Phokaia Cafe & Shop: Gaziantep’in İlk Artizan Kruvasanı
Gaziantep denilince elbette ilk olarak aklımıza gastronomi açısından birbirinden farklı lezzetler geliyor. Şüphesiz lezzet açısından harika bir lokasyon. Acı ve tatlının hakim olduğu bu şehirde samimi, iç ısıtan ve tam bir aile evindeymişsin gibi hissettiren bir mekân keşfettim. Hiç vakit kaybetmeden sizi bu sevimli mekanla tanıştırmak istiyorum zira bana göre çok geç kaldım bile.
Phokaia, birçok güzel ve kendine has mekânın yer aldığı, hareketin geç saatlere kadar sürdüğü ve açıkçası özellikle Gaziantep’te kendinizi bambaşka bir yerde hissedeceğiniz bir semt olan Osmangazi’de yer alıyor. Gerçekten de kendinizi başka yerde hatta başka şehirde bile hissedebilirsiniz çünkü Phokaia, İzmir’in Foça ilçesinin antik çağdaki ismi. Foça’nın ruhu sizi adeta mekâna girince sarıp sarmalıyor.
Bu mekânı aslında kruvasan aşkım sayesinde keşfettim. Kendimi bildim bileli kruvasanla aram çok çok iyi. Malum bu şehire yeni gelip ortama uyum sağlamaya çalışırken “Acaba şehirde en iyi kruvasan nerede yenir?” diye kendime sormadan geçemedim. Ve yolum Phokaia’ya çıktı. Çünkü Gaziantep’in ilk artizan kruvasanı bu mekânda yapılıyor. Phokaia’da yapılan kruvasanlar herkese hitap edilebilsin diye birçok farklı şekilde sunuluyor. Bunlar menüde sade, fransız usulü, bademli, peynirli, çikolatalı, lotus kremalı, antep fıstıklı, oreolu, kremalı-mevyeli, sandviç kruvasanın yanı sıra ayrıca antrikot, füme& avokado& yumurtalı, sosisli ve füme& somon kruvasan olarak yer alıyor.
Peki sadece kruvasan mı var? Elbette hayır. Kruvasana ek olarak o kadar güzel lezzetler menüde yer alıyor ki hangi birini yazabilirim emin değilim. Bu yüzden bu bölümü kendi içinde kategorilere ayırmak istiyorum. Tatlılar, Pate a choux ve tartlar olarak. Tatlı bölümünde cheesecake, brownie, san sebastian, çikolatalı artizan pasta ve şeftali dolgulu pasta bulunuyor. Benim favori bölümüm olan Pate a choux’da paris brest, cream puff, profiterol ve ekler yer alıyor. Ayrıca Portekiz’in meşhur lezzeti pastel de nata da son zamanlardaki favorim oldu bile. Ve son olarak tartlar ise meyveli, çikolatalı-vişne ve coco tart olarak seçenekler sunuyor. Bunların dışında tartineler, tostlar ve bowl olarak da sizleri farklı lezzetlerle buluşturuyor.
Biraz hamur işi konuşalım. Ekmek konusunda da gayet başarılı bir mekân. Artizan siyez ekmeği ve çavdarlı tam buğday ekmeği menüde yerini almış bile. Mekânın kurucusu Rabia Hanım ile görüşmem sonucunda öğrendim ki ekşi maya ekmeklerini yüzyılı aşkın bir maya ile üretiyorlarmış. Ayrıca Rabia Hanım, böyle bir işletmenin hayalini uzun zamandır kuruyor ve işini daha profesyonel boyuta taşımak için MSA’dan ve alanından uzman eğitmenlerden pastacılık ve kruvasan üzerine eğitimler alıyor.
Tabii bu kadar şey yerken elbette bir şeyler de içeceğiz. Sıcak ve soğuk içeçekler bizlere geniş bir seçenek yelpazesi sunuyor. Kâr marjı çok düşük olmasına rağmen iyi kahveden asla vazgeçmediği belirten mekân, özellikle Lavazza marka kullanıyor. Bildiğiniz sıcak kahve türlerine ek olarak soğuk olarak sunulan değişik aromalı çaylar (oriental summer, melez ice tea, fresh lime tea, hibiscus mint tea gibi) oldukça dikkatimi çekiyor. Çay konusunda seçenek oldukça fazla. Buraya yazmadığım bir liste daha var diyebilirim.
Hep lezzet açısından mekânı tanıttım belki ama mekânın içinde yer alan shop vitrinden de hemen kısaca bahsetmek istiyorum. Şehirde sıcak satışı olmayan bazı markaları Phokaia aracılığıyla mekâna gelen misafirlerle buluşturuyor. Homemade Aromaterapi, Chappal, Melez Tea gibi markalar başta olmak üzere kadın girişimci markaların (seramik, nakış işleme, mum vb.) satışı da yapılıyor.
Kahvaltısı meşhur bu güzel Gaziantep’e, Fransız işi kruvasanı sevdirmek ve bu akımın öncüsü olmak gerçekten çok büyük bir başarı. Rabia Hanım’ın mekânıyla ilgili arzu ettiği şey “Enerjisi birbirine uyumlu insanların toplandığı ve tercih ettiği bir yer” olması. Ben mekâna girer girmez bunu hissediyordum. Yazımın başında da özellikle belirttim. Kendinizi evinizde gibi hissediyorsunuz, öyle sıcak öyle samimi ki. Buralara yolunuz düşerse listenize ekleyip şans verebilirsiniz.
Bu yazıyı yazmam da bana desteğini esirgemeyen ve mekânla ilgili birçok bilgiyi ve görseli benimle paylaşan Rabia Sayar Köran’a ayrıca teşekkür ediyorum!
Kapak Fotoğrafı: Rabia Sayar Köran
İlginizi çekebilir: Eylül Aytan’dan Gaziantep’in Vejetaryen Lezzetleri
Gaziantep’in Vejetaryen Lezzetleri: Alternatif Duraklar Peşinde
Kiremit rengi toprakları üzerinde hiç bilmediğim bir geçmişi biraz gizemli biraz cömertçe paylaşan Gaziantep; hâlâ çocukların oynadığı dar sokakları ve alışık olmadığım kibarlıktaki yaşayanları ile hiç dönmek istemediğim bir şehir oldu. Her ne kadar Gaziantep; et üzerine olan mutfağıyla ünlenmiş olsa da bu ziyaretimde beni çok keyif aldığım vejetaryen mutfağında ağırladı. Hem de istendiği zaman en geleneksel tariflerin bile alternatiflerinin mümkün olduğunu gösterdi.

