İlk yorumu siz yazın!
Fleabag: Gerçeklik Akışını Değiştiren Dizi
Arkadaşlar, size hem haykırmak hem de gizlice fısıldamak istiyorum: Fleabag izlediniz mi? Siz de benim hissettiklerimi hissettiniz mi? Arada bir replikler ve sahneler aklınıza geliyor mu? Sadece Phoebe Waller-Bridge’in varlığını hatırlayarak gülümsüyor musunuz? Abartacağım, biliyorum, ancak Fleabag’den önce Fleabag’den sonra diye düşünüyor musunuz?
Fleabag Dizisi
Fleabag, oyuncu Phoebe Waller-Bridge’in yaratıcısı ve senaristi olduğu, aynı zamanda başkarakter Fleabag’i canlandırdığı, tüm dünyada fenomen haline gelmiş bir İngiliz dizisi. 2 sezon, 25 dakikalık 6’şar bölümle, çağdaş zamanlardaki insan ilişkileri ve yerleştirildiğimiz sosyal konumlardaki zorlukları ve mücadeleleri sizi şok ederek, kahkahalar attırarak ve kalbinizi kırarak anlatıyor.
İlk sezonu 2016, ikincisi 2019’da yayınlanan ve Emmy, Altın Küre, BAFTA, Critics’ Choice, SAG Awards dahil pek çok önemli törenden En İyi Komedi Dizisi, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Erkek Oyuncu gibi ödüllerle dönen dizi, maalesef artık final yaptı.
Tüm bölümler bitene kadar uyumayacağımı bildiğim için dizi izlemekten kaçan biri olarak Fleabag’e başlamaya karar verdiğim için şanslıydım. Çünkü eksik kalacaktı; Beatles dinlememişim, Nâzım Hikmet’i tanımamışım gibi keşfedilmemiş, tamamlanmamış… Ve hatta dünya bu kadar hızlı değişirken ona yetişemeyecek bir tarafım olacaktı. Dizi, ayaklarımın altındaki tabakayı aldı, sarstı ve yönünü değişirdi.
İki sezonu bir çırpıda izledikten sonra küçük bir şok halinde, karanlıkta el yordamıyla yönümü bulmaya çalışır gibi dolaştım, boş boş oturdum. Henüz, sevdiğim insanlara ısrarla ve defalarca diziyi önermemiştim, az önce neler olduğundan emin değildim.
Diziyi ikinci izleyişimden sonraysa tüm olan biteni kabul ettim. Üçüncü izleyişimiyse biraz zamana yayarak, 2.Sezon’dan başlayıp 1. Sezon’a dönerek, kaygısızca ama yine karnımdaki yumruyla bitirdim ve yeni bir kahraman kazandım: Phoebe Waller-Bridge.
Phoebe Waller-Bridge
Phoebe Waller-Bridge, İngiltere’nin en eski tiyatro okullarından Royal Academy of Dramatic Art’ta oyunculuk eğitimi alıyor, sonrasında tiyatro oyunlarında ve dizilerde oynuyor. Yakın bir arkadaşıyla bir tiyatro şirketi kuruyor ve yıllardır beraber oyunlar yazıp sahneliyorlar. En azından şu an tüm dünya onları kapmaya çalışana kadar buna zamanları oluyor. Waller-Bridge aynı zamanda Fleabag dışında çok sevilen bir diğer dizi Killing Eve’i orijinal kitabından senaryolaştıran ve bizzat David Craig tarafından yeni Bond filminin senaryosunu “cilalaması” için seçilen isim… Şimdiyse kendi sinema filmini yazıyor.
Peki, onu keşfetmemiz neden bu kadar uzun sürdü derseniz, sanırım hem onun hem de bizim için zamanın gelmesi gerekmiş.
