İlk yorumu siz yazın!
Sürgün: Zvyagintsev'in Eserlerinin İçine Doğru Yolculuk
İnsan, dünyaya yaralarıyla birlikte geliyor ve zamanla yaşadıklarıyla beraber büyüyerek bu yaralarına yenilerini ekliyor ya da bazılarını kapatıp bazılarını daha çok eşeliyor. Babası altı yaşında kaybolduğunda Zvyagintsev, bu yaralarına yeni çizikler atarak daha da arttırmış olmalı ki eserlerinin içine doğru yaptığımız yolculukta onlarla karşılaşmadan ilerlemek imkansız.
1964’de Sırbistan’da doğan Andrey Zvyagintsev, 20’li yaşlarının başında Moskova’ya gidip oyunculuk eğitimi almaya karar verir. Sonrasında başlayan oyunculuk kariyerini çok fazla uzatmayarak ait olduğu yere, kamera arkasına geçer. Hatta bir röportajında bunun nedenini “filmlerinde oynayabileceğim bir yönetmen olduğunu düşünmediğim için yönetmen olmaya karar verdim” gibi iddialı bir cümle ile göstermiştir bize. 2000’li yılların başında çektiği televizyon dizisi ile başlayan yönetmenliğini, 2003 yılında seyirciye sunduğu ‘Dönüş’ (Vozvrashchenie) ile devam ettiren Zvyagintsev, kısa süre içinde büyük bir başarı elde eder. Zaten Venedik Film Festivali’nde aldığı ödüller de bunu göstermektedir. Şimdi ise bakışlarımızı bu olağanüstü yapıttan kaldırıp 4 yıl sonraya Zvyagintsev’in ikinci uzun metraj filmi, ‘Sürgün’e çevirirken tek bir sözcük fısıldanıyor kulağımıza; ‘sevgi’
‘Sürgün’ (Izgnanie) William Saryan’ın ‘The Laughing Matter’ kitabından uyarlanan, senaryosunu Zvyagintsev’in yazdığı ve bu anlamda yönetmen için ilk olma özelliğine sahip bir film. ‘Sürgün’ün genel yapısına baktığımızda ‘Dönüş’ filminde olduğu gibi dinsel ikonografiler fazlaca kullanılıyor. İncil’in 13. Bölümü filmin temelleri arasında yer alıyor ki bu bölüm, Krzysztof Kieslowski’nin ‘Blue’ adlı filminde ve Ingmar Bergman’nın İncil’deki aynı bölümün devamı olan ‘Through a Glass Darkly’ filminde de kullanıldı. Tarz olarak da Tarkovsky’ye benzetilen Zvyangintsev’in, ilk bakışta bilinmeyen sularda yüzmediği düşünülse de detaylara doğru yoğunlaştığınızda kendisine ait olan yaralarını görmeye başlıyorsunuz.
Hayatımızın her noktasındaki olumsuzlukta, sıkışıp çıkamadığımız her durumda, göz yaşlarımıza neden olan ve bizi ruhsal olarak sakat bırakan en temel değeri ‘sevgi’yi, ‘sevgisizliği’ en savunmasız hali ile sunuyor bize Zvyangintsev. Tam bu noktada perdesi de uçsuz bucaksız bir ovanın tam ortasında açılıyor. Tarafımızı belli edercesine sınırları çizilmiş cennet ve cehennem imgesinin cehennem tarafına yerleştiriyor bizi Zvyagintsev. Zamansız bir yolculuğa çıkıyoruz. Hikayemiz, sanayi toplumunun turuncu tuğlalarına bulaşmış bir halde çekirdekten türeyereyek yavaşça sarmalıyor bizi. Mutluğun cennet bahçesinde ceviz yiyerek oluşturulduğu tabloda karanlık bir büyü ve kemirmeyi bilen en büyük düşmanla baş başa kalıyorsunuz. Daha doğrusu yönetmenin minimalist kamerasından buna zorlanıyorsunuz..
[Spoiler içerir]
Zvyagintsev, filmlerinin birçok detayı barındırdığını ve bu detayların her birinin bir araya geldiğinde tablonun tamamını oluşturduğunu ‘Dönüş’ filminde göstermişti bize. Film genelinde çok iyi kullandığı tepe kamerasından dik bir açı ile çocukların tamamlamak üzere olduğu bir yap-boz görmekteyiz. Bu yap-boz aslında Da Vinci’nin ‘Annunciation’ (Müjdeleme) tablosunu içeriyor. Da Vinci, bu tabloda cebrail aracılığı ile Meryem’in hamileliğinin ona müjdelenişini anlatıyor. Meryem’in bir erkekle ilişkiye girmeden, tanrı tarafından gebe kalması ile Vera’nın kendisine karşı mesafeli olan ve iletişimleri neredeyse yok denilebilecek kocasından hamile kalması aynı tablonun içine yerleştiriliyor. Fakat çocukların (İsa’nın havarileri) tamamlayamadığı bu yap-boz, hikayenin ne yöne doğru ilerlediğine dair bize ipucu vermekte.
Filmin son yarım saatinde bambaşka bir kurgunun içinde buluyoruz kendimizi. Yerkürenin en belirgin özelliklerinden biri olan döngüselliği film içerisinde defalarca vurgulayan Zvyagintsev, eşsiz sahneler sunuyor bize bu bölümde. Özellikle aynı plan içinde zaman atlatarak (Theo Angelopoulos’un filmlerinde sıkça kullandığı bir teknik) geçmişe dönmemiz ve burada film boyunca cevaplandıramadığımız soruların tek tek yanıtlanması, taşların yerine oturması açısından oldukça önemli seyirciler için. Yine bu bölümde, yalnızlığa, sevgisizliğe ve bencilliğe karşı önemli detaylar buluyoruz. Zvyagintsev, içinden çıkamadığımız durumları ve gitgide artan çıkmazlarımızı daha iyi görmemizi sağlıyor. Filmin son sahnesinde Alexander’ı ilk karedeki ıssız ovada cennet tarafında otururken görüyoruz. Çekilen acılar ne kadar büyükte olsa varılan sonuç bizi bir nebze olsun mutlu ediyor.