Gaziantep’te Vejetaryen Mutfak
İnsan olmayan hayvanların yaşam hakkı, daha sağlıklı bir beslenme ve iklim krizi derken çoğumuzun beslenme ve yaşam tarzı değişmeye başladı. Bu değişim kendisini şehri ziyaret eden kişilerde de göstermiş olacak ki bu gezimde ne yiyeceğim diye hiç düşünmem gerekmedi. Bir vejetaryen olarak yiyeceğim yemekler; biraz sora sora biraz da dar sokakların beni yönlendirdiği minik dükkânlar ile karşıma çıktı. Tam da mevsimi gelmişken Gaziantep’i ziyaret etme isteğini tetikleyecek vejetaryen seçenekli restoranları ve yemekleri sıralıyorum o zaman!
Yesemek Yöresel Gaziantep Mutfağı
Camlarından, seramiklerine; tabaklarından çerçevelerine kadar her detayında Gaziantep esintisi olan bu restoranda yemeklerin çoğunluğu vejetaryen! Rengârenk dizilen yöresel vejetaryen mezeleri içerisinde; şalgam suyuyla haşlanan bulgur salatasından o sırada çalışan tarafından “terbiyeli elma” ismi verilen süzme yoğurt ile karıştırılıp tarçın ve portakal suyu ile marine edilen yeşil elma var. Yoğurtlu semizotu üzerine konan fellah köfteler, limon tuzu ile marine edilen Pembe Sultan isimli lahana da diğer mezeler içerisinde.
Yesemek’in en güzel yanlarından biri ise yemek seçerken bize verdikleri rahatlık. Bu kadar vejetaryen yemekleri bir arada bulmuş hangisini seçeceğim diye zorlanırken tadımlık tabak hazırladıklarından bahsettiler. Böylece beş adet yöresel Gaziantep yemeğini de hiç tıkanmadan deneme şansı buldum. Aşağıdaki fotoğrafta görebileceğiniz tadım tabaklarındaki yemekler; Mıcırık aşı, Firik pilavı, Pimpirim aşı, Dövme çorbası ve tabii ki zeytinyağlı kuru dolma. Dürüst olmak gerekirse de iyi ki tadımlık tabakları varmış. Yoksa bu yemeklerden birini seçmek inanılmaz derecede zor olurdu!

Yemeğin sonunda çok sevdiğimiz çalışanlar bize reyhan şerbeti ikram ettiler. Normalde şerbet pek sevmesem de karanfil, tarçın, zahter gibi birçok tadın bulunduğu bu şerbet; tatlı ve ekşi dengesiyle HARİKAYDI!

Tahtasına “geleneksel vejetaryen yemekler” yazan ve bunun altını hayal edebileceğimin ötesinde dolduran Yesemek, bana sorarsanız Gaziantep’i ziyaret etmek için başlı başına bir sebep.
Dürümcü Habeş

Öncelikle Gaziantep’te en çok aklınızda kalacak şeylerden birinin inanılmaz büyük porsiyonları olacağından eminim. Dürümcü Habeş de bu konuda bir istisna değil. Tam veya yarım tırnaklı pidelerin içerisine dilediğimiz ürünü koyabiliyoruz. Ben içerisine baharatlı nohut, mücverin Gaziantep yorumu olan ökçe, kızartmalar ve bol yeşillik koydurdum. Fakat buradaki en önemli noktalardan biri her ne kadar Gaziantep’te nohutlu dürüm geleneksel bir yemek olsa da çoğu zaman nohut, kemik suyunda pişiriliyor. O yüzden herhangi bir yerde nohutlu dürüm yerken veya Dürümcü Habeş’te tırnaklı pidenizin içerisine nohut koydururken et suyu olmayandan demeyi unutmayın.
İmam Çağdaş Kebap ve Baklava Salonu

Şimdi sıra hemen hemen hepimizin bildiği İmam Çağdaş’ta. Kimisi artık eski tadının kalmadığını ve gerçek Anteplilerin oraya gitmediğini söylese de zamanın ruhunu en hızlı yakalayan kebapçılardan biri İmam Çağdaş. İstanbul’da çoğu zaman alternatif bulamadığım kebapçıların aksine İmam Çağdaş’ta sebzeli lahmacundan etsiz patlıcan ve Alinazik kebabına kadar birçok seçenek var.
Tatlıcı Abdurrahman

