İlk yorumu siz yazın!
Francis Bacon: Varoluşun Karanlık Yüzüne Bakan Ressam
Soyut sanatla figüratif dışavurumculuk arasındaki ince çizgide duran ve resimlerin altında yatan varoluşçu felsefe ile 20. yy’ın en çok ses getiren ressamlarından biri olan Francis Bacon, sanat hakkında akademik bir eğitim almadan, bu alanda kendini geliştirmiş ve adını büyük kitlelere duyurmuştur. Günümüzde de birçok sanatçıya ve sanat severe ilham alan Bacon’un sanat hayatına ve tablolarının altında yatan, temelini varoluşçu felsefeden alan düşünce yapısına gelin detaylıca bakalım. Fakat öncesinde varoluşun karanlık yanını tuvallerine yansıtan ve insanları öz eleştiriye davet eden ressamımızın hayatından kısaca bahsetmek istiyorum.
Francis Bacon’ın Yaşamı ve Çalışmaları
Francis Bacon 28 Ekim 1909’da Dublin’de dünyaya geldi. Ekonomik açıdan rahat bir çocukluk geçirse de Bacon’un daha başka problemleri vardı. Gençlik yıllarından itibaren peşini bırakmayan astım problemini Bacon’un eğitim hayatını dolaylı yoldan da olsa olumsuz etkiledi. Ayrıca cinsel kimliğinden dolayı babasıyla yaşadığı problemler onun evden ayrılıp, kendine sıfırdan bir hayat kurma isteğinde önemli bir role sahiptir diyebiliriz. 1925 yılında Londra’ya taşınan Bacon burada mobilya tasarımı ve dekoratörlük yaparak maddi gelirini sağladı. Ardından Berlin ve Paris’e gitti ve buralarda bulduğu işlerle geçimini sağlamaya çalışmıştı.
20. yüzyılda adından en çok söz ettiren ressamlardan biri olan Bacon, herhangi bir sanat eğitimi almadı. Picasso’dan etkilenen sanatçı için Fransa’da gördüğü Paul Rosenberg Galerisi’nde Picasso sergisi sanat dünyasına adım atması konusunda etkileyen olaylardan biri oldu. Böylece mobilya tasarımcılığı mesleğine ara verip, kendini resim sanatına adayan Bacon’un Crucifixion isimli eseri 1933 yılında sergilendi. Ardından kendi sergisini açan Bacon, ne yazık ki resimlerine beklediği ilgiyi bulamadı ve resim hayatına bir süre ara verdi. Birçok kaynaktan Bacon’un 1940’lı yıllardan önce yaptığı eserleri yok ettiği yazar. Fakat Bacon’un resim sanatına verdiği ara çok uzun sürmedi ve tekrardan resim yapmaya başladı.
Özellikle 1944 yılında yapmaya başladığı Çarmıha Gerilmenin Temelinde Figürler İçin Üç Çalışma isimli eser, Bacon’un sanat hayatında bir dönüm noktası oldu. Çünkü bu eserden sonra Bacon adını büyük kitlelere duyurdu. Bacon’un sanat hayatından bahsederken II. Dünya Savaşı’na gönderme yapmazsak olmaz diye düşünüyorum. Çünkü birçok ressam gibi Bacon’da savaştan oldukça etkilendi. Hatta varoluşçu ressam olan Bacon’un, eserlerinde işlediği varoluşsal sancının temellerini II. Dünya Savaşı sırasında deneyimlediği vahşetten adlığını söyleyebiliriz.
1960’lı yıllarda daha çok portre çalışmaya başlayan Bacon, portre çalışırken de kendi tarzını ortaya koydu. 1964 yılında birlikte olmaya başladığı sevgilisi George Dyer’ın intiharından sonra giderek kendine hayatına yönelen Bacon, otoportreler üstüne çalışmaya başladı. New York Metropolitan Sanat Müzesi’nde kapsamlı sergisi ile çağdaş sanat alanında ilk İngiliz sanatçı olarak adını adeta tüm dünyaya haykıran Bacon, 28 Nisan 1992 yılında (Madrid/İspanya) aramızdan ayrıldı.
