Ferhat Göçer'den Müzikli Bir Oyun: Aldırma Gönül Üzerine
20 yılı aşkın süredir bir arada yürüttüğü hekim ve şarkıcı kimlikleri ile hepimizin yakından tanıdığı değerli sanatçı Ferhat Göçer, bu kez yepyeni bir proje ile karşımızda: tek kişilik bir performans sergilediği müzikli oyunu Aldırma Gönül. Kendisi ile oyunda seslendirdiği değerli parçalardan, hayatından sahneler canlandırdığı Sabahattin Ali’nin eserlerine, keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Oyunun galası 11 Aralık Çarşamba akşamı UNIQ Hall’da gerçekleşiyor, şimdiden takviminize not edin deriz.
Röportaj: İrem Bali
Merhaba! Biz sizi hem hekim, hem de şarkıcı kimliğinizle yakından tanıyor ve uzun süredir çok severek takip ediyoruz. Ancak hikayenizi detaylı olarak bilmeyenler için, sizi bir de sizden dinleyebilir miyiz?
Yaklaşık 25 yıllık bir sahne hayatım, bir o kadar da hekimlik hayatım var. Şimdi, hekimlikte emeklilik döneminden sonra sadece müzikle ve sahneyle ilgilenmeye başladım. Çok yoğun bir 25 yıl geçti, şu anda biraz keyfini çıkarıyorum diyebilirim. Aynı zamanda bu dönemi sahnede daha farklı neler yapabilirim arayışları içerisinde geçiriyorum. Onlardan biri de Aldırma Gönül projesi.
Biz de tam olarak bu projenin ortaya çıkış hikayesini merak ediyoruz. Bu kez, Sabahattin Ali’nin hayatını sahneye taşıdığınız, Aldırma Gönül adlı yepyeni bir proje ile, tek kişilik bir müzikli oyunla karşımızdasınız. Nasıl karar verdiniz müziğinizi sahneye taşımaya?
Bana yaklaştık 1 – 1.5 yıl önce, Sabahattin Ali şarkılarının yer aldığı bir albüm yaratmak istiyoruz, siz okur musunuz diye teklif geldiğinde çok mutlu oldum. Çünkü hepsi birbirinden değerli, kıymetli parçalarla dolu bir albüm oluyordu. Birbirinden muhteşem şarkılar: Aldırma Gönül, Leylim Ley, Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz, Geçmiyor Günler gibi… Bu şarkıların düzenlemelerinin yapılıp stüdyoda okunduğu dönemde, daha farklı neler yapabilirim diye düşündüm çünkü Sabahattin Ali’yi daha yakından tanımaya başladım.
Kitaplarını okumaya başladığımda sadece romanlarından, öykülerinden, şiirlerinden değil; aynı zamanda hayatından da çok etkilendim. Çok dramatik bir hayat hikayesi var. Albümü yaptıktan sonra şarkıları sadece konserde seslendirmek yerine konsept bir iş haline dönüştürmeye karar verdim ve bunu tiyatrocu arkadaşlarıma söylediğimde bana neden bir oyuna dönüştürmediğimi sordular. Cesaret edemeyeceğimi söyledim onlara. Oyunculuğa soyunmak, bir de Sabahattin Ali’yi canlandırmak; daha antrenmanlara çıkmadan final maçına çıkmak gibi göründü bana. Biz seni çalıştırırız dediler, Ezel Akay ile bağlantı kurduk. Haldun Çubukçu çok güzel bir senaryo yazdı. Yaklaşık 2.5 aylık bir metin oluşturma sürecinden sonra provalar başladı. Provalar yaklaşık 3 ay sürdü.
Hekimlik eğitimi aldığım fakülte dönemlerindeki disiplin ve ciddiyet ile çalışmak durumunda kaldım çünkü sayfalar dolusu bir teksti sular seller gibi ezberlemek zorundaydım. Biraz panik olmama sebep oldu bu, uzun zamandır yapmadığım bir şeydi. Bu noktada, yönetmen koltuğunda oturan Ezel Akay çok yardım etti bana. 3.5-4 ayda oyunculuk ve ezber provalarından sonra sahne provalarına başladık. Bu çok boyutlu bir proje, multidisipliner bir sistem. Orkestranın hazırlanması gerekiyor, yönetmen kendi rejisini hazırlıyor, siz ezberinizi ve oyununuzu hazırlıyorsunuz. Naz Erayda, dekor ve kostüm tasarımında, Mustafa Bal da ışık tasarımında bizlere yardımcı oldular. 6 Kasım’da projeyi ilk olarak görsel bir şekilde elle tutulabilir hale getirdik. Gala gününe kadar da eksiklerimizi tamamlayarak projeyi en güzel şekilde sahnelemeyi hedefliyoruz.
Sabahattin Ali’nin yaşamından kesitler canlandırıyorsunuz. Hazırlık süreciniz nasıl oldu, kendisinin hangi eserlerini okudunuz, sizi en çok hangileri etkiledi? Neden bu eserler?
Neredeyse tüm eserlerini okudum diyebilirim. Beni en çok etkileyen nokta, milyonları da büyülediğini düşündüğüm meşhur Kürk Mantolu Madonna eserinin son 50 sayfası oldu. Çok dramatik ve çok vurucu bir aşk öyküsü… Aynı zamanda Kuyucaklı Yusuf’ta ve İçimizdeki Şeytan’daki tasvirlerden, insan betimlemelerinden çok etkilendim. Düşünün, Sabahattin Ali bu eserleri 1940’larda yazıyor ve neredeyse günümüzün modern Türkçe’sinin kalıplarını ve akıcılığını gayet güzel aktarabiliyor. Büyüleyici bir şey bu bence. Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet dönemine geçmişsiniz, o ilk 10 yıldaki değişimlere rağmen Türkçe’nin akıcılığı çok değerli bir şey. Bunlar işin mucizesini sizin gözünüzün önünüze getiren detaylar.
