Gaziantep'te Bir Hafta Sonu
Haziranın ilk hafta sonunda Gaziantep’te yemekle başlayıp yemekle biten dolu dolu iki gün geçirdik. Şimdi, gidecek olanlara tavsiye niteliğinde, iki güne mükemmel sığdığını düşündüğüm “Gaziantep’te bir hafta sonu” programımı açıklıyorum!
Cumartesi öğlene doğru Gaziantep’e iniyoruz ve ilk durağımız Kebapçı Halil Usta! Zeugma Müzesi’nin iki sokak arkasında bulunan Kebapçı Halil Usta öğreniyoruz ki her daim müşteriyle dolup taşıyor. Masaya oturunca metal kapların içinde kendilerinin spesiyali olan özel soslu salataları ve ayranları servis ediliyor. İtiraf etmeliyim ki onca et bir kenara, bu salata Gaziantep gezimizin en özel lezzetlerinden biriydi. Et konusunda kendinizi şefe teslim etmenizi öneriyorum. Öncelikle karışık kebap servis ediliyor, ardından ise buranın en özel eti olan küşleme. Küşleme koyunun ense kısmından elde edilen, ve bir koyunda en fazla 200-300 gram civarında bulunan eşsiz bir lezzet. Böylece Antep’e mükemmel bir başlangıç yapıp, çıkışta ise biz de herkes gibi kasada beyaz önlüğüyle duran Halil Ustayla bir anı fotoğrafı çektirip Zeugma Müzesi’ne geçiyoruz. (Dikkat, Kebapçı Halil Usta Pazar günleri kapalı)
Zeugma Müzesi’nde beklentimizin çok üzerinde bir müzecilik başarısıyla karşılaştık diyebilirim. Eserlerin değeri ve Zeugma antik kentinden alınıp sergilenecek duruma getirilmesi bir kenara, müze tasarımı oldukça dikkat çekici. Zeugma antik kenti M.Ö. 3. yüzyılda bu bölgede kurulmuş ve yaklaşık M.S. 7. yüzyıla kadar varolmuş. Şu an ise büyük bir bölümü Birecik Hidroelektrik Santralinin suları altında bulunuyor. Buradan çıkarılan eserler Zeugma Müzesinin mozaik yüzölçümü açısından dünyanın en büyük mozaik müzesi olmasını sağlıyor. Karşılaştığımız eserler adeta Avrupa’da gezdiğimiz müzelerde gördüğümüz eserlerin mozaikle yapılmış hali. Örneğin Uffizi’deki meşhur “Venüs’ün Doğuşu” eserinin burada da farklı bir anlatımla karşımıza çıkması oldukça etkileyici. Gaziantep’in simgelerinden biri olan “Çingene Kızı” da bu müzede sergileniyor. Adının kazı çalışmaları sırasında bu şekilde konulduğunu, kendisinin aslında Yeryüzü Tanrısı Gaia olduğunu belirtmekte fayda var. Bu eserin ilginç bir özelliği de “3 çeyrek bakış” adı verilen teknikle yapılmış olması. Mona Lisa dersem herkes anlayacaktır. Evet, aradaki bir kaç yüzyıllık farka rağmen aynı teknik dünyanın farklı yerlerinde uygulanmış, ve Çingene Kızı da bizi Mona Lisa gibi gözleriyle takip ediyor.
Gaziantep’e özgü ürünler görmek için bir sonraki adımımız Bakırcılar Çarşısı ve mini bir Kapalıçarşı diyebileceğimiz Zincirli Bedesten. Bakır işçiliği Gaziantep’te önemli bir yer tutuyor. Gaziantep bakırlarının özelliği ise, hiçbir birleştirme tekniği kullanılmadan tek parça halinde üretilmesi. Bakırcılar Çarşısında ve etrafında Türk kahvesi setleri gibi birçok bakır ürünle karşılaşıyorsunuz. Bu çevrede rengarenk, genellikle kravat, eşarp gibi aksesuar niteliğinde kullanılan “Kutnu” adı verilen kumaşlarla da karşılaşıyoruz. Yine rengarenk Gaziantep işi ayakkabılara ise “Yemeni” adı veriliyor. Gaziantep’in her yerinde fıstıkçı ve baharatçılarla karşılaşıyorsunuz. Antep’ten, fıstığın yanı sıra eğer seviyorsanız kırmızı pul biber almanızı öneririm, kokusu bile çok farklı!
Bakırcılar Çarşısının çok yakınında bulunan İmam Çağdaş’a ise yemek için değil, baklava için uğradık. Olağanüstü bir lezzetle karşılaşmadık ancak denemeye değer…
Akşam yemeği için aklımızdaki iki yerden biri olan Bayazhan’a gittik. Ortasında kocaman bir avlusu bulunan bu konakta 4 ayrı konsept bulunuyor: Pub, restoran ve meyhane. Biz üst balkonda bulunan meyhane konseptini tercih ettik ve burada değişik mezeler deneme şansımız oldu. Antep peyniri, Arap köftesi ve Arap salatası, ve yine Antep’e özgü bir lezzet olan fıstık filizi aklımda kalan lezzetlerden bir kaçı.
Ertesi güne ise kahvaltının üzerine meşhur Menengiç Kahvesini tatmak üzere 1635 yılından beri hizmet veren Tahmis Kahvesi’nde başlıyoruz. Menengiç Kahvesi benim damak tadıma göre biraz ağır ve aromatik, ancak bu kahvenin sertliğinden kaynaklanmıyor. Yine de içen bir çok kişi beğeniyor ve Tahmis Kahvesi’nin yapısını görmek için bile denemeye değer.
Bir sonraki durağımız Katmerci Zekeriya Usta! Oldukça salaş bir dükkanda, çarşının içerisinde bir ara sokakta hizmet veren Zekeriya Usta’yı kime sorsanız gösteriyor. İstanbul’da yediğimiz katmerlerin aksine çok daha hafif olduğunu söyleyebilirim. Bunun sırrı da şerbetinin daha az yoğun olması ve taş fırında pişirilmesi. Buraya gittiğinizde sakın kişi başı bir porsiyon söylemeyin, iki kişi için bir porsiyon son derece yeterli.
Bir süre yemeğe ara vermek ve şehrin antik merkezini görmek için Bey Mahallesine gidiyoruz. Daracık sokaklarda yan yana konaklardan oluşan sevimli bir mahalle burası. Tipik Antep tarzını yansıttığı, ve şehrin ara sokaklarında gezmeyi sevdiğim için ben buradan çok hoşlandım. Gaziantep Belediyesinin mahalledeki restorasyon çalışmaları sürüyor ve konakların avlularında hizmet vermeye başlayan onlarca cafeden, buranın turistik bir merkez haline getirilmeye çalışıldığını anlıyoruz.
Gezici Günlük’ün sitesinde okuduğum tavsiyeyle kendimizi Papirüs Cafe’ye attık. 18. yüzyılda yapılan ve Ermeni bir aileden kalan bu konağın avlusunda, asma dalları altında otururken yukarı çıkan bir merdiveni görüp çıkma şansımız olup olmadığını sorduk ve “tarihe meraklıysanız mutlaka görmenizi öneririm” cevabıyla karşılaştık. Üst kat resmen 18. Yüzyıldan bu yana olduğu gibi kalmış ve her yerde kolay kolay göremeyeceğiniz özgünlükte bir yapı. Hem tozlu ve ürkütücü hem de masalsı bir havaya sahip. Duvarlar boydan boya ahşap ve üzerleri tablolarla süslenmiş. Gaziantep’te iyi ki görmüşüm dediğim yerlerden ilk 3’ünü saymamı isteseniz bu konağın üst katı mutlaka yer alır.
Dönüş uçağımıza 3 saat kala son akşam yemeğimizi Üçler Kebap’ta yiyoruz. (Bu noktanın çok yakınındaki Koçak Baklava’da kare baklava yemenizi öneririm.) İki gündür fırsat bulup da yiyemediğimiz Lahmacun’la açılışı yapıp, simit kebabı ve keme kebabını tadıyoruz. “Keme” trüf mantarının bir çeşidi ve Türkiye’de tam da bu coğrafyada yetişiyor. Tamamı yer altından çıkarılıyor ve patates ile mantar arası bir lezzeti var. Eğer mevsimine denk gelirseniz keme kebabını da tadabilirsiniz.
Antep gezimizle ilgili içimde kalan tek konu “Beyran Çorbası” oldu. Beyranıyla meşhur Metanet Lokantasına öğlen saatinde gittiğimizde kalmamıştı, çünkü Antepliler içi yoğun et ve pirinç dolu olan bu çorbayı sabah saatlerinde tüketmeyi tercih ediyorlar.
Rahatlıkla söyleyebilirim ki Doğu illerinin yemek kültürüne olan sempatim bu geziyle bir kat daha arttı. Bir dahaki sefere Mardin ve Urfa’ya gelelim diyerek ayrıldık Antep’ten. Antep’in ilk ve son olmayacağına eminim – belki bir sonraki gezimde Beyran’ı da tadabilirim 🙂
İlk yorumu siz yazın!