Burası Gaziantep’in dar sokaklarının beni çıkardığı minik bir “taze tatlıcı” dükkânı. Müşebbek tatlısını yerken sokaktan geçen bir esnaf “Siz Gaziantep’in en güzel dükkânını bulmuşsunuz” dediği; internette konum ve birkaç yorum dışında hiçbir bilgiye ulaşamadığım bu dükkân benim Gaziantep’te en sevdiğim yer oldu. Zaten minik bir dükkânın önünde yeni tepsinin çıkmasını bekleyenlere baktığımda sanıyorum ki Gaziantep’in en lokal tatlıcılarından biri tesadüfi bir şekilde karşıma çıkmış.
Gaziantep; karşıma çıkardığı kültürünü tanıtmak isteyen nazik insanlarla, her adımımda karşılaştığım farklı bir tarihî parçasıyla beni büyüledi. Her sokağından, taşından ilham aldığım bu şehre umarım yakın zamanda sizin de yolunuz düşer. Ben en yakın zamanda geri döneceğimden eminim.
Bana göre Gaziantep’e kadar gitmişken iki saat mesafedeki Göbeklitepe’ye de mutlaka uğranmalı. Göbeklitepe’nin tarihini öğrenmek için buraya tıklayabilirsiniz.
Gaziantep ve Şanlıurfa: Efsanelerle Dolu İki Gün
Kaçamak bir hafta sonu, tarihler arası bir yolculuğa çıkmak ve kendinizi Antik Çağ, Roma ve İslam uygarlıklarının mistik hikayeleri, efsaneleri ve onların günümüze kadar gelebilmiş kültürlerinin içinde bulmak, üstüne bir de lezzet şöleni yaşamak istiyorsanız Gaziantep ve Şanlıurfa sizi bekliyor!

Ne zamandır doğu illerini keşfetmek, yakından görmek istediğim için bu iki şehir güzel bir başlangıç oldu. Sıkıştırılmış bir hafta sonu turu olarak gittiğimiz ve hak ettiği itibarı görmediğini düşündüğümüz bu yerlerde umduğumuzdan fazlasını bulduğumuzu ve bizde tekrar gelme isteği uyandırdığını söylemeden geçemeyeceğim.
Gaziantep [[konum_1]]
Küşlemeci Halil Usta [[konum_2]]

Söz konusu mutfağı olunca boş mideler ve büyük beklentilerle vardığımız Gaziantep’te ilk durağımız Zeugma Mozaik Müzesi‘ne birkaç sokak ötede bulunan Küşlemeci Halil Usta oldu. Buraya giderseniz “havyar kıymetinde” olduğunu sık sık duyduğumuz ve her yerde göremediğimiz küşlemenin et sevmeyenlere bile parmaklarını yedirdiğine siz de tanık olabilirsiniz.
Zeugma Mozaik Müzesi [[konum_3]]

Gaziantep Kalesi ve civarındaki çarşılarda kendimizi kaybetmeden önce gittiğimiz Zeugma Mozaik Müzesi‘nde kazılardan çıkarılmış eserleri incelerken fresk ve mozaiklerin canlılıklarını görüp hayrete düşmemek elde değildi.
Mitolojiye, Antik Yunan tarih ve yaşayış biçimine ilginiz varsa burası size de çok keyif verecek. Biz müzenin ardından sınırlı vaktimizi çarşı alışverişi yaparak, fıstıklı baklava ve şöbiyetlerin tadına bakarak geçirdik ama daha geniş bir vakitte Emine Göğüş Mutfak Müzesi, Hamam Müzesi, Savaş Müzesi ve Beyazhan Kent Müzesi’ni görmek de çok güzel olurdu.
Otantik parçaları seviyorsanız Gaziantep’in rengarenk yemenilerinden (el yapımı deri ayakkabı), sedef işlemeli ürünlerinden, kutnu kumaşından yapılma veya sırma işlemeli giysilerinden kendinize ya da sevdiklerinize alabilirsiniz. Antep fıstığı alacaksanız önce içini açıp rengine bakmanızı tavsiye ederim; yeşil olanlar daha yağlı olduğundan sarı olanlara göre daha lezzetli çünkü. Bölgede fıstıkla birlikte zeytin de çok yetiştiği için doğal zeytinyağlı ürünler de bulmanız mümkün.
Şanlıurfa [[konum_4]]
Halfeti [[konum_5]]
Günümüzde Şanlıurfa’nın bir ilçesi olsa da Gaziantep’e daha yakın olan ve iki şehrin ortasında uzanan Halfeti, dünyadaki 204, Türkiye’deki 11 “sakin şehir” unvanına sahip yerden biri. Buraya gelince neden “Saklı Cennet” dendiğini daha iyi anlıyorsunuz. Bölge genellikle Birecik Barajı altında kalan Savaşan Köyü’nün hüzünlü ve güzel görüntüsü ile meşhur. Ancak daha eski medeniyetlerin izlerini görmek de mümkün. Burası pırıl pırıl cam rengi baraj sularının süslediği Rum Kalesi, yer yer fıstık ağaçlarının dizildiği ve koyunların otladığı sarp kayalıklarıyla, Frig Vadisi’ndekileri andıran taştan oyulma mezar anıtları ve antik mağaralarıyla, mistik hikayelerle dolu büyüleyici bir coğrafya.