Francis Bacon’un Temelini Varoluş Felsefesinden Alan Sanatı Ve Eserleri
Çarmıha Gerilmenin Temelinde Figürler İçin Üç Çalışma
Bacon ilk sergisinden sonra bir süre resim yapmaya ara verdi. Fakat resim sanatından kopamayanınca 1940 yıllarda yeniden sanat dünyasındaki sahneye adımını attı ve tekrardan resim yapmaya başladı. Ayrıca 1944 yılında tamamladığı Çarmıha Gerilmenin Temelinde Figürler İçin Üç Çalışma adlı eseri Bacon’un adının geniş kitleler tarafından duyulmasında önemli bir rol oynadı. Tate Müzesi’nin internet sitesinde yazan bir bilgiye göre Chris Stephens (Tate Britain İngiliz Modern Sanatı Sergileme Sorumlusu), Bacon’un bu eserinin İngiliz sanatı için bir dönüm noktası olduğuna yönelik söylemlerde bulunmuş. Yine aynı kaynakta yer alan bir başka bilgiye göre resmin segilenmesi ile Nazi toplama kamplarının fotoğraflarının medyaya sürülmesi aynı yıl içinde gerçekleşmiş.
Bu iki olay planlanmış bir durum olmasa da bu eş zamanlılık, eserlerin analizde bir önem taşımaktadır. Eser hakkında yapılan analize göre Bacon’un bu üçlü çalışması Holokost’un yarattığı vahşeti ve böyle bir dünyada yaşayan insanların karamsarlık ve acı dolu olduğunu anlatmaya yöneliktir. Tüm bunları düşününce Bacon, II. Dünya Savaşı’nın insanda yarattığı psikolojik çöküşü, ölüm korkusunu bastırmak yerine tuvalleri aracılığı ile dışa vuruyor dersek pek yanılacağımızı düşünmüyorum. Ayrıca Francis Bacon: Çarmıha Geriliş İçin Üç Çalışma (1962) adlı makalede eser hakkında yapılan önemli bir yorum da eserde yer alan ve insan bedeni mi yoksa hayvan bedeni mi tam emin olamadığımız yaratığa benzeyen bedenlerin Yunan Mitolojisi’nde intikam tanrıçaları olan Eumenides’lere benzediği yönündedir.
Hazır Bacon’un eserlerinde yer alan bedenlerden bahsetmeye başlamışken size “Gilles Deleuze’ün Sanatı ve Francis Bacon ya da Duyumsamanın Mantığı” adlı makalede okuduğum ve Bacon’un eserlerine daha derinlemesine bakabilmeme katkıda bulunan bir bilgiyi paylaşmak istiyorum: “Bacon’un eserlerinde yer alan bedenlere göz gezdirdiğimiz zaman yüz detaylarını görmek pek mümkün değildir. Deleuze bu durumu Bacon’un kafa bölgesini seyirciye daha net gösterebilmek için o bölgede yer alan ve insana benzemesini sağlayan detayları elediği yönünde yorumlamaktadır. Böyle hem resimde yer alan kafa belirginleşir hem de insan biçimi ile hayvan biçimi bütünleşir.”
Bu konuda bir de Nietzche’ye referans vermek istiyorum. Bacon zaten Nietzsche’nin eserlerini okuduğunu ve ondan etkilendiğini dile getirmiştir. Fakat dile getirmemiş olsa da Nietzsche’nin “İnsan fazlasıyla acınası bir hayvandır ve bütün özelliklerini öylesine ciddiye alır ki sanki dünya bu özelliklerin çevresinde dönmektedir“ sözünden sonra Bacon’un eserleri ile Nietzsche’nin felsefesi ortak paydada buluşuyor dersek büyük bir yanılgıya düşmüş olmazdık diye düşünüyorum. Çünkü Nietzsche de Bacon da insanın zihninde yaratığı yüceliğinin bir yanılgı olduğunu ve aslında kendilerinden alt gördükleri hayvanlardan pek bir farkları olmadığını vurgulamaktadır. Bacon resimlerinde insan ve hayvan arasındaki çizgiyi kaldırıp, seyirciye insanın yeterince evrilmediğini ve aslında hala temel içgüdülerinin esiri olan bir hayvan olduğu mesajını vermeye çalışmıştır.
