Ferrari: "Babam Sağolsun"
Ferrari, Michael Mann filmlerini keyifle izleyen sinemaseverler için büyük bir nimet. Yönetmen iyi bildiği şeyleri yapıp, bilmediği alanlara pek taşmadan kuruyor oyununu yine. Ekran karşısında tüm beklentilerinizi kendine has tarzıyla yönetiyor, son yarım saatteki aksiyon ve kırılma noktalarına hazırlıyor izleyicisini. Filmin çok kötü ve çok iyi olduğu noktalar mevcut, bunlar filmi benim gözümde daha izlenip yorumlanabilir kılan öğeler haline getiriyor tabi. Son Venedik film festivalinde hakkında bol bol konuşturan filmin cast tercihleri de oldukça ilginç. Adam Driver ve Penelope Cruz’u başrollerde izlediğimiz hikayenin ufak bir İtalyan şehri olan Modena’da geçmesi, anlatının İtalyanca ile kurulmamış olmasından ötürü enteresan bir kontrast yaratıyor. Ama muhtemelen Amerikan izleyicisi için çok absürt bir durum söz konusu değil…
Penelope Cruz’un delirmeye bir adım kalmış İtalyan kadını canlandırması için seçilmesi biraz güldürdü beni. Eldeki opsiyonlara bakıp bu tarz karakterleri iyi canlandıran başka bir Akdeniz ülkesi insanı gayet uygun olur diye düşünmüşler düz mantık. Adam Driver’ın da kendisinden 20-25 yaş büyük bir adama hayat vermesi ise biraz zorlayıcı bir tercih sanki. Bu söylediklerimden filmde kötü oyunculuklar var gibi anlaşılmasın, herkes gayet elinden gelenin en iyisini yapıyor ama siz filmi izlerken bu karakterleri başkası canlandırsa nasıl olurdu sorusunu kendinize soruyorsunuz belli aralıklarla…
Enzo Ferrari’nin şeytani ve görece duygusuz tavırlarının çok iyi resmedildiğini söyleyebiliriz. 2. Dünya savaşı sonrası bitik durumdaki İtalya’da fabrikanın enkaz temizliği sürecinde tanıştığı kadınla yaşadığı kaçamak aşkın sonuçları, yarattığı markanın epikleşmesiyle beraber, karısıyla olan ilişkisini de yiyip bitiriyor adeta. Karısıyla arasında bir aşk değil de, toksik bir iş ilişkisi mevcut tam olarak. Ama Enzo’nun bu ikilik arasındaki gelgitleriyle iş hayatında yaşadığı mevzular birbirleriyle pek de iç içe geçemiyor gibi. En azından iki farklı film izliyor hissiyatı yaratıyor. Bunun deneysel bir tercih mi yoksa hikayelerin birbirlerinden kopuk olmasıyla mı yorumlamak gerekiyor emin değilim. Sonuç olarak hikaye, aile ve marka çatısı altında ayrı ayrı ilerlerken filmin finalinde bize tatmin edici bir katarsis vadediyor olduğunu bir şekilde belli ediyor.
Editör Notu: Yazının devamı spoiler içermektedir.
Sürücüleriyle arasındaki ilişkinin bu denli soğuk ve samimiyetsiz oluşu, böylesine tehlikeli bir sektörde ticari ve sportif başarı isteyen bir karakter için oldukça tutarlı bir durum. Fakat bu durum yakınlarını kazada kaybettikten sonra mı bu hale evriliyor yoksa bu adam hep mi böyleydi? Karakteri geriye dönük çok da iyi analiz edemediğimizi düşünüyorum. Salt sıradan bir kötü adam olmadığını yansıtma konusunda Adam Driver çok başarılı, fakat senaryonun aksaklıkları bu açıdan oyuncuların önüne taş koyuyor. Gayrimeşru çocuğu ve sevgilisiyle yaşadığı hayat ise filmin kendisiyle çok kopuk. Özellikle kadının resmen misafir oyuncu kıvamında kaldığını söyleyebiliriz.
Meşhur yarışta yaşanan kaza ise, fragmanı izlemediğim için oturduğum yerde zıplattı beni. Michael Mann son yarım saatlik kısımda iyi bildiği işleri yapıyor. Fakat o kaza sahnesindeki trajedinin önüne geçen bir durum vardı bence. Böylesine bütçeli bir filmde, o sahnedeki CGI’ların son derece kötü görünüyor olması. Kabul edilemez derecede kötüydü, bilmiyorum diğer izleyenlerin de gözüne battı mı… Ses ve kamera kullanımı o ana kadar gayet başarılıyken o anın şok ediciliği ile CGI kalitesi birleşip tatsız bir kafa karışıklığı yarattı özetle. Finalde de tek veliaht olan Piero ile Enzo’yu görüyoruz, babasından devralacağı bu ‘imparatorluk’ ile beraber hayatının mottosu bir anda bu yazıya attığım başlığa evriliyor.
Sinema dünyasına ve filmlere dair paylaşımlarıma Instagram üzerindeki film blogumdan (@atıptutuyorum) ulaşabilirsiniz.
Kapak Fotoğrafı: IMDb
İlginizi çekebilir: Sine Magger’dan Ford ve Ferrari’nin Efsanevi Mücadelesi
İlk yorumu siz yazın!