Waller-Bridge, mezun olduktan sonraki iki sene boyunca tek bir rol bile alamıyor. O sırada, daha sonra en yakın arkadaşı olacak tiyatro yönetmeni Vicky Jones’la tanışıyor, beraber tiyatro şirketi DryWrite’ı kuruyorlar ve doğu Londra’da bir pub bulup orada anonim yazarlık ve performans geceleri organize etmeye başlıyorlar. Tanıdıkları yeni yetişen yazarları ve oyuncuları çağırıp 10-15 kişilik bir grup oluşturarak ve onlara belli bir konu vererek monologlar yazmalarını istiyorlar. “5 dakikadan kısa bir sürede seyirciyi karaktere nasıl aşık edersiniz?”, “Onlar farkına varmadan seyirciyi nasıl elinize alırsınız?“, “Suçlu bir karakterin masum görünmesini nasıl sağlarsınız?” gibi sorularla onları zorlayarak metinler üretmelerini istiyor, sonra da metinleri küçük oyunlar olarak yönetmeye başlıyorlar.
Yazarların tekrar tekrar istemeleri üzerine bu etkinliği iki sene boyunca sürdürüyorlar. Farkına varmadan yazarlık eğitimi aldıklarını söyleyen Waller-Bridge, yazar ihtiyacının olduğu bir gece, üretilen işlerin perspektifinde bir eksik olduğunu görünce Jones’un da yönlendirmesiyle ilk kez kendi monoloğunu yazıyor ve yazabildiğinin farkına varıyor. Ardından küçük, kısa oyunlar yazmaya ve sahnelemeye devam ediyorlar. Derken bir arkadaşı, 10 dakikalık kendi stand-up’ını yazması ve Soho Tiyatrosu’nda oynaması için ısrar ediyor. Fikir korkutucu geldiği için Waller-Bridge bunu “oturarak” yapmayı kabul ediyor. Arkadaşlarını güldürebildiği ve ağlatabildiği sürece güncellediği gösteri metnini, Fleabag’i yaratıyor.
On dakikalık küçük bir gösteriyle başlayan hikaye, uzun versiyonuyla 2013 yılında Edinburgh’de bir tiyatro festivaline taşınıyor. Kulaktan kulağa yayılan oyun, festivalin sonunda biletleri tamamen tükenecek kadar seviliyor. Oyunu izleyen BBC’den bir adam, senaryoyu televizyona uyarlamak istediğini söylüyor ve olaylar iyiden iyiye gelişiyor.
Fleabag, bir yandan televizyon seyircilerinin kalplerini çalarken, Londra’da Ulusal Tiyatro’da ve Broadway’de kapalı gişe oynamaya devam ediyor ve 2019’da hem ekranlara hem de sahnelere veda ediyor. Waller-Bridge, üçüncü sezonun gelmeyeceğini, sadece 50’lerine geldiğinde karakteri tekrar ziyaret etme fantezisi olduğunu söylüyor.
Denk gelebildiniz mi bilmiyorum ama İKSV, 2016-2017 sezonunda İngiliz Ulusal Tiyatrosu’nun oyunlarını müthiş bir çözünürlükle Salon İKSV’de beyaz perdeye taşıyordu. Keşke İKSV veya başka bir kurum tekrar böyle bir etkinlik düzenlese ve Fleabag’i izlesek, çünkü video kaydını farklı bir şekilde izlememiz mümkün görünmüyor. Oyunların canlı şekilde sinema ekranına taşınması da zaten insanların Londra’da biletleri tükenen gösterileri izleyebilmesi amacıyla başlamış ve sonrasında yayın haklarının süreli olarak satılmasıyla birçok farklı yerde izlenebilmeleri sağlanmıştı.