Tekne turuyla hepsini görmeniz, hikayelerini dinlemeniz mümkün ancak vaktiniz varsa burada daha uzun süre kalabilir, yüzen restoranlarda yerlilerin kendi usullerinde pişirdikleri balıkların tadına bakabilir, Savaşan Köyü’nün geriye kalan tek yerlisi olan amcanın çaycısına uğrayıp manzaraya karşı bir çay içebilir, sular altında kalmaktan kurtulan yüksek kısımlarında zamanın adeta durduğu terk edilmiş taş evleri ve dünyada doğal yollarla sadece burada yetişen siyah gülleri yakından görebilirsiniz. Biz sadece tekne turuyla yetindik ama güneş batmaya yakın şehrin ışıklarının suya vurduğu o anı da kaçırmadık.
Göbekli Tepe [[konum_6]]
Göbekli Tepe ise bu geziyi yapmamızın başlıca nedenlerindendi. Stonehenge’den 7000, Mısır Piramitleri’nden 7500 yıl daha eski olduğu söylenen böyle bir yapının ülkemizde olması çok güzel. İnsanlığın henüz avcı-toplayıcı olduğu bir dönemde ortaya çıkan bu yapıdaki detaylı hayvan ve insan betimlemeleri insanı şok ediyor. Zira bu denli bir sanatsal ve teknik yeterlilik gerektirecek bir işçiliğin ve bunu yapabilmek için gerekli olan iş bölümü ve organizasyonun bu dönemde olmadığı düşünülüyordu. Müze Kart ile ücretsiz giriş yapabildiğiniz Göbekli Tepe’ye sizi kazı alanının bulunduğu tepeye kadar çıkaran servislerle ulaşıyorsunuz. Birkaç dakikalık bir yolculuğun ardından Şanlıurfa’nın uçsuz bucaksız düzlüklerini gören tepeye varıyorsunuz.
Kazı alanını gezdikten sonra onun çok yakınında bir yerde bir ağacın dibinde bulunan ve kaç yıllık olduğu bilinmeyen ama yöre halkının Göbekli Tepe kazıları başlamadan öncesine kadar bile hep ziyaret ederek dua ettiği, buradaki ağaca çaput bağladığı mezarları da görmeden geçmeyin derim. Aslında üst üste yığılı taşlardan mezar olduğunu düşündürse de o taşların altında gerçekten mezar olup olmadığı da bilinmiyor. Yine de binlerce yıl önce insanların tapınmak için uğrak yeri olan Göbekli Tepe’nin yine binlerce yıl sonra bambaşka uygarlıklarca dua etmek için ziyaret edilmesi beni etkileyen bir ayrıntı.

Vaktiniz varsa müzenin hediyelik eşya bölümüne uğramanızı ve buradaki güzel hediyelik eşya ve anı ürünleri dışında yerli ve yabancı yazarlara ait tarih, arkeoloji (bilhassa Göbekli Tepe) ve mitoloji kitaplarından oluşan özenle seçilmiş kitap seçkisine de göz gezdirmenizi şiddetle tavsiye ederim. Hatta bunu yaparken bir nevi kitap kafe olarak düzenlenen bu mağazada manzara eşliğinde biraz oturup soluklanabilirsiniz.
Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi [[konum_7]]

Göbekli Tepe’yi görüp Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’ne gitmemek olmaz. Müzeyi gerek sergileme biçimi gerek içinde barındırdığı parçalar gerekse Göbekli Tepe’deki dikili taşlar ve taş duvarların birebir yapılmış replikaları açısından çok başarılı bulduğumuzu söyleyebilirim. Sabah tepeden gördüğünüz tapınağın burada bir nevi içine girmiş gibi oluyor ve binlerce yıl önceden tasarlanmış bu tapınağın heybetini deneyimleme imkânı buluyorsunuz. Ayrıca Göbekli Tepe ve Şanlıurfa’nın çeşitli yerlerindeki kazılardan çıkarılmış tarih öncesi çağlara ait eserleri gördükçe zaman yolculuğuna çıkmış gibi oluyorsunuz. Ayrıca Göbekli Tepe’deki dikili taşlarla benzerlik gösteren ve dünyanın en eski heykeli olarak bilinen Urfa Adamı’nı (Balıklı Göl Heykeli) görmeden geçmeyin derim.
Harran [[konum_8]]
Bize göre Harran kesinlikle içinde olduğumuz yüzyılda yaşamıyor; burada halk kendi geleneklerini devam ettiriyor. Bölgenin kendine has bir ilginçliği var. Büyük beyaz taşlarıyla şehre serilen kendi haline terk edilmiş Harran Kalesi’nin, önünüzden geçen keçi sürüleriyle onlarla oynayan yerli çocukların ve Harran Konik Evleri’nin görüntüsü buranın genel hatlarını çiziyor. İnsanlar Atatürk Barajı’nın yapımıyla bir nebze zenginleşip beton evler yapmadan buraya özgü konik evlerde kalıyormuş. Bazen hala yılın belli zamanlarında bu yazın serin kışın sıcak tasarlanmış evlerde kalıyor, yazları dışarı kurdukları yataklarda yatıyorlarmış.

