Eymen Aktel ile: Ekoloji Krizinden Doğan Sanat Serüvenine Dair
Tesadüfen karşılaştığım ve biraz inceledikçe kendisinden ve işlerinden çok etkilendiğim Eymen Aktel ile sohbet ediyoruz bugün. İklim krizine duyarlılığı, bu konuda herkesi bilinçlendirmeye çalışması ve bütün bunları insanlara sanat aracılığıyla yansıtması kendisini farklı kılan özelliklerden birkaçı sadece. Performanslarıyla, resimleriyle birlikte, sanatı aktivizmle harmanlayarak kendini ifade ederek ulaştığı nokta inanılmaz.
Önce kısaca seni tanıyarak başlayalım klasik 🙂 Reklam ajansında birkaç yıl çalıştıktan sonra işi bırakıp tekrar üniversiteye gitmişsin. Seni yeniden üniversiteye gitmeye iten şey ne oldu?
Sanat yönetmeni olarak reklam sektöründe çok kısa bir süre çalıştım. Ajansta zaten briefler ışığında çizimler yapıyordum, bunun yanında mesaiden sonra eve döndüğümde de çizim yapmayı sürdürüyordum. Sektöre yaptığım çizimlerden tatmin olmuyor ve asıl istediğim şeyleri çizmek için hızlıca eve dönüyordum. Bunun altında yatan sebep elbette işin içinde sipariş mantığının olması ve markalara hizmet etmesiydi. Bunun aksine ben resmi, kişinin ifade aracı olarak safi bir sanat dili olarak konumlandırıyordum. Dolayısıyla bu iç çatışma bir noktada beni risk almaya ve işi bırakıp yeniden öğrenci olmaya itti. Sınavların ardından Marmara Güzel Sanatlar Fakültesi’nde başlayan ikinci örgün öğretimim de geçen yıl tamamlandı. Risk almayı sevdiren bir deneyim oldu 🙂
Daha önce yapmış olduğun röportajlardan 2018’de IPCC İklim Raporu ile hayatının akışı yön değiştirmiş diye anlıyorum. Aslında ekoloji krizi ile ilgili endişelerini sanat aracılığıyla paylaşmaya karar vermende bu rapor çok etkili olmuş. Bütün bunlar senin kendi sanatını şekillendirmende nasıl bir rol oynadı? Yani bundan önceki üretimlerinle, bu rapor yayınlandıktan sonraki üretimlerin arasında ne gibi farklar var?
Çok güzel bir soru. Rapor öncesi üretimlerimi unutmuşum meğer. Şimdi bu soruyla geri dönüp üzerine düşündüm ve hatırladım. O zamanlar “savaş ve sınırlar” gibi kavramlar üzerine çalışıyordum. Uzun zaman sonra geri dönüp baktığımda yine toplumsal kaygı üzerine işler yaptığımı fark ettim. Rapordan sonra çalışmalarımdaki tek fark toplumsal kaygımı iklim krizi üzerine şekillendirmem olmuş aslında. Bir bakıma “kitlesel yok oluş”u farklı söylemlerle ele almışım.
Extinction Rebellion’ın (Yokoluş İsyanı) Türkiye bacağının kurucularındansın. Yokoluş İsyanı da iklim krizi hakkında endişe duyan ve harekete geçmek isteyenlerin bir araya geldiği yatay örgütlenmeye dayalı bir hareket. Burada senin rolün nedir? Bu hareket hala devam ediyor mu?
Bu hareket “Global Warming” raporuyla birlikte ortaya çıktı ve dünyanın yaklaşık 225 farklı bölgesine yayıldı. Ben de Türkiye ayağının kurucularından biri olarak hareketin sanat koordinatörlüğünü üstlendim.
Buradaki görevim yapılacak eylemlere çağdaş sanat bakış açısı getirmekti. Söylemlerimizi barışçıl ve yaratıcı bir dille aktarmanın çözümlerini sanatsal pratiklerle arıyordum. Protesto algısını performatif eylemle yıkmaya ve taraf göstermeden bütüncül bir yaklaşım yaratmaya çalışıyordum. Bunu aynı zamanda kültürümüze uygun bir şekilde yapıyor olmak da oldukça önemliydi.