İlginizi çekebilir: Elif Özgen’den National Theatre Hamlet
Oyun ve TV dizisi neden bu kadar sevildi, hangi ihtiyacımıza cevap verdi derseniz, özellikle son birkaç yıla bakmamız gerekir. Geride bıraktığımız 2010’ların az sayıda iyi miraslarından biri, kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması gerektiğini, diğer adıyla feminizmi ana akım tartışmaya açarak kendi arayışımızı başlatmamızdı. J.K Rowling, Emma Watson, Lena Dunham, Greta Gerwig ve çok daha fazla isimle beraber bu arayış içine girmiş; düşünmeye başlamış, ticarileştiği yerleri eleştirmiş, bu tartışma dahilindeki yerimizi anlamaya ve iyileştirmeye çalışmıştık. Phoebe Waller-Bridge, her şeyin karmakarışık olduğu bir zamanda, sanatın size dokunmasını mı istiyorsunuz, buyurun madem; işte size kadınları ve erkekleri toplumda konumlandırdığımız asıl alan, modern çelişkiler, cinsellik, din, bireyselleşme, yalnızlık, iletişimsizlik, aile, arkadaşlık diyerek yüzümüze acı bir tokat atıyor.
Başarı hikayelerini çözümlediğimizi düşünmek kolay, sonuçta hepsinin bir olgunlaşma süreci ve nedenselliği var. İngilizlerin kültürel değerlerini korumaları, alabilecekleri yabancı değerleri yerelleştirip geliştirilmeleri, Amerikalılardan bile incelikli pazarlama içgüdüleri ve stratejilerine değinmedim bile… Ancak Fleabag’deki diğer bir temel faktör, Phoebe Waller-Bridge’in dahi olması.
Aslında küçük ama insanlık için büyük bir örnek vereyim: “Bir kadın için herhangi bir erkek tarafından beğenilmemek kadar değersizleştirici ne olabilir?” Biz Türkiye’de bu sorudaki kadar sert yaşıyor muyuz emin değilim çünkü durumun farklı katmanlarıyla uğraşıyoruz ama Waller-Bridge, bu ağır hissin nedenini merak ederken; reklam panoları, televizyonlar ve dergilerdeki “muhteşem” kadınları görüp “Bu yüzden mi?” diye kendisine sormuş. “Beni bu şekilde mi kontrol ediyorsunuz?” Ve bu durum, içindeki ses çıkaracak damarı tetiklemiş.
Not: Phoebe Waller-Bridge’in, 2019 Saturday Night Live monoloğunu kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim.
Fleabag
Dizi, feminizm damarının bilincinde olsa da hem onu sorgulamayı ihmal etmiyor hem de sadece kadın/erkek ilişkilerinin değil insan ilişkilerinin yüzyıllardır devam ettiği için artık geçerliliği kanıksanmış davranışlarına modern şartlarla tekrar bakmamızı sağlıyor. Üstelik bunu yer yer metalaşan feminizm silahlarıyla değil, dürüst bir kadın bakışıyla, incitmeden, yargılamadan veya kimseye saldırmadan; doğal, kibar ve eğlenceli şekilde yapıyor. Bu sayede de kadınlar kadar erkeklerin de ilgisini çekiyor.
Kadınların cinselliği konuşmaya izni var mıymış? Onu bırakın düşünmeye hakları var mıymış? “Sürtük” gerçekte ne demekmiş? Erkekler zayıf olabilir miymiş? Erkeklerin mükemmel bir seks hayatları varsa akla ihtiyaçları var mıymış? Bin yıllar öncesinde kuralları yazılan din, günümüzde ne kadar geçerliymiş? Tanıdığımızı düşündüğümüz insanları görmezden gelebilir miymişiz? Dışarıdan esprili, umursamaz ve hoş görünseler de, yetişkinler hayatlarını kontrol edebiliyorlar mıymış? Trajediyle baş etme yöntemleri nelermiş?
Bastırılmış, yok sayılmış ve cevapları çıkarlara göre dağıtılmış bu sorular, belki de 20 sene sonra çok daha dürüst şekilde tartışılmış olacak ancak görünen o ki bunu yapabilmek için sanatçıların bize yol göstermesine ihtiyaç duymuşuz.
Phoebe Waller-Bridge’in sıra dışı yeteneği sanki Fleabag’i televizyon dizileri ve sinemanın geldiği yere geri döndürüyor, sit-com olduğunu unutturup onu tiyatro temelleriyle birleştiriyor. Sevgi, din, aile, ölüm temaları bir Shakespeare ya da Yunan tragedyası hissiyle sizi içine çekiyor. Karakterlerle beraber hissediyor, onlarla birlikte tepki veriyorsunuz.