Film içerisindeki karakterlerden bahsedecek olursak. Ana planda gözümüze ilk baba figüründeki Kostantin Lavronenko (Alexander) çarpıyor. Zvyagintsev, ‘Dönüş’ filminde de baba karakterinde aynı oyuncuyu kullanmıştı. Lavronenko, gerek üzerinden sergilenen toplumun erkek yapısını, gerek ise duygusal sahnelerdeki başarılı performansı ile seyirciyi daha fazla filmin içine çekmeyi başaran özel bir oyuncu. Zaten 2007 yılında Cannes Film Festivali’nde aldığı en iyi erkek oyuncu ödülü de bunu ispatlar nitelikte. Bir diğer önemli isim ise anne rolündeki Maria Bonnevie (Vera). Bonnevie, hikaye içerisindeki ezilişini ve hiç kirletmeden korumaya çalıştığı umutlarını başarılı bir oyunculukla süslüyor. Onun beyaz elbise içindeki duru güzelliğini, içindeki saflığın dışa vurumu olarak değerlendirilebilir. Genel olarak filmdeki karakterleri incelediğimizde; karakterlerin ağır fakat gerçekçi olmadıklarını görebiliyoruz. Bu da bize onların dinsel yönünü sorgulamamıza olanak sağlıyor. Zvyagintsev, karakterleri sessizlikle ve gerçeği çarpıtarak geliştiriyor. Bu yüzden film genelinde uzun diyaloglara çok fazla rastlamamız mümkün değil. Son olarak film içindeki kadın ve erkek karakterler ait oldukları toplumun birer simgesi olarak karşımıza geliyor. Özellikle Alexander karakteri üzerinden anaerkil topluma fazlaca gönderme yapılmakta.
‘Sürgün’ün kamera çekimlerini incelersek! Film genelinde sabit çekim sayısının az olduğunu, genellikle kameranın yavaşça kayarak yer değiştirdiğini görmekteyiz. Sabit plana giren ve çıkan objeler sıkça kullanılmakta. Bunun dışında uzun plan çekimler ile birlikte adeta fotoğraf izlenimi uyandıran bir çok kare ile karşılaşmaktayız. Zvyagintsev, karaktere yoğunlaştığı sahnelerde yakın plan çekimleriyle bize vurgusunu aktarırken, tepe kamerası ile yapılan çekimlerde olayın baskınlığını göstermiştir bize. Film içinde bir çok rengin kullanıldığını düşünsek de pastoral ve doğal renklerin baskınlığını fark edebiliyoruz. Bunda en büyük yardımı kuşkusuz doğadan almakta Zvyagintsev. Özellikle kırsaldaki evde gerçekleşen sis sahnesi akıllarda fazlasıyla yer etmekte. Ayrıca Vera’nın film boyunca giydiği elbiselerin renkleri Zvyagintsev’in dilini yansıtması açısından çok değerli.
Genel olarak, film içerisindeki fotoğraflar, metni, bu metinlerin toplamı, senaryoyu, senaryo ise tekrar fotoğrafları ve en sonunda bunların toplamıysa filmi oluşturmakta. ‘Sürgün’, bu öğelerin hiç birinden ayrı olarak düşünülmeyerek, bir bütün olarak karşımıza çıkmakta. Halk ezgileri, doğa, pastoral basitlik, içe yolculuk ve dinsel ikonografilerin kullanıldığı ‘Sürgün’, Zvyagintsev’in ilk filminde küçük çocuk üzerinden vurguladığı baba-oğul ilişkisinin devamı olarak bu sefer baba figürü üzerinden karı-koca ilişkisini ön plana çıkarmakta. Her iki durumun da temelini oluşturan şey ise ‘sevgi’. Nitekim film içerisinde küçük bir kız çocuğun okuduğu incildeki bölüm, bunu anlatan en güzel cümleler olarak gösterilebilir. Bana kalırsa bu bölüm aynı zamanda filmi çekerken Zvyagintsev’in manifestosunu oluşturmaktadır.
İnsanların ve meleklerin diliyle konuşsam
Ama sevgim olmasa
Çalan bir gong veya çınlayan bir zilden hiçbir farkım kalmaz.
Kehanet yeteneğim olsa, bütün sırları ve bilgileri çözebilsem;
Hatta dağları yerinden oynatacak kadar büyük bir inancım bile olsa…
Ama sevgim olmasa, ben bir hiçim.
Varımı yoğumu sadaka olarak dağıtsam,
Bedenimi yakılmak üzere feda etsem…
Ama sevgim olmasa,
Bütün bunlar bana hiçbir şey kazandırmaz.
Sevgi, sabırlı ve yumuşaktır.
Sevgi, kıskanmaz veya övünmez.
Sevgi, kaba veya çirkin değildir.
Sevgi, kendi isteklerini öne çıkarmaz.
Sevgi, kolay kolay öfkelenmez.
Sevgi, kötülüğün hesabını tutmaz.
Sevgi, yapılan hatalara sevinmez.
Onun için asıl olan gerçektir.
Sevgi, her şeye katlanır.
Sevgi, her şeye inanır.
Sevgi, her şeyi umut eder.
Sevgi, her şeye dayanır…
Teşekkür ederim güzel yorumlarınız için! Lisya izledikten sonra muhakkak konuşalım!