Bu yöresel evlerden dünyada sadece Haran’da, Halep’te bir de ilginç bir şekilde İtalya’da bulunuyor. Bunun nedeniyse, buraya gelen bir ressam turistin bu evlerin çizimini yapması ve ardından İtalya’da hayata geçirmesi. Meşhur matematikçi İbn-i Sina gibi pek çok doğulu alimin zamanında çalışmalar yürüttüğü, bugün restorasyonda olan “Harran Üniversitesinden” ise geriye ise gözlemevi olarak kullanılan kulesinin bir kısmı ile heybetli giriş kapısı kalmış. Kaybolmamak için tek başına direnen değerli tarihiyle Harran yalnızlığıyla biraz iç burksa da görülmeye değer.
Balıklı Göl ve Şanlıurfa Kalesi [[konum_9]]

Şanlıurfa denince hepimizin aklına hep o bilindik Balıklı Göl fotoğrafları gelir. Ben de artık fotoğrafları göre göre ezberlediğimi sandığım bu yeri kendi gözümle görünce bu kadar etkileneceğimi düşünmemiştim.
Tüm heybetiyle tepeye konumlanmış Şanlıurfa Kalesi’nin üzerindeki iki dev sütun ve tam karşısına denk gelen Balıklı Göl ile Ayn Zeliha Gölü’nün varlığı, Hz. İbrahim’in dev bir mancınıkla devasa büyüklükte bir ateşe atıldığı sırada ateşin göle, yanan odunların balığa dönüştüğü Balıklı Göl efsanesine ev sahipliği yapıyor. İnsanların hala bu balıkları kutsal saydığından onlara dokunmaması insanı gülümsetiyor. Balıklar büyüleyici güzellikteki Halilurrahman Cami önündeki Balıklı Göl ile Ayn Zeliha Gölü’nün arasında huzurla yüzüyorlar.

Burayı hem gündüz hem gece gözüyle görmenizi tavsiye ederim. Gece daha sakin ve daha gizemli bir hale bürünüyor ve o zaman ortaya daha güzel kareler çıkıyor. Ama en güzel fotoğrafı çekme derdine kapılıp binlerce yıllık tarihi ile efsanelerinin birbirine karıştığı bu yeri karış karış fotoğraflamanın da çok gerekli olduğunu sanmıyorum. Çünkü bence en güzel fotoğrafına bakmak bile burada olmanın verdiği hissi veremiyor. Burayı kendi benliğinizle deneyimlemenin bir yolunu bulmanızı öneririm. Bu; menengiç kahvesi eşliğinde Ayn Zeliha’nın etrafındaki mekanlarda soluklanmak olabilir, balıkları izlemek olabilir, camilerin ve efsaneye konu olan mağaraların, tünellerin içini gezmek, mimarisini incelemek olabilir. Benim için bunun yolu; oturup gün batımına doğru Halilurrahman Cami ve Balıklı Göl üzerindeki yansımasının hızlı bir biçimde not defterime skecini çıkarmak oldu.
Biz Şanlıurfa’dan kısa programımız nedeniyle uzaktan görebildiğimiz mağara evleri, kalesi, bugün cami olan tarihi kiliseleriyle sonradan uzun soluklu bir gezi yapma hayalleriyle ayrıldık ama sadece gördüğümüz kadarıyla bile beklentilerimizin ötesinde bir hafta sonu deneyimledik.
Kapak fotoğrafı: zeugma.org.tr
İlginizi çekebilir: Neslihan Sancak’tan Gaziantep Lezzet Durakları
Gaziantep Yeme İçme Rehberi: Dolu Dolu Bir Lezzet Turu
Eşimle güzel bir lezzet turu yapmak istedik ve mutfağı UNESCO tarafından koruma altına alınmış Gaziantep’e gitmeye karar verdik. Antepli arkadaşlarımıza sorarak ve birkaç blog okuyarak gidilecek yerleri belirledik. Başta konakta mı kalsak diye düşündük ancak mevsimsel olarak rutubet sorunu olabileceğinden merkezde Novotel’de kalmayı tercih ettik. Bu sayede araba da kiralamadık ve her yere cüzi miktarda ücret ödeyerek taksi ile ulaşım sağladık. Cuma akşam yemekte Antep’te olacak şekilde iş çıkışı uçağımıza bindik ve Gaziantep yeme-içme rehberi lezzetli bir şekilde başladı!
Gaziantep’te Yeme-İçme
Hışvahan [[konum_1]]

Hışvahan’ın akşam yemeği için harika bir ambiyansı vardı! İnsanlar fazla şıktı; benim uçaktan inmiş halim ortama pek uymadı ama yapacak bir şey yoktu. Çıtır mantı, lahmacun, tadımlık tabak, karışık kebap tabağı ve eritme Antep peyniri istedik. Lezzetsiz bir şey yeme ihtimalinin olmadığını bilmek çok güzeldi. Peynire bayıldım, lahmacun zaten Antep’in her yerinde çok güzeldi bence; malzemesi bol, ince ve çıtırdı. İlerleyen dakikalarda çok güzel bir canlı müzik başladı. Güzel olan ortam daha da keyifli bir hal aldı ve akşamımızı keyifle tamamladık.
Hayad Restaurant [[konum_2]]

Sabah kahvaltı tercihimizde açıkçası beyran gibi ağır şeyler içip güne başlamak istemedik çünkü gideceğimiz çok yer vardı. Peynir, zeytin, yumurta, börek vs. derken nispeten hafif bir kahvaltı yaptık.

