İlk yorumu siz yazın!
Feminizmden Atılmak: Feminizm Herkes İçin Midir?
Feminizm: cinsiyetçiliği, cinsiyetçi sömürüyü ve baskıyı sona erdirmeyi amaçlayan harekettir. Son derece anlaşılabilir bir tanım. Üstelik cinsiyet, yaş, kültürel ve etnik hiç bir fark gözetmiyor. Buraya kadar herşey güzel. Buna rağmen günümüzde bile pek çok insan kendini feminist olarak tanımlamaktan kaçınıyor ve biz bunun nedenleriyle ilgili bence yeterince düşünmüyoruz.
Feminizmi Anlamak
Bell Hooks “Feminizm Herkes İçindir.” isimli kitabında daha ilk sayfalardan bu konuya açıklık getiriyor: “Çoğu kişi cinsiyetçiliği anlamıyor veya anlıyorsa bile, bunu bir sorun olarak görmüyor. Birçok insan, feminizmin daima ve yalnızca erkeklerle eşit olmayı amaçlayan kadınlardan ibaret olduğunu düşünüyor. Dahası bu insanların büyük çoğunluğu feminizmi erkek karşıtlığı sanıyor. ”
İşte sebep büyük ölçüde bu. Bir hukuk bürosunda çalışırken çok sevdiğim ve işinde de son derece iyi olan, tek kadın senior avukatımızın bir konuşma esnasında kendini feminist olarak tanımlamadığını, feminizme gerek duymadığını, feminizmin kadınlar için bir ayrıcalık yarattığını düşündüğünü öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Oysa şaşıracak pek de bir şey yoktu aslında çünkü pek çok insan feminizmi ataerkil kitle medyasından öğreniyor. Dolayısıyla da feminist politikaya ilişkin pek çok yanlış yorum ortaya çıkıyor.
Beni bu olayda asıl üzen ise ben açıklama yapmak için ağzımı her açtığımda başka bir argüman verilmesi ve benim de gelen tepkileri bunaltıcı bulduğum için doğru düzgün bir açıklama yapamamam olmuştu. Bakın size açık açık eksikliklerimden bahsediyorum. Çünkü bu çok normal. Aynısı bugün yaşansa onlara çok daha iyi açıklamalar yapabileceğimi biliyorum çünkü o dönemde olduğundan daha farklı bir özgüvene ve bilince sahibim. Ek olarak da pek çok okuma yapmaya çalışıyorum. O halde ilk aşamada herkesin sıkça duyduğu “feminizm”in ne anlama geldiğini, hikayesini ve katettiği yolları anlamak gerekiyor.
Ataerkil Medyada Feminizm
-Feminist!
-Havuç!
-Feminist!
-Havuç!
Bu, dünyanın en saçma tartışmasını mutlaka hatırlarsınız. Çocukluğumun severek izlediğim dizisi Çocuklar Duymasın’a yetişkinliğimde denk gelmek çok şaşırtıydı. Baştan aşağı ataerkil medyanın feminizm anlayışını yansıtan bir dizi aslında. Son derece basit ve belki de alakasız bir örnek olduğunun farkındayım ama özellikle bu örneği kullanmak istedim çünkü resmi bir takım açıklamalarda pek çok siyasetçinin feminizm ve cinsiyet eşitliğine ilişkin görüşlerinin ne olduğunu, çeşitli tartışma programlarında neler söylendiğini biliyoruz ve bunlara da haklı olarak sinirleniyoruz.
Diğer yandan bu basit dizi örneği bence şu açıdan önemli. Ataerkil medyanın feminizle ilişkin yanlış ya da bilerek çarpıtılmış mesajları sandığımızın aksine sadece resmi ve ciddi konuşmalardan yansımıyor. Belki bir kısmımızın değil ama çoğunluğun halen izlemekte olduğu yerli televizyon dizileri, reklamlar ve eğlence programları gibi pek çok yerde feminizme ilişkin yanlış inançlar pompalanmayı sürdürüyor.
Bunların en bilinenleri arasında muhafazakar kitle medyası tarafından çok sevilen “feministlerin erkeklerden nefret ettiği” önermesi başı çekiyor. Bunu anti-feminist duyguları homofobiyle harmanlamaya çalışan kitlelerin kullandığı “bütün feministler eşcinseldir.” önermesi ile Suffragette‘ lerden (İngiltere’den kadınların oy hakkı için mücadele etmiş akımın üyeleri) beri maruz kaldığımız “feminist kadınlar çirkin ve/veya şişman oldukları için feministtirler.” önermesi takip ediyor.