Bacon ve Portreleri
Bacon’un eserlerinde imza niteliği taşkıyan bir diğer kavram da “akışkan portre“lerdir. Yukarıda olan görselde görebileceğiniz gibi Bacon, portre çalışırken yüzü akışkan bir maddeymış gibi çizer. Peki nedir bu çizimin altında yatan anlam? Bacon akışkan portlerle insan doğasının değişken ve tahmin edilemez yapısına bir gönderme yapmaktadır. Tabi olay bununla sınırlı değildir. Eleştirmen Donald Kuspit’a göre: “Akışkan portler, topluma kendimizi kabul ettirmek için yarattığımız maskelerin, kimliklerin aslında gerçeğimiz olmadığını ve o maskeler düşünüp, kimlikler silikleşince sakladığımız tüm acı ve vahşetin ortaya çıkışını da anlatıyor.”( Kaynak: Artforum Dergisi).
Belki de Bacon tüm bu eserlerinde bize zaman zaman kendimizden bile sakladığımız ilkel benliğimizi hatırlatmaya ve tüm karanlığımız ile bizi yüzleştirmeye çalışıyordur. Ayrıca “Fotoğraf ve Resim İlişkisi Bağlamında Francis Bacon ve Fotoğrafın Bir Gerçeklik Alanı Olarak Kullanılmasına Dayalı Uygulama Çalışmaları” adlı tezde okuduğum ve Bacon’un portre çalışmasıyla alakalı olan bilgiyi sizinle paylaşmak istiyorum. Bacon portre çalışırken, portresini çizdiği kişi ile aynı fiziksel ortamda yer almaz. Bunun yerine portresini çizeceği kişinin fotoğrafını kullanmayı tercih eden Bacon, bunu yapma nedeni olarak galeride yalnız kalma arzusu olduğu düşünülmektedir.
Velazquez’in Papa Masum X Portresi Üzerine Çalışma
İnsan varoluşunu tüm süslemelerden arındırıp, tüm çıplaklığı ve karanlığı ile bize gösteren Bacon’un bir diğer önemli eseri de Velazquez’in Papa Masum X Portresi üzerine çalışmadır. Eser ilk olarak 1650’li yıllarda Velazquez tarafından yapıldı. Velazquez’in yaptığı versiyonda Papa otoritenin sembolü olan tahtın üstüde en iyi haliyle ve özgüvenli bir şekilde oturmakta. Papa’nın giysilerinin ve tahtının özenle çizilmiş olması Papa’nın dini ve siyasi gücünü kabul eder nitelikte olsa bile “Günümüz Sanatından Güncel Kesitler: Küreselleşmenin Sanata Etkileri, Postsanat, İlişkisel Sanat Ve Temellük Sanati Hakkinda” adlı yazı da yazan bilgiye göre Velazquez içten içe Papa’nin halka yansıtığının aksine karanlık bir yanı olduğunu da eserinde vermeye çalışmıştır. Bacon, Velazquez’in yaptığı eserin bir başka versiyonunu 1953 yılında yaptı. Bacon’un yaptığı tek Papa çalışması bu tablo değildir ama aralarında en popüleri budur diyebiliriz.
Sergilendiği dönem birtakım tepkilerin hedefi olan eser, Bacon’un sanatında önemli bir yere sahiptir. Bacon’un versiyonunda Velazquez’in çizdiği gibi ihtişamlı değildir. Resmin analizini yapan birçok makalede işkence sandelyesi ya resimde yer alan dikey çizgilerden dolayı bir hapishaneye benzetilir. Sanki Papa o sandalyeye oturtularak cezalandırılıyordur.