Dizi tabii ki kusursuz değil. Örneğin ikinci sezondaki belirgin İngiliz nüktedanlığı, yer yer gereğinden fazla karşınıza çıkıyor veya karakterin verdiği tepkilerle yazarın varmak istediği yeri tahmin edebiliyorsunuz. Yani Waller-Bridge, senarist olarak kendini yeterince saklayamıyor ama bu göz ardı edilmeyecek bir durum değil çünkü kolayca, hikayenin tam ortasına tekrar düşüyorsunuz.
Mini spoiler bölümü: Fleabag’in, seyirciyi unuttuğu/umursamadığı veya sezon sonları gibi ona bakmamıza izin vermediği, bize veda ettiği sahnelerde kameraya aslında neden ihtiyaç duyduğunu veya artık duymadığını anlıyorsunuz. İki kadının bar sahnesindeyse kendisine gelecekten haber verdiğini hissediyorsunuz. Fleabag de zaten kamerayı unutup konuşmaya dalıyor. Phoebe Waller-Bridge, sen bir dahisin…
Dünyadan ve Türkiye’den Tepkiler
Dizi; Britanya’da ilk yayınlandığında “ahlaksız kadın” gibi cinsiyetçi yorumlara da maruz kalmış ancak bu tepkiler gitgide azalmış, hatta şu an ulusal bir hazine olarak görülüyor. ABD’de ise seks muhabbetleri pek umursanmamış, kendinden nefret etme ve kişinin iç karışıklıkları temaları ilgi çekmiş. Kadınların bu kadar komik olmalarıysa iki tarafta da “şaşkınlıkla” karşılanmış.
Başka ülkelerdeki tepkilere dair bilgim yok ancak Türkiye’de bizlerin, insan haklarının Batı’dan farklı katmanları için savaş verdiği de aşikar. Biz Gülse Birsel, Ayşen Gruda, Adile Naşit ekolleriyle büyüdüğümüz için kadınların komik olmalarını enteresan(!) bulmuyoruz ama kadın oyuncuları acımasız ve cinsiyetçi haberlere maruz bırakabiliyoruz.
Ekşi Sözlük, daha önce rastlamadığım biçimde diziyi sevmiş görünüyor ki bu da Türk izleyicisinin yorumlarını öğrenmek için anlamlı bir gösterge. Ancak bazı genç ve iyi eğitimli insanların beni şaşırtan yorumlarına da tanık olmadım değil. Britanya’daki ilk yorumlar gibi onlar da diziyi, “ahlaksız” bir kadının çok da ilgi çekici olmayan hikayeleri şeklinde algılamışlar.
Şu an 22 yaşında, kısa da olsa yurt dışında yaşama deneyimi geçirmiş, 1-2 kez de kendi paramı kazanmış biri olsam, dünyayı çözdüğümü düşünüp mükemmel ilişkiler ve büyük paralara çok yakın olduğuma inanabilirdim. Sonuç olarak da diziden etkilenmezdim. Bu yüzden dizinin söyleyecek değerli bir sözü olmadığını düşünen genç insanların, 27 yaş eşiğini geçtiklerinde ne düşüneceklerini samimi olarak merak ediyorum. Tabii o zamana kadar tartışmaya açtığımız cinsiyet rollerini hâlâ adilce yorumlamamış olursak…
IMDb puanı: 8.7 / 10
Kapak fotoğrafı: Instagram / @british_film_designers_guild
İlginizi çekebilir: SineMagger’dan Dizi Önerileri
Teşekkürler :-))
"Çünkü eksik kalacaktı; Beatles dinlememişim, Nâzım Hikmet’i tanımamışım gibi keşfedilmemiş, tamamlanmamış… " mükemmel bir ifade olmuş. elinize sağlık. bu şahane diziyi bu kadar şahane anlatmanız çok şahane ! 🙂