Sabahattin Ali’nin Duvar, Sırça Köşk gibi öykülerinden ve bu öykülerdeki anlatım dili ve gücünden en çok etkilendim diyebilirim. Kısa ama sizi bir boks maçına çıkmışçasına sağdan soldan vurarak etkileyen konuları, okuyucuya sunduğu ikilemler, Türkiye’nin o dönemki ekonomik, sosyal durumunu eleştirel bir gözle başarıyla tasvir etmesi ve muhteşem bir şekilde resmetmesi…
Oyunda Sabahattin Ali’nin kendisini canlandırıyorsunuz. Kendisinin yaşamı ile kendi hikayeniz arasında ortak noktalar keşfettiniz mi bu süreçte?
Tabii ki. Öncelikle, Sabahattin Ali’yi eserlerinin haricinde olduğu insan olarak tanımaya çalıştığım süreç, Osman Balcıgil’in Yeşil Mürekkep isimli kitabıyla oldu. Orada, Sabahattin Ali’yi kişilik olarak tanımaya başladım ve kendimle çok özdeşleştirdim. Hayata, topluma ve aşka bakış açısını, eleştirel yaklaşımlarını kendimle çok bağdaştırdım, aktardığı duygular bana çok tanıdıktı. Ama benden çok daha cesur bir adam, bunu da hayatıyla ödemiş.
Yine de onunla aramda birçok ortak nokta bulabilmek beni cesaretlendirdi. Oynarken – bunu çok zor söyleyebiliyorum, bir hekimim veya şarkıcıyım cümlesini rahatlıkla kurabilirim ama bir oyuncuyum diyebilmek çok cesaret isteyen bir iş – Ferhat ve Sabahattin ayrımını ortadan kaldırarak sahnede olmaya çalışıyorum. Birini oynamaya çalışmak duygusu zaten panik olmama yol açıyor, o yüzden kendim gibi hareket ediyorum. Ben Sabahattin Ali’ymişim gibi düşünüyorum sahnede.
Oyunda Aldırma Gönül, Dağlar Dağlar, Göklerde Kartal Gibiydim gibi Sabahattin Ali’nin kaleminden çıkmış çok değerli şiirleri çok güzel seslendiriyorsunuz. Bu şarkılar arasında da birçok duygu geçişi var. Her biri sizde nasıl duygular uyandırdı?
Ana tema aşk gibi görünse de oyun boyunca Sabahattin Ali’nin içindeki tutsaklığın verdiği o özgürlük tutkusunu, yaşadığı acıların ve elinden alınmış değerlerin kendisine kazandırdığı büyük edebiyat gücünü hissediyorsunuz. Aşkın yanında özgürlüğün, mücadelenin, isyanın, yalnızlığın, sevginin ve sevgisizliğin, duygu ve mantık adına içinde eksik kalan ne varsa o şarkılarda gizli. Her biri farklı duygular uyandırıyor bende de, dinleyicide de. Birinde yalnızlık ve terk edilmişlik, diğerinde mücadele ve özgürlük tutkusu… Bence senaryonun başarısı da bu şarkı geçişlerinin, Sabahattin Ali’nin geçmişte yaşadıklarıyla çok başarılı bir şekilde köprü kuruyor olmasından geliyor. Hikayeden şarkılara geçiş çok yumuşak bir şekilde gerçekleşiyor böylece.
Repertuvar sıralaması da Sabahattin Ali’nin hayat hikayesine uygun olarak hazırlandı. Ben Gene Sana Vurgunum’da ilk aşkı Nihat’a duyduğu özleminden Sinop Cezaevi’nde yazdığı Aldırma Gönül’e, tüm şarkıların sırası edebiyatçının hayatındaki kronolojik sıralamalara göre düzenlendi.
Geriye dönüp baktığınızda, ilk sahne projenizde tek kişilik bir performans sergilemek nasıl bir deneyim oldu sizin için?
Benim kişisel gelişimim açısından çok önemli oldu. Her şeyden önce oturup Sabahattin Ali’nin birçok eserini yeniden besteledim, dolayısıyla müzisyenliğim adına çok verimli bir süreç oldu. Onun dışında, Sabahattin Ali’nin hemen hemen tüm kitaplarını okumuş olmak, böyle multidisipliner bir işin içerisinde bir yönetmenle beraber çalışmak bana farklı bir öğreti kazandırdı. Şarkılarımı bir teatral sahne tasarımının içerisinde söylemiş olmak, bir sahne sanatçısı olarak çok farklı bir deneyimdi benim için. Her aşaması benim için çok verimli, öğretici ve keyifli bir geçti.
Son olarak, başka bir sanatçının hayatını canlandıracak olsaydınız bu kim olurdu ve neden?
Erol Büyükburç’u canlandırmak isterdim. Aynı zamanda, Münir Nurettin Selçuk’u da canlandırmak isterdim. Kendisi, Türk sanat musikisinde devrim sayılabilecek nitelikte büyük değişiklikler yapmış önemli bir solist. Ferdi Özbeğen, Zeki Müren… Hepsi çok değerli figürler. Ama beni en çok heyecanlandıran Erol Büyükburç olurdu. Neden derseniz, Türk müzik dünyasının ilk büyük starı; dünyada bir Elvis Presley varsa, Türkiye’de de bir Erol Büyükburç var diyebiliriz.
Aldırma Gönül oyununa bilet almak için tıklayın.
İlginizi çekebilir: ArtsyMagger’dan “Yeni Sezon Tiyatro Önerileri“
İlk yorumu siz yazın!