Peki neden? Çünkü feminizmi bu şekilde karakterize etmek dikkatleri erkek tahakkümünün taşıdığı hesap verme mecburiyetinden başka bir yöne saptırıyor. Bununla birlikte belki de bu konuda eksikliklerimizi de kabul etmeliyiz. Bell Hooks kitabında bu konuya şöyle yer veriyor: “Herkesin öğrenebileceği geniş tabanlı bir feminist eğitim hareketi yaratmamakla insanların feminizme dair bir şeyler öğrendileri ilk yerin ana akım ataerkil kitle medyası olmasına izin veriyoruz. Halk kitlelerinin büyük bölümü, feminist kitapların çoğunu okumak için gereken becerilere sahip değil. Kasetlere okunan kitaplar, şarkılar, radyo ve televizyon, bunların hepsi feminist bilinci paylaşmanın yollar.”
Seni Gidi Kötü Feminist Seni
İnsanların kendilerini feminist olarak tanımlarken çekinmeleri ile vegan olarak tanımlarken çekinmeleri arasında aslında çok ciddi benzerlikler var. İnsanlar kendilerini feminist ya da vegan olarak tanımlamak istemiyorlar çünkü bu tanımların getirdikleri sorumluluk ve eğitim gerekliliğinin yanı sıra kendini feminist ya da vegan olarak tanımlamak, kişiyi her türlü eleştiriye açık hale getiriyor.
Eleştiriye açık hale gelmek derken yapıcı ya da öğretici eleştirilerden söz etmiyorum. Yargılamalardan söz ediyorum. Bundan birkaç yıl önce Ed Sheeran’ın topuklu ayakkabıyla bileğini burkan kız arkadaşına ayakkabılarını ödünç verdiği bir kareyi çok tatlı bulup paylaşmıştım. Kız arkadaşlarımdan birinin bu paylaşıma tepkisi ise beni çok şaşırmıştı. Bana “Benden böyle bir paylaşımı hiç beklemediğini, kendimi feminist olarak tanımlıyorsam böyle paylaşımlar yapmamam gerektiğini, kadınların topuklu ayakkabı giyme zorunlulukları olmadığını ve erkeklerin yardımına ihtiyaçları olmadığını” söylemişti. Söylediği şeylere de katılıyorum üstelik ama fotoğrafı sadece sevimli olduğunu düşündüğüm için paylaşmıştım. Bu paylaşımımın beni bir anda ‘yeterince feminist olmayan’ biri yapacağını tahmin edememiştim.
Üstelik hiçbirimiz feminist doğmuyoruz, feminist oluyoruz. Yani bir politikanın savunucusu olmayı tercih ediyoruz. Pek çok şeyde olduğu gibi bu süreçte de öğreniyor ve gelişiyoruz. Bilincimiz yükseliyor ve değişiyoruz. Bu durumda insanların pek çok başka süreçte olduğu gibi bu süreçte de düşüncelerini değiştirmeye ya da hatalar yapmaya hakkı olmalı. Kaldı ki her hatalarında dışlanmak yerine destekleneceklerini, sorularına geliştirici ve doğru yanıtlar alacaklarını bilirlerse insanların feminizme şu an olduklarından çok daha farklı bakacaklarını düşünüyorum.
Üstelik feminizmi cinsiyetçiliğe karşı bir öğreti olmaktan çıkarıp çeşitli stereotiplere sokmak bence (Örneğin; feminen olduğu varsayılan elbiseleri, pembe rengi ya da topuklu ayakkabıları, moda dergilerini dışlamak) feminizmin eleştirdiği kısıtlamaları başka bir yolla geri getirmek anlamına geliyor.
Kadının En Büyük Düşmanı Yine Kadın Değildir
Bundan birkaç ay önce “İşyerinde Yaşamında Kadına Psikolojik Şiddet” isimli bir yazı yazmıştım. Yazıya gelen yorumlar arasında en sık tekrar edilen konu ise (kendi annemin youmu da dahil olmak üzere) işyerlerinde kadınların diğer kadınlara olan negatif yaklaşımı olmuştu. Bu konudaki yorumların haklı nedenlerle yapıldığını biliyorum ama temelde bunu dillendirmek kadar sorunun köküne inmek ve nedenleri keşfetmeye çalışmanın da önemli olduğuna inanıyorum.
O zaman yine Bell Hooks’tan hareketle biraz bu davranışların kaynağına inelim. çünkü inceledikçe fark edeceğiz ki bu davranış biçimi de ataerkil şiddet kavramının bir yansıması. “Çoğu kadının herhangi birini tahakküm altın almak için şiddet kullanmadığı açık. Fakat pek çok kadın, otorite sahibi bir kişinin, otoritesini elde tutmak için kuvvet kullanma hakkına sahip olduğuna inanıyor. “
İşte bu algı bence son derece önemli ve kadınların iş yerlerinde birbirlerine olan olumsuz yaklaşımlarının temelinde de bu yatıyor. Pek çok kadın uzun yıllar çalışarak, aynı işi yaptıkları erkek meslektaşlarından daha az para kazanarak, sıklıkla baskılanarak ve azarlanarak geldikleri pozisyonları kaybetme korkusu içerisinde. Otoriteyi elde tutmaya ilişkin inançları de deneyimleri ise büyük çoğunluğu erkek olan kıdemli meslektaşlarından geliyor. Dolayısıyla bilinçli olmasa dahi kendi gördükleri baskıcı ve eleştirel tavrın tek yol olduğuna dair bir inançları var. Bu da onları kendi zorbaları gibi davranmaya itiyor.
“Kız kardeşlik“te karşılaştığımız problemler bize femizimin önündeki tek engelin erkekler olmadığını zaten gösterir durumda. “Mücadelede kız kardeş olabilmek için önce biz kadınların, diğer kadınları (cinsiyet, sınıf ve ırk farklılıkları dolayımıyla) nasıl baskı altına alıp sömürdüğümüle yüzleşmemiz gerekiyordu.” diyor Bell Hooks. Çünkü kendi içlerindeki cinsiyetçilikle yüzleşmeden feminizm bayrağını eline alan kadınlar, diğer kadınlarla iletişimlerinde sıklıkla yanlış tutumlar sergiliyor.
Bu duruma çözüm getirmek istiyorsak bence kendimizi yargılamadan eğitmeli ve “kadının en büyük düşmanı yine kadındır.” sözünün sıklıkla kullanıldığı ülkemizde iddia edilen ve belki de istenene inat birbirimize sabırla yaklaşmalıyız. Belki de sürekli bir yargılama içinde olmak yerine birbirimize karşı destekleyici sütyen görevi görmenin zamanı geldi.
Romantize Etmek ve Aşırılıklar
“Kız kardeşlik” konusundaki bir diğer yanılgı ise kadınların sürekli pamuktan bulutlar üzerinde zıplayan sevimli unicornlar olmaları beklentisi.
Feminizmi benimsemek bir kadın için diğer kadınlarla olan ilişkilerinde (tüm insanlarla ilişkilerinde de elbette) destekleyici olmayı, sabırla ve açık fikirlilikle yaklaşmayı, ayrım gözetmemeyi ve saygıyı korumayı getirmeli. Yoksa kız kardeşlik elbetteki sadece kadın oldukları için tüm kadınlara bayılmak ya da her durumda onlara hak vermek anlamına gelmiyor.
Yani özetle size sürekli ne zaman evleneceğinizi soran ve bundan hoşlanmadığınızı belli eden sakin yanıtlarınıza karşı sizi bunaltmaya devam eden hadsiz komşu Mualla Teyze’yi, sizinle ilişkisi olduğunu bildiği halde sevgilinizin peşinden ayrılmayan Ayşe’yi, her davet ettiğinizde kilonuzla ilgili hadsiz yorumlar yapan Ayfer halanızı ve size hakaretlerde bulunan eski patronunuzu bağrınıza basmadığınız için kötü bir feminist değilsiniz elbette. (eğer siz de bu insanlara maddi-manevi bir zarar vermiyorsanız)
Sonuç olarak unutmamalıyız ki feminizm gerçekten herkes için. Erkek olmanın ayrıcalığından sıyrılmış, feminizmi benimsemiş erkekler de değerli birer yoldaşımız, geçmişteki cinsiyetçi eğilimlerini ve söylemlerini geride bırakan herkes de öyle. Kimsenin kimseyi feminizmden atmaya hakkı yok. Hatta eğer sürekli ne zaman evleneceğimizi sormayı bırakıp akademik başarılarımızı takdir etmeye başlarsa Mualla Teyze’nin bile bir şansı var. Ben daha ne diyim…
Kapak Fotoğrafı: unsplash.com/@creativeganster
İlginizi çekebilir: Ceren Muslu’dan Feminizm Herkes İçindir
Bayıldım! Duygularıma (düşüncelerime) tercüman olmuşsunuz yine!