İlk yorumu siz yazın!
Esen Özman ile: Tiyatro ve Yoga Üzerine Bir Sohbet
“Yoga bireyin içinde mevcuttur zaten. Adına ‘eğitmen’ denen kişi içindeki yogayı bulup çıkarmaya hazır kişiye yardımcı olabilir ancak. Sonuçta yoga eğitimi verirken bir cerrahın, bir mühendisin, yargıcın alabileceği denli risk göze almıyorsunuz. Yoga ikincil bir işiniz pekâlâ olabilir. Oysa tiyatro eğitimi aynı bir cerrahınki gibi riskler taşır. Bu da tiyatro ile yogayı ayrıştırandır.” Bu sözler sonradan değil, ama aynı zamanda da olmamak üzere yoga eğitmenliği yapan bir Devlet Tiyatrosu sanatçısının sözleri. Tiyatro ve yoganın en gizemli ilişkilerinden söz edeceğiz bugün. Buyurunuz…
Sevgili Esen hoş geldin. Uzun zamandır sanata kültüre dönük olarak konuşmuyorduk pek seninle. Ne var ki bu söyleşinin konusu daha noktasal kapsamlı olacak: Sen. Kendinden bahseder misin lütfen? Bunu daha çok kendim için istiyorum güncellemek için seni belleğimde… Yogayı da unutmayalım elbette?
Öncelikle kocaman bir merhaba. Pandemi felâketi de araya girince seninle söyleşmeyeli hayli zaman oldu. Acaba bu görüşemediğimiz süreçte ben kendimi ne kadar güncelledim? Devlet Tiyatroları’ndan emeklilik yaşımdan bir hayli erken koptum. Tıkandığı noktada ben sıyrılıp kendimi revizyona sokayım bari dedim. Gençlik yıllarımda Paris’te kaldığım yerden mi devam etsem diye düşündüm doktora yaparak ama o saatten sonra akademisyenliğe soyunacak değildim. Peki tiyatroyu nereden yakalayabilirdim? Fransa’dan eski Yunan dostlar girdiler devreye ve kendimi Selânik’te Aristoteles Üniversitesi’nin Çağdaş Yunan Dili Okulu’nda buldum. Bunlar pandemiden çok önce tabii. Oradayken “Sahne Tozu” kitabımın devamı sayılabilecek “Sahne Işığı” Mitos Boyut tarafından yayınlandı.
Yunan dilini öğrendim de, bir de çeviri yapmaya soyundum. Benim gibi mükemmeliyetçi, titiz ve babasının dil konusunda sürekli sert bakışlarını üzerinde hisseden kadın nasıl yaptı bu işi değil mi? Andreas Flourakis’in hep oynamak için göz koyduğum “Yapraklar” adlı tek kişilik oyununu dilimize çevirdim. Daha sonra pandemi sırasında yazarın “Bir Ülke Arıyorum” ve “Medea’nın Başörtüsü” oyunlarını da Türkçeleştirdim. Onlar da aynı kitapta gene Mitos Boyut tarafından yayınlandılar. Andreas Flourakis yazarım oldu adeta benim. Dramatik ve düşünsel bağlamda çokça örtüştük. Hatta bir oyunu daha var elimde çevirisini bitirmek üzere olduğum. “Yaz” adlı şiir kitabından da bazı şiirler çevirdim. Turgay Kantürk arkadaşımızın “Kod Adı: Maske 2021” adlı şiir dergisine konuk oldu bu şiirler. Senin şiirlerin ile de orada komşuluk yaptılar. “Yapraklar” oyunumu Moda Sahnesinde çok az oynayabildim. İkinci ağır korona dalgasından sonra korkuya kapılıp kapandım. Kapanmanın bana tek faydası tutkuyla bağlandığım yoga oldu. Evin bir odası benim için minik bir yoga stüdyosu haline getirilip dekore edildi. Amaç yoganın sağaltımına kendimi bırakarak süreci rahat atlatmaktı.
Sondan başlayalım o zaman: Önce yogadan. Yoksa o hep “ilk” miydi? Sonra Yunanistan seferinden. “Kuzeye doğru yol aldık uyandığımızda,/ lekesiz kanatlarıyla bizi sislere salan / kuğuların yaraladığı yabancılardık.” diyor ya Urlalı Yunan şair Seferis.
“Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın. Bu şehir arkandan gelecektir.” diyor Kavafis de bir oranda onu pekiştirircesine. Yunanistan’da “Poli” (Yunanlılar İstanbul’a böyle diyorlar) hep arkamdan geldi doğrusu. Bir tek Parisli yıllarım peşimde İstanbul olmadan geçmiştir. Sondan başlayalım diyorsun, yogadan. İlk sayılmaz ama eski sayılabilir. Son dönemimin ise can simidi. Yoga dipsiz bir kuyu zaten. Sapsade ama derin bir yaşam biçimi. Hayatımda hiç hareketsiz kalmadım. Bunu fiziksel anlamda söylüyorum. Esas mesleğim tiyatroyu hep beslediğini düşündüm. Ben bir oyuncunun zihinsel olduğu oranda bedensel bakımını da hiç bırakmamasından yana oldum hep. Sahne kondisyon ister. Bu nedenle hayatım boyunca günün genel geçer akımlarına göre jimnastik, fitness, modern dans, pilates gibi çalışmalar yaptım.
Yogaya ilkin uzak durmuştum. Moda olana uyumlanma sorunum olduğunu bilirsin sanırım. Fakat son 20 yıldır tıp dünyasının da sıcak baktığı “Yin Yoga” ilgimi çekiyordu. Eğitim programına katıldım. Sertifikamı aldım. Amacım eğitmek değil, derinleşmekti ancak rutin yoga derslerimi hep sürdürdüm. Tam da korona kapımıza dayanıp evlere tıkıldığımızda online yoga atölyeleri, teorik ve pratik buluşmalar imdadıma yetişti. Sonrasında bir de Yoga Federasyonu’nun açtığı “200 Saatlik Eğitmen Eğitimi” formasyonumu tamamladım. Şimdi sen sormadan ben söyleyeyim; yoganın tiyatroyla benzeşen tarafları çok. Yoga, sözcük anlamıyla birleştirmek demektir. Aslında, tek olmak. “Yek vücut” olma misali. Yogada güncellenmiş beyin hiyerarşiyi kabul edemez, etmemeli. Yoga bireyin içinde mevcuttur zaten. Adına “eğitmen” denen kişi içindeki yogayı bulup çıkarmaya hazır kişiye yardımcı olabilir ancak. Sonuçta yoga eğitimi verirken bir cerrahın, bir mühendisin, yargıcın alabileceği denli risk göze almıyorsunuz. Yoga ikincil bir işiniz pekâla olabilir. Oysa tiyatro eğitimi aynı bir cerrahınki gibi riskler taşır. Bu da tiyatro ile yogayı ayrıştırandır.
Tiyatro bir meslek, yoga bir seçim demeye getiriyorsun sanki. Pekii yoga sürecin sende de az önce anlattığın gibi mi işledi?
Tamamen böyle çalıştı süreç bende. Bendeki yogayı ilk Sima Levi Havlucu hocam keşfetti. Mehmet Ali Kara hocam da süreci pekiştirdi. Tevazu göstermeden konuşacağım mesleğim tiyatro çok yardımcı oldu olguyu kavramam için. Ötesi benim ruhsal ve zihinsel durumumla ilgili.
Yani her tiyatrocu yoga yapar mı diyorsun?
Yapmalı diyorum. Yapabilir diyemiyorum. Beden, zihin, duygu koordinasyonu için her tiyatrocu adayının yoga olmazsa olmazı olmalı bence. Nefes-beden uyumu için yoga tiyatrocunun rehberi olmalı. Enerji merkezlerini yakalamak adına bir tiyatrocu kesinlikle yoga yapmalı. Hep oyun yönetirken oyuncuya içindeki çocuğu anımsamasını vurgularım. Yoga sıfırını yakalamaktır. Nefes aracılığı ile yaşam döngüsüne kendini bırakmaktır ancak oyuncu ile yogi ya da yogininin ayrıştığı bir nokta var. Gerçek yogi ya da yogini tekildir, içe dönüktür. Oyuncu mesleğine ters orantılı bir biçimde dışa dönüktür ve beğeni beklemektedir. Tiyatrocunun egosu öndedir. Yogi egosundan özgür yaşamayı becerendir. Bu noktada tiyatro ve yoga çelişir. Ne yazık.
Tiyatroda bu durumu aşmayı hedeflemiş büyük üstatlar vardır. Büyük tiyatro düşünürleri… Ariane Mnouchkine mesela. Hint felsefesine çok kafa yormuş ve tiyatroya taşımış. “Indiade” gibi bir yapıta imza atmış. Peter Brook örneğin… “Mahabharata” gibi destanı sahneye taşımış. Şükrediyorum varlığıma ki iki eseri de gördüm ve iki ustayı da tanıdım. Büyük tiyatro kuramcısı Grotowski (her ne kadar tiyatrosal varlığını ölümünden az önce hiçleşe de…) yogik kültürün etkisinde kaldı. Yoga kültürü Batı 68 Kuşağının simgesidir aynı zamanda. Hani benim ardılı olup da ilgi duyduğum…
Yunanistan dönüşü Türkiye aynı ülke miydi senin için? İki ayrı ülkede yaşamak hatta belki de aynı evde iki ayrı toplumdan yaşamak nasıl bir duygu tabiri caizse?
Yunanistan’a gitmeden önce Türkiye aynı ülke değildi zaten. Suriye savaşından tüm diğer ülkelere göre biraz daha fazla nasibini almış, yükselen ibadet ile buluşmuş bir ülkeydi ama Yunanistan da Suriye savaşından nasibini alan, sadece ibadet ile buluşan ve hala laiklik kavramı nedir anlamayan bir ülkeymiş. Ne acı!
İki benzer kültür bir evde. Gündelik yaşam benzer. Ama geçmiş benzemiyor. Yunanistan’ın Konstantinupoli ütopyasının altında yatan büyük özlem bana kalırsa tüm katmanlarıyla düzgün bir devlet olma ihtiyacından. Yunanistan bir devlet görünümü içinde değil maalesef. Yüzyıllar önce Osmanlı’dan kopmuş şimdilerde Avrupa Birliğine sığışmış bir topluluk niteliğinde. Büyük bir şaşkınlık benim için. Hani tiyatronun ve demokrasinin aynı anda doğduğu toplumu düşlerken ne büyük bir hüsran. Antik Yunan Kültürü bir Türkün Şaman kültürüne uzak olduğu denli uzak bir Yunana. 80’lerin Türkiye’sine benzer arabesk bir söylem, kitsch bir beğeni hâkim Yunan toplumuna. Bunca çelişki içinde evdeki özelimiz “iki komşunun şefkat duygusu, bazen kıskançlık, kimileyin de tatlı bir çekişme arasında” durur. Ortalama Yunan ne tuhaftır ki, tarihi geri çevirip Konstantinupoli’sini sahiplenmek ister. Sanki Avrupa Birliği ona o gücü verecektir! Bu dünya Osmanlının Sultan Süleyman’ına kalmamış! Espri yapıyorum tabii. Yunanistan’da bunları aşmış bir entelijensya var elbette. Yazarım Andreas Flourakis’in içinde bulunduğu gibi. Ama genel tablonun içler acısı ve hayret verici olduğunu söylemeden geçemem.
Aaa… Ama şimdi baktım da, sen bana dönüşümde Türkiye’yi nasıl bulduğumu sormuşsun ben sana Yunanistan’ı anlatmışım. Özellikle Yunanlılar cephesinden bakılınca, aşırı milliyetçiler dışında, Türkiye imrenilesi bir ülke. Sağlık sorunu çözülmüş, güzel otoyollara sahip, ithalat-ihracat bağlamında sağlam ticarî ilişkileri olan… Açık konuşmak gerekirse, dünyanın konjonktürel yapısından soyutlanamıyor bizim toplum da. Aynı kürede aynı dertlerle yüzleşiyoruz işte.
Aileden gelen ve sende açığa birçok vektörleri ortaya çıkan genetik kültür hasletleri içinde edebiyat de gizil, gizemli olarak sende asılı duruyor, bunu uzun zamandır gözlemliyorum.
Artık daha rahat konuşabileceğimiz yaşlara geldik. Benim içime gömdüğüm iki yetenek demeyeyim (çünkü bilmiyoruz) ama duyum var diyelim. İkisinin de ortaya çıkmamasında annemle babamı suçlarım. Bildiğin gibi annem opera sanatçısıydı. Değerli bir ses olarak yerini bulamadı. Bu nedenle adeta şan eğitimini bana yasakladı. Okul yıllarımda onca hoca beni şan bölümüne çekmek istemesine rağmen anne baskısı beni bu alanda yok etti. Şan sesimi içime gömdüm çünkü benim sesim gündelik şarkıları söylemek üzere değil, opera tekniği üzerinden gidecek durumda.
Babamın genlerinden kaynaklanan yazma dürtüsüne gelince; doğrusu babam beni yazmaya hep teşvik etti. Hatta yaşım ilerledikçe kalemimin durabileceği tehlikesiyle acele etmemi de söylerdi ama ondaki mükemmeliyetçilik de beni az durdurmadı doğrusu. Tabii okları kendime de çevirmeliyim. Çok başka olan yapılmadıkça yazmak da boş gibi geliyor açıkçası. Hele şimdi, herkes sanal dünyada yazıp, çizip oynarken. Kötü Türkçe ile çıkan bir sürü çalakalem iş. Hep babamla konuşuyorum kafamda. “Baba beni affet. Sen beni böyle istemezdin” diyorum ama bakıyorum Batı’da da dil değişti. Çalakalem bir dil günün edebiyatına hâkim. Neyse ben susayım bu noktada. Bu senin alanın.
Son dönem yazdığın ve bazılarını okuma şansına eriştiğim oyunlarından söz etmeni çok isterim. Sanırım henüz oynanmadılar. Yoga hakkında hiç teatral bir şeyler yazdın, yönettin ya da oynadın mı? Yoga ve sahne kavramlarını biraz karşılaştırırsan neler söylersin?
Evet, ilk senin okumanı rica ettiğim tek kişilik bir kadın oyunum var mesela. Beğendiğinde havalara uçmuştum. Ardından tek bir erkek için de oyun yazdım ama her iki metinde de tek kişi günün teknolojik aygıtlarıyla sahnede çok kişi gibi oluyorlar.
Son dönem hayatımın merkezinde konumlanan yogayı tiyatro ile buluşturmak biricik hedefim zaten. Yogadaki döngü (dharma) ve ritüel öteden beri tiyatro bilinçaltımda kullanmayı sevdiğim bir malzemeydi. Bu bağlamda uygulamaya geçirmek istediğim atölye projelerim var. Pandemi el verdiğince stüdyo, açık alan ya da online ortamında. Bu anlamda kafamda uçuşan henüz tam olgunlaşmamış performatif projeler de var elbette. Ama daha somut görünen bir proje var ki, o da gene yazarım Flourakis’den. İçinde çeşitli disiplin ve estetikleri barındıran… Yogik tavırlar merkezde olmak üzere…
Edebiyat için zamanın olacak mı?
Hayatımın şu sürecinde akışta kalmayı öğretti bana yoga. Yogada şimdi vardır. Geçmiş ve gelecek yoktur. Çalışkan ve deneyimlere açık biri olduğum malum ama bırakmak istiyorum bu kez yoganın akışına kendimi. Şu an sadece yogayı bir kadın tiyatrocu olarak benliğimde dönüştürmenin peşindeyim. Bak, söyleşimize Kavafis ile başlamıştık. Ne diyor şiirin sonunda: “Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte, öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de.” Müthiş bir döngüsellik var bu satır aralarında da. Ayrıca her şey de olunamıyor bu kısacık ömürde… Öyle değil mi? Bir Kavafis ya da pek çok değerli diğerleri gibi yetkin ve zarif edebiyat yapmadıkça! Yaratıcı edimler kendi bünyenden dönüştürüp çıkardığın özgünlüğü ister. Şu an mütevazı bir yoga-tiyatro sentezlemesi peşindeyim. Sadece bu. Umarım, bir dahaki söyleşmemizde bu konu üzerinden yeni ufuklara doğru açılırız.
Kapak Fotoğrafı: Yaşar Saraçoğlu
İlginizi çekebilir: Eda Geven’den Zeynep Özyağcılar ile Yeni Oyunu Üzerine
Teşekkürler Eda... Tiyatro ateşini sen yaktın 🙂
Müthiş bir röportaj olmuş! Yoga ve tiyatro ilişkisini de hep düşünmüşümdür ve sorularımın cevaplarını buldum. Sahne ışığı hiç eksilmesin Esen Ozman'ın. Eline sağlık!