Fotoğrafların Diliyle Dünya Turu
Fotoğraflar kendi başlarına bir gezi yazısını anlatabilir mi? Ya da sadece fotoğrafa bakarak tüm yaşanmışlığı iliklerimize kadar hissedebilir miyiz? Kimine göre hayır! Bana göre ise evet! Gezdiğim yerler hakkında uzun uzadıya detaylar anlatmak yerine, bu kez detayları fotoğrafın kendisi, kadrajı içerisinde anlatsın istiyorum… Zira fotoğrafın diliyle o ortamı tek kareye sığdırıp anlatmak mümkün. Bir gezi yazısında olması gere kenler arasında ‘görmek’, ‘duymak’, ‘yazmak’ ve ‘yerel lezzetlerin tadına bakmak…’ vardır. Zaten bütün mesele de bu değil mi? Bahsettiklerim fotoğrafın büyüsü içerisinde saklıdır aslında. Kim nasıl isterse onu kurgulayabilir o kadrajdan. Birçok hikâye çıkarabilir. Arzulanandan ziyade, elinde olmadan bir hayal kurgulayabilir. Öyle ki, her şehir için nasıl ‘Yazılmamış bir kitaptır’ diyorsak onu anlatmak için çekilen her fotoğraf da adeta sayfaları bakir bir kitaptır.
Her fotoğraf aynı zamanda yazılmamış bir romanın ta kendisidir. Romanlar nasıl kategorize edilmişse fotoğraflar için de bu sonuna kadar geçerlidir. Yazarları duymuşuzdur… “Yazarken heyecan duyarak, duygusallıktan öte hayal gücünü hissetmek gereklidir” derler. İşte fotoğrafçının da aynı duyguları hissetmesi önemlidir. Bu, bir fotoğrafı iyi anlatabilmesi için kaçınılmazdır. Hayal gücünü kullanarak geleceği ve geçmişi hayal edebilmek, bakış yönünü seçerek ‘ışık ile aşk’ı birleştirmek ve anlatımı güzelleştirmek tek gaye değil midir fotoğrafçının zihninde? O kadar çok unsur vardır ki hedefi bulmak için… Elindeki donelerin bolluğu kafasını karıştırır gezginin…“Yazsam mı yoksa fotoğraf mı çeksem” diye düşünür durur. Bu ikilemi yaşarken elinde eski bir tapınak, uzun bir köprü, derinliği olan bir yüz ya da kim bilir eski bir şehir vardır kurguladığı. Esasında her fotoğrafçı yitik bir kentin yolcusudur.
Amerika Birleşik Devletleri’nde, Arizona ve Utah’taki Monument Valley’i (Anıtlar Vadisi) gördüğümde de bu duygular sarmalamıştı beni. Yaptığım seyahatte heyecanlanmamak imkânsızdı. Dehşetengiz bir vadi içinde, her biri sanat eseri niteliğinde onlarca anıt ve bu anıtlarla özellikle dikilmiş gibi devasa taş kütleleri büyülemeye yetti. Las Vegas’tan 8 saatlik bir otomobil yolculuğundan sonra ulaştığım Kızılderili bölgesi olan Anıtlar Vadisi, inanılmaz bir doğa harikası olarak önümüzde sonsuzluğa uzanır gibiydi. Hiç bozulmamış olması gerçekten şaşırtıcıydı. İşte insan elinin çok az değdiği bu bölge, Kızılderili bir kabile tarafından yönetiliyor. 6 milyon yıl öncesinden oluşumunu tamamlayan monolitik taştan kuleler, meraklı ziyaretçilerini bekliyor. Bölgeyi gördüğümde yolculuk sırasında yaşadığım sorunları bir anda hafızamdan sildim. Sonrasında fotoğraf makinemi alarak sabahın ilk ışıklarıyla birlikte çekim gezisine başladım. Çektiğim fotoğraflar hem heyecanımı hem de meramımı anlatacaktır. Buna eminim…
Bir fotoğrafçı için “kalbi heyecanla dolmak” işte böyle bir ortamın yansımasını ölümsüzleştirmektir. ”Kalbin heyecanla dolması” için yeni bir kompozisyon ve az bilinen bir doğa harikası yakalamak yeterli olur. Fotoğrafçı için… Monument Valley gibi yerleri gezerken kaleme sarılmak ve fotoğraf çekmek bir gezginin vazgeçilmezlerinden biridir.
Kimileri için kalp atışının hızlanması bazen bir insana duyulan saygıdır, bazen bir kitaba duyulan aşktır, bazen bir kente duyulan özlemdir ya da bir sevgiliye adanan hayattır. Fotoğrafçı için de gördüğü kompozisyondur. Bu onun için yeni bir keşiftir. Bu keşiflerden 2013’teki Güney Amerika seyahatim sırasında, Brezilya’da Rio de Jenairo’da İsa heykelinin bulunduğu yerden fotoğrafladığım muhteşem Rio manzarası ve Arjantin’de Buenos Aires’te 150 metreyle dünyanın en genişi rekoruna sahip 9 Temmuz Caddesi’nde çektiğim fotoğrafları bulabilirsiniz. Bu gezilerim arasında fazla beklenti içinde olmadığım ama “Ziyaretten bir şey kaybetmem en azından göreyim” diye gittiğim Yosemite National Park beni derinden etkiledi. Buraya mümkün olursa yine gitmek isterim. Çünkü devasa bir alana yayılmış olan bu bölge 3 bin kilometre kare… Geniş alanının yanı sıra birçok şelale ve harika manzaraları da barındırıyor. UNESCO Dünya Mirası Listesi‘nde yer alan bu doğa harikası be nim hala belleğimde. Buranın, bir fotoğrafçının mutlaka görmesi gereken en önemli yerlerden biri olduğunu düşünüyorum.
San Fransisco’da Altın Kapı Köprüsü’nde (Golden Gate Bridge) çektiğim fotoğraflar, Büyük Pasifik’teki dalgaların içinde kızıl bir köprünün haşmetli görüntüsünü yansıtıyordu… ABD’de Grand Kanyon, Las Vegas, Anıtlar Vadisi, Yosemite Park ve San Fransisco fotoğrafları yeni keşiflerimin birer belgeleri oldu. Ve Hindistan’ın Agra kentinde gördüğüm Tac Mahal… Bu eşsiz yapıt; 17’nci yüzyılda büyük bir bölgeye hâkim olup mimaride zirve dönemini yaşayan, bizim ‘Babür İmparatorluğu’ dediğimiz, Hintlerin ve İngiliz lerin ise ‘Mughal Empire’ dedikleri Orta Asya orijinli, Türk ve Pers karışımı olan bu imparatorluğun en ünlü hükümdarı olan Şah Cihan tarafından eşi Mümtaz Mahal için yaptırılmış. Yeni Delhi’de birçok ünlü eser arasındaki Cuma Mescidi, Red Fort ve Hindistan’dan çektiğim portreler umarım sizleri de kendi hikayelerine çeker…
İlk yorumu siz yazın!