Bacon’un yaptığı versiyonun bu şekilde yorumlanmasının bir diğer nedeni de Papa’nın yüzündeki çığlık. Bacon çığlığın nedeni net bir şekilde açıklamamış olmasına karşın Bazı sanat eleştirmenleri Papa’nın yüzündeki çığlığı Edward Munch’ın Çığık tablosuna bir gönderme olarak yorumluyorlar. Ayrıca “Fotoğraf Ve Resim İlişkisi Bağlaminda Francis Bacon Ve Fotoğrafin Bir Gerçeklik Alani Olarak Kullanilmasina Dayali Uygulama Çalişmalari” adlı makalede Bacon’un papayı tasvir ediş şeklinin altında yatan fikri Papa’nın artık eski gücünün olmadığını, klisenin toplum üstündeki gücünün değiştiğini ve tüm bunlarda insanın yarattığı vahşetin rolü olduğuna ilişkin yorumlar bulunuyor.
Bacon Nietzsche den etkilendiğini zaten dile getirmiştir. Ben de bu bilgiyi referans alarak, Bacon’un Papa serisine baktığımda ilk aklıma gelen sözlerden biri Nietzsche’nin: “Tanrı öldü. Tanrıdan geriye bir ölü kaldı. Ve onu öldüren biziz. HâӀâ gölgesi beliriyor uzaklarda. Kendimizi nasıl avutacağız, biz katillerin katilleri? Neydi bıçaklarımızın altında ölümüne kan döken, dünyanın sahip olmuş olduğu bu en kutsal ve en kudretli şey: bu kanı kim silecek üzerimizden? Hangi su var bizi temizleyecek? Hangi teselli şölenlerini, hangi kutsal oyunları icat etmek zorunda kalacağız? Fazla büyük değil mi bize bu davanın yüceliği? Buna lâyık olmak için birer tanrıya dönüşmeli değil miyiz?” sözü oluyor.
Bu sözü bütün haliyle paylaşmamın sebebi, bazı kişiler tarafından dine eleştiri olarak algılansa da aslında Nietzsche’nin eleştiriği durumun insanlığın kendisi oluşu. Sözün bütününden anlaşılacağı gibi Nietzsche insanlığı kendi karanlığı ve vahşeti ile yüzleşmeye ve karanlık zihinlerle verilen kararlarla Tanrı’yı öldürdüklerini kabul etmeye çağırıyor ve bu durumu hiç bir ritüelin hiç bir din adamının düzeltemeyeceğini, ancak insan gelişip, doğruyu seçerse yarattıkları bu kaotik durumu düzeltebileceklerini anlatmaya çalışıyor. Tam da bu nedenle Bacon’un Papa’yı temel alan eserlerine bakınca Nietzsche ile benzer bir mesajı vermeye çalıştığını düşünüyorum. Bacon’un Papası belki de dünyaya vahşet salan tüm dini ve siyasi otoritelerin bir sembolüdür ve Bacon dünyaya salınan bu vahşeti,ölüm duygusunu ve yıkımı hiç bir siyası/dini gücün saklayamayacağını vurgulamaya çalışmıştır.
Kapak Fotoğrafı: Pinterest
İlginizi çekebilir: Ezgi Cenk’ten Mark Rothko
Açıkcası benden sonra The Magger'da Rothko üzerine yazan bir yazar görünce sevinmiştim. Şimdi de Bacon üzerine bir yazı....Bacon ile biraz geç tanıştım itiraf edeyim; son dönemde yaptığım müze ziyaretlerinde ilgimi çekmeye başladı. Yazınız ile Bacon hakkında okuma isteğim oluştu. Resim sanatı ile ilgili derinlemesine yazılar için tebrik ederim.
Beğenmenize sevindim 🙏 yorumunuz için çok teşekkür ederim !!