Antep’te evlerin avlusuna “hayad” denirmiş. Hava almaya çıkmak demezlermiş de, hayad aldım derlermiş, ne kadar güzel. Burada da biz hayad aldık gerçekten; ortam o kadar keyifli, her detay o kadar güzel düşünülmüştü ki bayıldık.
Üçler Lahmacun [[konum_3]]

Bizim gibi yerli turistlerin pek bilmediği ama Gaziantep yerli halkının iyi bildiği ve çok sevdiği bir yer: Üçler! Hayad’a yürüme mesafesinde olunca, kahvaltı sonrası olsa da fırsatı kaçırmayıp soluğu burada aldık. Lahmacun ve dönerimizi yedik, sabah havalimanına giderken teslim almak için 50 adet lahmacun siparişimizi de verdik. İstanbul’da da birçok yerde lahmacunun güzelini yemiş bir insan olarak söylüyorum, böyle bir lahmacunu İstanbul’da yeme şansımız çok zayıf. İnanılmaz bir lezzet…. Döner de aynı şekilde, Bayramoğlu fanı olarak buranın dönerine de ba-yıl-dım!
Kebapçı Halil Usta [[konum_4]]

Müze sonrası yürüme mesafesinde olan ve küşlemesini mutlaka denememiz gereken Halil Usta’ya gittik. Lezzeti geri planda bırakıp işi ticarete dökmüşler gibi geldi bana. Çok kalabalık, her şey hazır, yemekler sipariş verince sonra servis ediliyor ama o anda yapılmıyor. Üçlü fiks bir menü belirlemişler, her yeni oturana hızlıca sayıp servis etmek istiyorlar gibi de geldi bana. Ama biz sadece küşleme, salata ve ayran aldık. Evet gerçekten lezzetli ama beklentiye girecek kadar değil. Halil Usta’nın yanından ayrılan Mehmet Usta bir yer açmış, orayı da denemek lazım, başarılı olduğunu duydum.
Koçak Baklava [[konum_5]]

Çarşıdan sonra İstanbul’a götüreceğimiz tatlı siparişlerimizi halledelim diye Koçak’a uğradık. Sipariş hazırlanırken ikram edilen baklavalardan tattık. Bu süper lezzeti buradan nasıl anlatayım ki, mutlaka denemeli!
Dolu dolu vakit geçirdikten sonra hem aldıklarımızı bırakmak hem biraz dinlenmek için otele uğradık. Akşam yemeğimiz için hazırlandık ve soluğu çok çok gitmek istediğim Bayazhan’da aldık.
Bayazhan Restaurant [[konum_6]]

Burası bir tütün tüccarı olan, Bayaz Ahmed Ağa tarafından Halepli bir mimar ve taş ustalarına yaptırılmış. I. Dünya Savaşı sonrası İngilizler, Antep’i işgal ettiklerinde Bayazhan’ı karargâh olarak kullanmışlar. Hanın bir bölümü ise eski yıllarda hapishane olarak kullanılmış. Gaziantep’te ilk sinema filmi de Bayazhan’ın büyük salonunda gösterilmiş.

Yani çok güzel bir tarihi var bu hanın. İçine girdiğinizde de tarihi çok net hissedebiliyorsunuz. Zaten tok gittiğimiz için yemek konusunda abartmak istemedik ve ortaya tadımlık şeyler söyledik: Antep cacık, patlıcan salata, mini içli köfte, ale nazik (orada ali nazik denmiyormuş), havuç baklava.
Yediklerimiz çok güzel olsa da insan ilişkisi olarak çok zayıf buldum. Garsonların ilgisizliği, servisin yavaşlığı, isteğimizi 2-3 kez dile getiriyor olmamız, bu güzelliğin içinde bizi biraz üzdü. Yine de kendimizce keyifli bir akşam geçirdik. Son yudumlarımızı dışarıda teneke varillerin içinde yakılmış ateşlerin başında aldıktan sonra Antep turumuzu tamamlamış olduk.
Çok güzel yedik, peki Gaziantep’te başka neler yapalım derseniz…
Zeugma Müzesi [[konum_7]]

Yemeği biraz abarttıktan sonra hem biraz yürüyüş yapıp yer açalım hem de Zeugma Müzesi’ni müzeyi görelim istedik. 24 TL giriş ücreti sonrasında isteğe bağlı olarak 5 TL’ye de 3D görselli, çok güzel bir video anlatımı vardı. Roma dönemini, mozaiklerin anlamlarını, çingene kızını çok güzel anlatıyordu. Bu bilgileri aldıktan sonra gezince her şey daha anlamlı oldu.
Bakırcılar Çarşısı [[konum_8]]

