FOMO: Bir Şeyleri Kaçırma Korkusu ve Sosyal Medya İlişkisi
Yazıyı hazırlarken, herkesin pandeminin başlarında The New York Times’ta yayınlanan Ruth La Ferra yazısını bir ucundan yakalamış olduğunu fark ettim. La Ferra diyor ki: FOMO is over. (FOMO bitti). Kendimi neredeyse modası geçmiş bir terimle uğraşır hissettim. Tabii bu, işin şakası. FOMO’nun hayatımızdan kolay kolay çıkacağını sanmıyorum. Özellikle de birazdan bahsedeceğim sosyal medya ilişkisini düşününce.
Açılımı “Fear of Missing Out”. Bir şeyleri kaçırıyor olma korkusu. Eksik kalma hissi. O an yapabileceğiniz daha iyi şeyler olduğu düşüncesi; o sırada başkalarının deneyimlediği aşırı önemli bir şeyi kaçırıyor olma korkusu. Bu Maldivler’de bir tatil de olabilir, kusursuz döşenmiş bir eve sahip olma da; bir parti olabilir ya da işte terfi alma… FOMO’nun, kişinin ihtiyaçlarının karşılanmadığı hissiyle ilişkili olduğu bulunmuş. Hayat tatminindeki genel düşüklük de yine FOMO ile ilişkili. Arka planda hep kendinde olmayana öykünme var gibi.
Sosyal medyanın yoğun kullanımıyla yükselişe geçtiği düşünülüyor. Bu ilişkide maalesef kısır bir döngü söz konusu. Sosyal medyayı fazla kullanıyor olmak FOMO’yu tetikliyor. FOMO ise daha fazla sosyal medya kullanımına yol açıyor. Kişi, sosyal medyada izleyicisi olduğu hayatlarla kendi hayatını kıyaslıyor. Bu ortamlarda kullanıcıların genellikle hayatlarının iyi ve parlak anlarını ön plana çıkardıkları düşünüldüğünde, bu kıyas tehlikeli bir hal alıyor. Çünkü ‘normal’ algısı değişiyor. Kişi kendini hep eksik, diğerleriniyse hep çok fazla şeye sahip olarak algılıyor. Bu, bizden önceki nesillerde olmayan bir problem. Sürekli başka hayatlara maruz kalma durumu sosyal medyadan önce bu kadar yoğun değildi.
FOMO’dan Kurtulmak
Belki hepimizde değil, ama birçoğumuzda farklı derecelerde olduğundan emin olduğum FOMO’dan kurtulmak ya da en azından bu ‘korku’nun şiddetini azaltmak mümkün. Sosyal medyada geçirilen zamanla ilişkisi bu kadar vurgulandığına göre, ilk basamak sosyal medya kullanımını azaltmak ya da ‘feed’inizi modifiye etmek olabilir. FOMO’nuzu tetiklediğini düşündüğünüz hesapları takibi bırakabilir/sessize alabilir; daha iyi hissetmenizi sağlayan türde hesapları takip edebilirsiniz.
Bir #gratitudejournal alışkanlığı geliştirebilirsiniz. Birkaç sene önce Fabulous adlı bir app kullanıyordum. Küçük adımlarla kalıcı davranış değişiklikleri geliştirmeyi amaçlayan bir uygulamaydı. Egzersiz, beslenme gibi kategorileri de vardı; biraz daha wellness tadında kategorileri de. Orada yetişebildiğim adımlardan biri mutluluk günlüğüydü. Ne şekilde yapılacağı temelde kişiye bırakılsa da, önerilen, gün sonunda yatağa girmeden o gün sizi mutlu eden 3 şeyi listelemeniz. Sadece bu işe özel bir defteriniz olması. Küçük aksamalar olsa da istikrarlı olmanız. Bu günlüklerde fotoğraflar, o mutlu anlara ait başka şeyler de kullanılabilir. Çok mutlu çıktığınız o filmin bileti mesela. Kendim faydasını gördüğümü söyleyebilirim. Artık bu alışkanlığı sürdürmesem de, defter hala duruyor ve ara sıra çok mutlu olduğumda, kaydetmeden geçmek istemediğim mutluluklarım olduğunda ona yazmaya devam ediyorum. Kendimizi olumlu şeylere, mutlu olduğumuz anlara, sahip olduklarımıza odaklanmaya zorlamanın hemen olmasa da hızlı şekilde bakış açımızı değiştirdiği ve bunun kalıcı bir davranışa dönüşmesinin çok kolay olduğu yönünde görüşler var.
Son olarak, aslında belki en başta konuşulması gereken madde, gerçek bağlantılar kurmaya çalışmak, hayata katılmak. Sürekli pasif bir şekilde izleyen konumunda olmamak. Bir arkadaşınızla buluşmak, bir komşu ziyareti, evde televizyon seyretmek yerine sinemaya ya da tiyatroya gitmek, bir süredir almak istediğiniz kursu almak, o müzik aletini çalmayı öğrenmek… Bir yerden tekrar yaşamaya başlamak FOMO ile baş edebilmek adına en etkili silah.
Kapak Fotoğrafı: Unsplash/@plann_images
İlginizi çekebilir: Hatun Vera Altunöz’den Il Dolce Far Niente
Betül FOMO kesinlikle var buna katılmamak mümkün değil elbette, büyük şehirde yaşayıpta hayattı olduğundan hızlı yaşadığımız, sürekli bir yerlere yetişmek zorunda kaldığımızı da varsayarsak sürekli birşeyleri kaçırdığımız da doğru 🙂, lakin ben sosyal medyayı bırakırken tekrardan bir mobil uygulamayı kullanma kısmında takılı kaldım, bence mobil uygulamalar bile çok fazla zamanımızı alırken, birde bunun daha iyi versiyonu çıktımılar bile bizim daha da zamanımızı almaya devam ediyor. İşten yorgun dönülen bir aile yemeğinde bile herkesin elinde telefon olmasından tutunda, yan odadan yan odaya mobil servislerle mesajlaşmalara kadar hayatımız sosyal medya ile bağımlı halde ne yazık ki. Bunun çözümü bence mobil uygulamalar değil, haftanın belirli günleri cihaz kullanılmadan dijital detoks yapılabilir, sosyal medyaya kullanım zamanı daraltılıp, yeni aktivitelere zaman ayrılabilir. Düşünsenize Bill Gates gibi milyarder biri bile yılın bir haftasını kitaplarını alıp herkesten uzakta kitap okuyarak geçirirken, onun ulaştığı servete ulaşamayan bizler bunu neden yapmayalım ki. Bir de şunu da düşünmekte fayda var sosyal medya aynı zamanda bir sanal dünya, o dünya da istediğiniz kişi ve de yetilere sahip olmanız gayet kolayken siz başkası olmak yerine kendiniz olsanız ve de hem kendinize, hem sevdiklerinize, hem de topluma ne değer kattabildiğinize bakmak daha iyi değil mi, ya da çok çalışıp kendi yetilerinizi değere dönüştürüp o hayatları izleyen değil de yaşayan olmak için çaba sarf etsek daha da iyi olmaz mı, izlemekle olsaydı kedi kasap olurdu 🙂
Merhaba Özgür, söylediklerine katılıyorum. Aslında orada başka bir mobil uygulama kullanımını tavsiye etmeye çalışmıyordum. FOMO’nun üstesinden gelme önerileri arasında gratitude journal tutmak vardı araştırdığım yerlerde ve bu bana seneler önce kullandığım o app’i hatırlattı. Devamı o şekilde gelişti. Yoksa kesinlikle tabir doğruysa ‘ekran süresi’ni azaltmaktan yanayım. Hatta geçtiğimiz hafta böyle bir karar aldım. Her boşlukta telefona giden elimi durdurup, o boşluklarda beş dakika da olsa kitap okumak yeni hedefim. Umarım uygulayabilirim. Sevgiler,
Betül bence çok güzel bir karar almışsın, umarım alışkanlığa döner 🙂