Global bir hareket olsa da lokalde dikkat çekebilmek için kendimize uyarladığımız bir örgüt haline getirdik diyebilirim. Ekipten bir süre sonra birtakım sebeplerle ayrılmıştım sonrasında pandeminin de çıkmasıyla tüm dünyada hareketler durmuştu. Şimdi Türkiye ayağı dışında farklı ülkelerde eylemler sürüyor. İlk dönemlerindeki kadar verimli olup olmadığıyla ilgili soru işaretlerim var açıkçası. Yeni yöntemler farklı bakış açılarıyla yeni bir örgütlenme şekline ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Kamusal alanlarda yaptığın performanslara karar verme ve hazırlanma süreçlerin nasıl oluyor? Performansını yaparken karşılaşacağın belirsizlik hali seni etkiliyor mu? Seni en çok etkileyen performanslarından bir tanesini anlatsan mesela…
Performans fikri genel olarak plansız bir şekilde ortaya çıkıyor. Algıların açık olmasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Bir yeri gezerken o mekana uygun bir fikir de çıkabiliyor, film izlerken tamamen bağımsız bir fikir de. Kafamda beliren imgeleri kendi ilgi alanlarımla birleştiriyorum. Performanslarım dışardan müdahaleye açık ortamlarda gerçekleşiyor genellikle. Bu tür etkileşimler dikkatimi dağıtabildiği gibi performansa bir şeyler de katabiliyor, o yüzden fazla şikayetçi değilim. Bunların arasında beni en çok etkileyen ilk performansım olan “Hurdahaş”tır sanırım. Sokaktaki ilk performatif eylemim polis müdahalesine uğramıştı, epey gergin bir başlangıç olmuştu yani. Bu baskıya rağmen geçirdiğim 3 saat içinde kendime dair birçok şey keşfetmiştim ve yepyeni umutlarla çıkmıştım içinden.
Hurdahaş, İstanbul’un 4 farklı yerinde yapılmış, kağıtlarla kaplı bir odacığın içinde yaklaşık 3 saat süren bir uygulama. İçindeyken yazılar yazıp tüm odacığı karanlığa ve kaosa sürükleyene kadar performansa devam ediyorum. Dışarıdan izleyenlerin yazıları okuyabilmesi için ben içerden kelimeleri ters bir şekilde yazıyorum. O yüzden önceden bir hazırlık da gerektiriyor. İnsan eliyle hurda edilmiş dünyanın yani antroposen çağının bir temsilini sunuyorum.
Merak edenler için ilk performansımın video kaydını buraya bırakıyorum.
Resim ve heykel üretimlerine baktığımda daha çok ilkel renk ve kompozisyonlar görüyorum. Son zamanlarda da çömlekler üzerine resimlerin var. Hikayelerini bu renk paletleri ve kompozisyonlar üzerinden anlatmayı tercih etmenin sebebi nedir peki? Bir eser üretim yolculuğun nasıl oluyor?
Mağara resimleri, antik çağ kompozisyonları estetik olarak beni cezbeden ve tetikleyen alanlar. Zamanla bu çekim resimlerime yansıdı ve derdimi eski çağların yöntemleriyle anlatmaya başladım. Anlattığım hikayeler günümüz problemleri olsa da temelinde hiyerarşi ve sınıfsal çatışma yatıyor. Bu çekişmenin ilkelliğini primitif yöntemlerle anlatmayı tercih ediyorum ve bitmiş işlere uzaklaşıp baktığımda görüyorum ki günümüzün sıkıntılarını değil, insanlığın bitmeyen sorunlarını anlatmışım.
Sanatsal üretimlerin dışında neler yapıyorsun peki?
Son zamanlarda epey zevk aldığım bir projeye başladım. Sanatçı arşivi oluşturduğum bir platform bu ve aslında tüm bu planlama benim ihtiyaçlarım üzerine ortaya çıktı. Sanatçıları daha yakından tanıyabilmek çalışmalarıyla bağımı kuvvetlendiriyor ve anlamlandırmamı sağlıyordu. Neden bu içeriklere daha hızlı ulaşabileceğim bir arşivim olmasın diye düşündüm ve farklı ülkelerden farklı pratiklere sahip sanatçıları paylaşmaya ve sanatçıların atölyelerine gidip video kayıtları tutmaya başladım. Her bir içerik en başta beni besliyor ve ilham veriyor. O yüzden bir iş gibi değil, kişisel gelişim gibi bir noktada duruyor ve bu beni çok heyecanlandırıyor.
Son olarak da bundan sonrası için planlarını sormak istiyorum. Yakın zamanda bir performans, sergi görecek miyiz?
Sanatçı arşivi için bazı düşüncelerim var, şu an sosyal medya üzerinden paylaştığım içerikleri başka alanlara taşımayı ve fiziksel hale getirmeyi planlıyorum. Resim çalışmalarımın da ritmi hızlanarak devam ediyor.
Bu yaz birkaç antik kent gezerek epey bir eskiz topladım, bu beni baya heyecanlandırdı. Kentleri ilkel yöntemlerle kuran insan bedeni üzerine yoğunlaşıyorum bu kez. Atölyeye dönüp tuvale aktarmaya başladım bile. Şu an yaz dönemi dolayısıyla sektör de tatilde. Yaz sonunda hareketlenme başlayacak. Netleşen planları da sosyal medyadan paylaşıyor olacağım.
Kapak Fotoğrafı: Eymen Aktel
İlginizi çekebilir: Melis Büyükerk’ten Cansu Sönmez ile: Doğa Özlemi ve Distopya Üzerine
İlk yorumu siz yazın!