Bu kadar yemenin üstüne akşam midelerimizde yer açmak için biraz yürümek lazımdı tabii. Taksi ile Bakırcılar Çarşısına geldik, ince sokaklarında gezdik. Kapalı çarşıya çok benzettim ben. Tahmis Kahvesi’ne gitme planımız vardı ancak yer yoktu. Biz de çarşının içinde mağaralara yapılmış kafelerden birine oturduk. Elimiz boş çıkmayalım bu çarşıdan dedik ve gözümüze kestirdiğimiz bir esnaftan, çok güzel bir alışveriş yaptık; kuru patlıcan, kuru biber, sade yağ, pul biber, antep fıstığı (gerçekten çok iyi) aldık.
Her şeyiyle çok keyifli, çok doyurucu bir şehirdi. Tarihine hayran kaldım. İnsanı sıcak ve turiste çok alışık. Buraya, bu lezzet turunu yaşamaya bence fırsat buldukça, diyetlerimiz elverdikçe gelinmeli.
Sevgiler…
Kapak fotoğrafı: Pinterest
İlginizi çekebilir: Neslihan Sancak’tan Gaziantep Lezzet Durakları
Leziz Bir Diyar: Gaziantep’in Lezzet Durakları
Gaziantep dendiğinde aklımıza ilk gelen, tabii ki dillere destan Gaziantep mutfağı! Gaziantep sadece mutfağının ünüyle kalmıyor, tarihi yapılarıyla da, meşhur baklavaları kadar, etkileyici olduğunu bizlere kanıtlıyor… Üç günlük bir program yaparak gittim. Eğer ki programınızın planını iyi yaparsanız, üç gün, yemeye de gezmeye de fazlasıyla yetiyor. Öyle ki bir günümü de Urfa-Halfeti’ye ayırabilmiştim. Hatta gelecek yazımda da Halfeti’den bahsedeceğim.
Gaziantep’e beş kişi, grup olarak gittik. Uçaktan iner inmez, İstanbul’dan ayarlamış olduğumuz araba kiralama işlemlerini hallettik ve Şahinbey bölgesinde kalan bir hotele yerleştik. Buradan, gezilmesi gereken yerlere en fazla 25 dakikada ulaşabiliyorsunuz. Eğer siz de kalabalık gidecekseniz, araba kiralamak çok mantıklı bir seçenek.
Evet! Şimdi size gidip gördüklerimi, yediklerimi, içtiklerimi sıralıyorum…
Katmerci Zekeriya Usta
Öncelikle, katmer katmer lezzet sunan, ‘Katmerci Zekeriya Usta’dan başlayalım; Gaziantep’e geldiğinizde güzel bir başlangıç yapmak istiyorsanız, rotanızı buraya çevirin. Gözünüzün önünde açılan incecik yufkalar ve üzerine eklenen bol kepçe fıstıklarla ‘dehşet’ül vahşet’ bir katmer deneyimi yaşıyorsunuz. Gaziantepliler katmeri kahvaltıda da yiyormuş. Değişik bir deneyim olabilirdi ama ben yine de öğle saatlerine doğru yemeyi tercih ettim. Girişte karşılaştığınız aşırı lezzetli katmer manzarasının etkisiyle, muhtemelen katmerlerinizi kişi başı olarak sipariş vereceksiniz. Ama, öyle bir şey yapmayın çünkü iki kişi bir katmeri anca bitirebiliyor!
Katmeriniz tabii ki süt ile sunuluyor. Mekanın atmosferi gayet doğal ve şirin; kapının önüne oturmak da ayrı zevkli (özellikle hava güzelse). Zekeriya Usta ve çırakları müşterilerle sürekli iletişim halindeler, o yüzden ilgi ve alakadan tam puan aldı. Zekeriya Usta’nın muhabbeti de katmeri kadar güzel. Bir daha gitsem, yine ilk durağım burası olurdu.
Gaziantep Gezisi: Kahramanlık Panoraması Müzesi
Millet Han’a da uğrayarak, Gaziantep Kalesi ve Gaziantep Savunması ve Kahramanlık Panoraması Müzesi’ni ziyaret ettim. Burası, Gaziantep Kalesi’nin çevresinde, yüksek bir bölgede yer alıyor; Gaziantep’in güzel manzarasını buradan doya doya seyredebilirsiniz. Müze içerisinde, Türk tarihinin, milli mücadele dönemlerinin önemli ayrıntılarına ilişkin çok zengin görseller, detaylar ve hikayeler var. Bu müze, dünyadaki sayılı panorama müzelerinden biri olduğu vurgulanarak haberlere konu olmuştu. Kesinlikle görmeniz gereken yerler arasına almalısınız.
Kebapçı Halil Usta
Havasından suyundan mıdır, çok leziz kokularından mıdır bilinmez ama Gaziantep’te gezerken çok acıkıyorsunuz. Sıra bir lezzet durağına daha geldi; Kebapçı Halil Usta! Burası pek merkezi bir noktada yer almıyor ama lezzeti o kadar dillere destan olmuş ki, içerisi tıklım tıklım. Kapısının önünden daha içerisinin ne kadar kalabalık olduğunu anlayabiliyorsunuz. Özellikle küşlemesiyle fazlaca ün salmış bir mekan burası. Deneyip test ettim, kebabının da küşlemesinin de tadı çok başarılıydı!
Zeugma!
O ünlü Çingene Kızı mozağinin evine geldik. Zeugma Müzesi’ne girer girmez içerideki mistik havayı hissedeceksiniz. Burası Anadolu’da yaşayan nice uygarlıklardan kalma mozaiklerle dolu. Aynı zamanda, dünyanın en büyük mozaik müzesi olma ünvanına sahip. Etrafı çok inceledim ve çok etkileyici görsellerle karşılaştım. Mozaiklerin karşısına geçip onlar hakkında bilgi almadan önce biraz kendinizce yorumlamayı deneyin. Onların da bir ruhları olduğunu hissedecek, size hikayeler anlatmaya çalıştıklarını göreceksiniz. Çingene Kızı’nın sergilendiği odaya girerken, heyecanlanacaksınız. Bu özel mozaiğin ismi, kazı sırasında, dış görünüşüne bakılıp sonunda bir tahmin yürütülerek konmuş. Çingene Kızı mozaiğinin, isminin yazılı olduğu düşünülen alt kısmı bulunamadığından, aslında kim olduğu bilinmiyor.
İmam Çağdaş
Şimdi Gaziantep’in kült mekanı, İmam Çağdaş’tan bahsetmeliyim. Burada her şey leziz! Baklavaları, burmaları, neyi var neyi yoksa yiyiniz efenim. İçeri girer girmez, şehir dışına transfer olmaya hazırlanan tepsi tepsi baklavaları görüyorsunuz. O kadar talep var yani… Ortam güzel, tatlar güzel, servis iyi. Sadece, havuç dilimimin arasına dondurma istediğimi söyleyip, olmadığını duyduğumda biraz hayal kırıklığına uğradım. Benden başka herkes memnundu, nazlılığıma veriyorum. Sonuçta Gaziantep’te ilk kez baklava yerken hayal kırıklığı yaşamak çok da normal bir davranış değildi…
İmam Çağdaş’ın ardından bir güzel kahveye geliyor sıra… Ünlü Tahmis Kahvesi’nde buluyorum kendimi. İçeride, sizi kemiklerinize kadar ısıtabilecek soba mevcut. Bu sıcaklığa bir de ortamın sıcaklığı ekleniyor ve eğer yorgunsanız, çok tatlı bir uyku isteği sarıyor dört bir yanınızı. Ben burayı çok sevdim, çok keyifli bir yerdi. Tahmis’e kadar gelmişken, içeriğinde antep fıstığı tozu olan Menengiç Kahvesi deneyeyim dedim; yoğun bir tadı vardı ve tadı bana pek hitap etmedi. Ardından güzelim Türk Kahvesi ile kapanış yaptım. Burada kahvenin yanında, özenli kaseler içinde minik kuruyemişler sunuyorlar. Osmanlı kahvesini çok severim, eminim Tahmis’te de oldukça güzeldir. Burada beğendiğiniz kahveleri satın alabileceğiniz bir bölüm mevcut. Güzel bir hediye seçeneği de olabilir, aklınızda bulunsun.
Gaziantep’e gelmişken, Gaziantep Atatürk Anı Müzesi’ne de mutlaka uğrayın. Çok güzel ve gerçek detaylarla, Atatürk’ün kaldığı odayı ve ona ait anıları görebilme ve inceleyebilme şansı yakalıyorsunuz. Hemen yakınındaki Oyun ve Oyuncak Müzesi de Gaziantep’in en ünlülerinden. İçeride oyuncaklara ve dünyaca ünlü markalara ait çok güzel örnekler, sizi çocukluğunuzun minnoş sıcaklığına götüren anılar var. Kesinlikle görülmeye değer.
Gaziantep’ten almayı unutmamanız gerekenler listesinde başı çekenlere gelelim… Öncelikle baklava almadan evinize dönmeyiniz. Baklavayı aldıysanız, antep fıstığını sakın es geçmeyiniz. İkisi de tamamsa, Antep’in enfes baharatlarına gelmiştir sıra. Eğer çok acı yiyemiyorsanız, baharat alırken bunu belirtin ki, aldıklarınız boşa gitmesin. Bir de Bakırcılar Çarşısı’nın bulunduğu kısımda kendinizi kaybedebilirsiniz… Oralardan çok güzel hediyelikler çıkıyor. Son olarak, tabii ki magnetinizi almayı unutmayınız.
Anlattıklarımı, kanalımdan izleyebilir, enfes görüntülere ortak olabilirsiniz.
Herkese hem güzel hem de lezzetli bir hafta diliyorum!
Lezzetin Zirvesi: Gaziantep
Tarih ve kültürel varlıklarının yanında enfes lezzetleri de barındıran keyifli bir Anadolu şehri Gaziantep… Gezi öncesindeki gün yemeği biraz az tutup gezi boyunca karşılaşılacak lezzetlere yer açmak iyi olabilir, zira ihtiyacınız olacağı muhakkak!
[[konum_1]]
Gaziantep’te keyifli 2 gün geçirdik. Geziyi gerçekleştirdiğimiz yerlerleri sırayla aktarmayı deneyeceğim.
Havaalanına inip otele eşyaları bıraktıktan sonra ilk durağımız Zeugma Müzesi oldu. Burası, zamanında dünyanın en büyük kentlerinden biri olan Zeugma’daki kazılarından çıkarılan mozaikler ve ilginç hikayelerinin sergilendiği oldukça büyük ve keyifli bir müze. Gaziantep’te görülmesi gerekenler arasında bence olmazsa olmaz.
Bereket ve güç simgesi olan Mars’ın heykeli ve Gaziantep’in dört bir yanında görülebilecek Çingene Kız mozaiği öne çıkan eserlerden. Çingene Kız müzenin ikinci katında özel bir odada sergileniyor. Müzenin hakkını vererek gezecek olursanız uzunca bir vakit ayırmanızı tavsiye ederim.


Müze sonrası acıkan karnınızı, hemen arka sokakta bulunan meşhur Küşlemeci Halil Usta‘da doyurmanız ısrarla öneririm. Halil Usta benim Antep’teki açık ara favori mekanım oldu.

Akşam için tercihimiz ise Bayazhan‘dı. Gerçekten çok güzel bir mekan. Yakın geçmişte geçirdiği restorasyon ile bugün mevcut halini almış. Bistro, kebapçı ve meyhane konseptli mekanlar olan Bayazhan‘ın bahçesi de bahar ve yaz günleri için oldukça keyifli bir seçim.

İkinci gün Bey Mahallesi, