenors’un unutulmaz performansı sayesinde popüler kültürde çok sık karşımıza çıkan, güçlü tenor aryası La donna è mobile (tam Türkçe karşılığının ‘kadın dengesiz!’ olduğunu söylemek mümkün) bu operadan. Verdi’nin en çok sahnelenen operalarından La traviata (1853) ölümcül bir hastalığın pençesindeki zengin Violetta’nın hayata bakışının bir partide tanıştığı Alfredo’nun ilan-ı aşkı sonucu değişmesini, bir diğeri Mısır’da geçen Aida (1871) ise genç kumandan ve düşman ülke kralının kızı olduğunu bilmediği Aida’nın imkansız aşkını konu alıyor.
Puccini‘nin ilk operalarından La bohème (1896), dönemin bohem Paris’inde hüzünlü bir aşk hikayesi anlatıyor. Tosca (1900), politik bir suçlu ile Floria Tosca adlı kadının aşkı olan ressam arkadaşı arasındaki karmaşık ilişkileri, Madama Butterfly (1904) bir geyşa ve bir Amerikan subayının aşkını konu alıyor. Bestecinin ölümünden sonra tamamlanarak 1926’da prömiyeri yapılan Turandot ise, Çin prensesinin kendisiyle evlenecek kişiyi seçmek için sorduğu, bilememenin cezasının ölüm olduğu bir sorunun ardından yaşananları anlatıyor. Turandot‘taki Nessun dorma aryası, opera dünyasındaki en iyi tenor aryalarından biri olarak biliniyor.
Alman Operaları
Wolfgang Amadeus Mozart (1756-1791)
Almanca komik operalarıyla devrim yaratan Wolfgang Amadeus Mozart, kısacık ömrü boyunca klasik müziğin neredeyse her formunda ve her enstrümanı için eserler vermiş, dahi bir besteci. Özellikle Almanca librettolara yöneldikten sonra operanın Alman halkı tarafından daha benimsenmesini ve Alman opera geleneğinin güçlenmesini sağlayan Mozart’ın operaları, bugün hala en çok bilinen, sahnelenen ve izlenen operalar arasında yer alıyor. Mozart’ın Almanca operaları arasında en tanınmış ve en sevilen eseri, aynı zamanda bestelediği son opera olan Die Zauberflöte / The Magic Flute (1791). Fantastik hikayesiyle Sihirli Flüt, Gece Kraliçesi’nin kızı Pamina’yı kötü büyücü Sarastro’nun elinden kurtarmaya giden prens Tamino’nun yolculuğunu konu alıyor ve Gece Kraliçe’sinin görkemli aryasıyla akıllara kazınıyor:
Mozart’ın İtalyanca operalarından öne çıkanlar ise Rossini’nin Sevil Berberi‘nin librettosunun devamı niteliğinde olmasına ve aynı karakterlerin geleceğini konu almasına rağmen ondan önce bestelenen ve sahnelenen Le nozze di Figaro / The Marriage of Figaro / Figaro’nun Düğünü (1786), İspanya’da yaşayan çapkın bir adamın hikayesini konu alan Don Giovanni (1787) ve 1790’ların Viyana’sında iki yakışıklı subay ve nişanlılarının birbirlerine olan bağlılıkları ve sadakatlerini konu alan Così fan tutte (1790).
Mozart’ın yaşadığı dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun Viyana’ya kadar dayanmış olması, Osmanlı sarayınının, padişahların, yeniçerilerin ve Müslüman karakterlerin de operalarında yer almasıyla sonuçlanmış. Mozart’ın Osmanlı etkisinde kaldığı operalardan en ünlüsü, Die Entführung aus dem Serail / The Abduction from the Seraglio (1782). Ülkemizde de Saraydan Kız Kaçırma olarak bilinen operanın başlığı konusunu yeterince özetliyor.
Alman operasının bir diğer önemli figürü ise Richard Wagner (1813-1883). Wagner’in en ünlü operaları kıyamet gününe kadar ilahi güçler tarafından denizlerde bir yelkenli gemi kullanmaya mahkum edilmiş Hollandalı kaptanı konu alan Der fliegende Holländer / The Flying Dutchman / Uçan Hollandalı (1843) Cornwall kralı Mark’ın yeğeni Tristan ve amcasıyla evlenmesi için İrlanda’dan getirmekle görevlendirildiği İsolde’nin aşk hikayesini konu alan Tristan und Isolde / Tristan and Isolde (1865) ve on üçüncü yüzyılda Wolfram von Eschenbach’ın yazdığı, Kral Artur zamanı şövalyelerinden Parzival’in Kutsal Kase peşindeki serüvenlerini konu alan epik şiirden uyarlanan Parsifal / Parzival (1882).
Wagner’in verdiği en büyük eserin ise, opera tarihine geçmiş görkemli bir proje olduğunu söyleyebiliriz: Der Ring des Nibelungen / The Ring of Nibuleng / Nibelung Yüzüğü, dört ayrı epik operadan oluşan bir opera serisi. İskandinav mitolojisinden uyarlanan bu dört epik opera sırasıyla Das Rheingold / The Rhinegold / Ren Altını, Die Walküre / The Valkyrie / Valküreler, Siegfried ve Götterdämmerung / Twilight of the Gods / Tanrıların Alacakaranlığı başlıklarını taşıyor. Wagner’in Yüzüğü ya da kısaca Yüzük olarak da bilinen, bestelenmesi 26 yıl süren ve 1876’nın ağustos ayında dört ardışık günde prömiyerini yapan bu eserin toplam süresi 15 saat.
Fransız Operaları
Ünlü İtalyan ve Alman operalarının Paris’te sahnelenmesiyle opera ile tanışan Fransızlar, XIV. Louis döneminde bir Fransız opera geleneğinin oluşmaya başlamasının ardından ünlü Fransız bestecilerin Fransızca librettolarla hazırladığı operalarla da karşılaşmaya başlamış. Jean-Philippe Rameau gibi erken dönem Fransız opera bestecilerinin ardından on dokuzuncu yüzyılda Hector Berlioz, George Bizet, Camille Saint-Saëns ve Jules Massenet gibi isimler öne çıkıyor. Fransız operasının en ünlü eseri kuşkusuz Bizet‘nin Carmen‘i: Çok güzel ve seksi bir kadın olan, tütün fabrikasında işçi olarak çalışan Carmen ve onun cazibesine kapılan iki adamın, Carmen uğruna nişanlısını bırakan ve emirlere karşı gelerek ordudan ayrılan onbaşı Don José ile boğa güreşçisi Escamillo’nun hikayesi. Saint-Saëns‘ın Eski Ahit’te geçen hikayeden uyarlanan Samson et Delilah / Samson and Delilah da sıkça sahnelenen bir Fransız operası.
Fransız opera geleneğinin gelişmesine tarih boyunca Verdi‘den Rossini‘ye, Salieri‘den Gluck‘e birçok Fransız asıllı olmayan besteci de katkıda bulunmuş. Bunlar arasında öne çıkansa Jacques Offenbach‘ın (1819-1880) Les contes d’Hoffmann / The Tales of Hoffmann operası; Alman yazar E.T.A. Hoffmann’ın üç kısa öyküsünden uyarlanan komik opera Hoffman’ın Masalları, Hoffman adlı şairin aşık olduğu Stella’yı beklerken bir handaki kişilere eskiden yaşadığı üç aşk hikayesini anlatmasını ve bu üç kadının Stella’da birleştiğini fark etmesini konu alıyor.
Rus Operaları
Batılılaşma akımının etkisiyle klasik batı müziği eğitimi alan Rus bestecilerle beraber on sekizinci yüzyılda Rusya’da da popülerleşmeye başlayan operalar, on dokuzuncu yüzyılda en büyük eserlerini vermiş. Bu döneme damgasını vuran, operalar da besteleyen Rus bestecilerinden bazıları, Modest Mussorgski (1839-1881), Piotr İlyiç Çaykovski (1840-1893), Nikolay Rimski-Korsakov (1844-1908) ve Sergey Prokofiev (1891-1953).
Ünlü Rus operaları, tematik olarak iki ana başlık altında toplanabiliyor. Bunlardan ilki, Rus edebiyatından, özellikle de Puşkin‘in tiyatro oyunlarından uyarlanan eserler: Mussorgski‘nin Boris Godunov (1874), Çaykovski‘nin Eugene Onegin (1879) ve The Queen of Spades / Maça Kızı (1890) ve Rimski-Korsakov‘un The Golden Cockerel / Altın Horoz (1909) operaları bunlardan bazıları. Sonraki dönemlerde Dostoyevski ve Tolstoy‘un eserlerinin de opera uyarlamaları karşımıza çıkıyor ve bunların en ünlüsü Prokofiev‘in War and Peace / Savaş ve Barış (1946) operası.
Edebiyat uyarlamaları dışındaki Rus operalarının çok büyük bir kısmı ise Rus milliyetçiliği, vatanseverliği üzerine kahramanlık hikayeleri anlatan, Büyük Petro başta olmak üzere tarihteki önemli Rus çarlarını yücelten operalar. Örneğin Mussorgski‘nin Khovanshchina (1886) ve Glinka‘nın A Life for the Tsar / Çar için Bir Hayat operaları.
Türk Operaları
Cumhuriyet sonrası dönemde, Türk Beşleri’nin besteleriyle ülkemizde de özgün klasik batı müziği eserleri verilmeye başlandığında opera türü de es geçilmemiş. Türk Beşleri’nden Ahmet Adnan Saygun’un (1907-1991) bestelediği Özsoy, ilk Türk operası olarak 19 Haziran 1934’te Ankara’da sahnelenmiş. Saygun’un henüz 27 yaşındayken, İran Şahı Rıza Şah Pehlevi’nin ziyareti nedeniyle Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat siparişi üzerine iki ay gibi kısa bir sürede bestelediği Özsoy operası, İranlıların Şehname destanından uyarlanmış, librettosunu Münir Hayri Egeli yazmış. Türkiye ve İran’ın yüzyıllar boyunca kardeş olduğunu vurgulayan opera, doğduklarında şeytanın gazabıyla ayrı yollara gitseler de yüzyıllar sonra tekrar buluşan, Hakan Feridun’un ikiz oğulları Tur (Türkiye’yi simgeleyen kurt) ve İraç’ın (İran’ı simgeleyen aslan) hikayesini anlatıyor. Ahmet Adnan Saygun’un diğer operaları ise, mükemmel insanlardan oluşan yeni bir nesil yaratma fikrini işleyen Taş Bebek (1934), Kerem ile Aslı efsanesini konu alan Kerem (1952) ve yine destanlardan uyarlanan Gılgameş (1970) ile Köroğlu (1973).
Tıpkı Saygun’un operaları gibi, Türk operalarının birçoğu bu toprakların destanlarından ve efsanelerinden besleniyor: Ferit Tüzün’ün (1929-1977) Midas’ın Kulakları (1960), Nevit Kodallı’nın (1925-2009) Gılgamış (1964), Çetin Işıközlü’nün (1939 – …) Ağrı Dağı Efsanesi “Gülbahar” (1972) ve Selman Ada’nın (1953 – …) Ali Baba ve Kırk Haramiler (1991) operaları bunlardan bazıları…
İlk yorumu siz yazın!