Dağın Öteki Yüzü: Ermenistan
Yolculuğumuz havaalanında başlıyor, ilk durak Tiflis. Gece vakti vardığımız Tiflis’te bir gece kalıyoruz ve yağmurlu bir sabaha uyanıp otobüs terminaline gidiyoruz, aynı zamanda 30-40 yıl öncesine de. İngilizce bilen kimse yok, bende de birkaç kelimeden fazla Rusça yok ama bir şekilde anlaşıyoruz ve bizi Ermenistan’a götürecek minibüse biniyoruz. Yaşlı ama süslü teyzelerin sürekli konuştuğu, minibüsteki boş yerlere koyulmuş taburelere oturan insanların olduğu, şoförün durmaksızın sigara içtiği bir yolculuk bu. Sınıra geliyoruz, minibüsteki herkes kontrollerden sorunsuzca geçiyor, ama biz kalıveriyoruz öylece. Ermenistan’a giriş yapabilmek için online vize almak gerekiyor, fakat bizim gittiğimiz dönemde sistem çalışmıyordu, biz de vizeyi sınırda almak zorunda kaldık. Ama öyle pek kolay alınmıyor, yaklaşık iki saat bekliyoruz, bir sürü soru yanıtlıyorum. Herkes geliş nedenimizi merak ediyor. Minibüsümüzün yolcuları beklemekten sıkılmış, bizi izliyor. Vizeyi alıyoruz, minibüs yolculuğu bitiyor. Vanadzor’dayız. Vanadzor, Ermenistan’ın üçüncü büyük şehri. Yalnız üçüncü büyük şehir olması, öyle pek bir büyük şehir algısı yaratmasın, Anadolu kasabaları hissi yaratıyor Vanadzor insanda. Vanadzor’dan taksiye binip Dilijan’a doğru yola çıkıyoruz. Yolda kar bastırıyor, yorgunum ve hava soğuk. Nedense aklıma hemen Attila İlhan’ın Pia adlı şiiri geliyor.
Dilijan’a varıyoruz, sevgili aile üyesi burada yaşıyor, onu da alıp Erivan’a gidiyoruz. Şehri keşfetmek için bayağı sabırsızlanıyorum. Onca yorgunluğu ve yağmur ihtimalini göz ardı edip Erivan sokaklarına atıyoruz kendimizi. Kaldığımız yer ünlü Cumhuriyet Meydanı’na çok yakın. Soluğu Cumhuriyet Meydanı’nda alıyoruz. Nasıl görkemli, nasıl güzel bir meydan. Milli Sanat Galerisi, Tarih Müzesi, birkaç bakanlık ve postane burada bulunuyor. Meydanda bir de “Dancing Fountains” olarak adlandırılan fıskiyeler bulunuyor. Bahar ve yaz aylarında çalıştırılan bu fıskiyeler güzel bir görüntü sunuyormuş meydandakilere fakat biz gittiğimizde daha çalışmıyordu. Meydanın güzelliğine kapılmış yürürken yağmur bastırıyor ve biz de Northern Avenue’ya doğru koşturmaya başlıyoruz ve gözümüze çarpan ilk restorana giriyoruz. Mekanın adı La Boheme. Dekorasyon sade ve güzel, çalışanları çok sıcak, yemekler ise şahane! Hayatımda yediğim en lezzetli ve taze yemeklerdi –anne yemeğini tenzih ederim- La Boheme’de yediklerim. O kadar sevdik ki orayı, Ermenistan’da geçirdiğimiz süre boyunca iki kere daha ziyaret ettik. Yolunuz düşerse mutlaka buraya uğramalı, özellikle lezzetli çorbalarını ve sebzeli pizzalarını denemelisiniz.
Bir sonraki güne erken başlıyoruz, zira ben bir elimde harita, diğer elimde görmek istediğim yerlerin listesi, sevgili aile üyelerini benimle beraber oradan oraya koşturma hevesindeyim. Hava şahane, kar ve yağmurdan eser yok. Cumhuriyet Meydanına varıyoruz, gece olduğu kadar gün ışığında da çok güzel. Cumhuriyet Meydanını Opera Meydanına bağlayan Northern Avenue’dan yürüyerek Opera Meydanına varıyoruz. Pazar sabahı olması nedeniyle bayağı sessiz sakin. Meşhur opera binalarını gördükten sonra, ver elini Vernissage! Vernissage, Cumhuriyet Meydanına çok yakın bir pazar. El yapımı takılardan, analog fotoğraf makinelerine dek ne ararsanız var. Analog fotoğraf makinelerinin olduğu tezgahlara hüzünlü bakışlar atıp “Neyse, olanı çok mu kullanıyorsun zaten” diyorum kendime ve takıların olduğu tezgahlara ilerliyoruz. Vernissage belki çok büyük bir pazar değil fakat gerçekten uzun zaman geçirilebilecek türden.
Vernissage’da alışverişimizi tamamlayıp tekrar Cumhuriyet Meydanına geçiyoruz ve görmek için can attığım Milli Sanat Galerisine doğru ilerliyoruz. İçeride kimlerin eserleri yok ki, Kandinsky bile orada! 7 katı maalesef uzun uzun dolaşamıyoruz, aile üyeleri fenalık geçiriyor çünkü. Sanatla ilgilenenler için mükemmel bir yer, tüm gün bile orada geçirilebilir.
Hava öyle güzel ki güneşin tadını çıkarmak için meydandaki banklara atıyoruz kendimizi, elimizde Scoop’tan aldığımız dondurmalar. Scoop, Cumhuriyet Meydanında bir dondurmacı ve dondurmaları çok lezzetli. Bu minik kaçamaktan sonra St Gregory Katedraline doğru yol alıyoruz. Zarif ve göz alıcı merkezden biraz çıktığımızı hissediyoruz, katedrale yaklaştıkça ise bu his artıyor. Çünkü kendimizi Sovyet zamanında buluyoruz. Şehir merkezindeki görkem burada yok. Halk oldukça yoksul, mimari buram buram Sovyet kokuyor. Erivan’ın bu kesiminde sanki biri takvim yapraklarını çevirmeyi unutmuş gibi. Katedral kalabalık, çünkü Paskalya zamanı. Çocuklar en güzel ve süslü elbiselerini giymişler, aileleriyle katedrale giden basamakları çıkıyorlar. Basamakların iki yanında pamuk şekeri ve patlamış mısır satan insanlar… Bana Türkiye’de kutlanan bayramları fazlasıyla hatırlatıyor gördüklerim.
Bir sonraki durağımız Blue Mosque. Perslerden kalma bir cami olan Blue Mosque, Sovyet döneminde cami yerine müze olarak kullanılmış ve Ermenistan’ın bağımsızlığı ile tekrar cami olarak kullanılmaya başlanmış. Blue Mosque’tan sonra Sergei Parajanov Müzesine gideceğim diye tutturuyorum. Sokaklarda biraz kaybolmuşken bir an durup karşıya bakıyoruz. Ararat bütün güzelliğiyle karşımızda. Bir süre onu izleyip sevgili aile üyelerinin artık yorgunluğa dayanamaması ile Sergei Parajanov Müzesine gitmekten vazgeçiyorum ve “Bir dahakine artık” diyerek bir taksiye atlayıp Cascade’e gidiyoruz. Cascade şehirdeki devasa, uzun mu uzun merdivenler. Hepsini tırmanması biraz zor, hem de o kadar yorgunluktan sonra. Merdivenlerin altındaki yapı ise sanat galerisi olarak kullanılıyor. Başlıyoruz merdivenleri tırmanmaya, Ararat’ı bir kez daha görme isteğiyle. Hepsini çıkamıyoruz ama yarısına gelmişken bile manzara şahane. Neredeyse tüm şehri ve Ararat’ı görebiliyorsunuz. Şansımıza o gün Ararat da nazlı değildi, sis yoktu ve görebildik.
Erivan sokaklarında dolaşırsanız, gözünüze çarpacaktır. Yerin altında çok fazla mekan var. Barların, kafelerin, tavernaların çoğu yerin altında. Akşam yemeği için yerin altında olan Tavern Yerevan’ı seçiyoruz ve hiç de pişman olmuyoruz. Menüyü açıp içli köfte, kebap falan görünce biraz şaşırıyoruz, o kadar. Keyifli bir akşam geçirdikten sonra, Ermenistan’a gidilince alınmadan dönülmeyeceklerden olan nar şarabı ve konyaklarımızı alıp geceyi bitiriyoruz.
Son durağımız yine Dilijan. Sevgili aile üyesini yaşadığı yere bırakmadan önce bir de Dilijan’ı gezelim diyoruz ve Dilijan’ın tarihi sokaklarında yürüyüşe çıkıyoruz. Sovyet döneminde popüler bir yer olan Dilijan şu an sevimli, az nüfuslu, küçük bir kasaba. Sevgili aile üyesinden zor olsa da ayrılıp Ermenistan yolculuğunu bitiriyoruz. Bu ülkede fazla zaman geçirmememe rağmen çok sevdiğimi söylemeliyim. Kesinlikle görülecek, keşfedilecek çok yeri olan, 2-3 günün asla yetmediği muazzam güzellikte bir ülke burası, merak edenlerin kesinlikle gidip görmesi gereken, asla pişman olmayacakları ve güzel anılarla dönecekleri bir ülke Ermenistan.
İlk yorumu siz yazın!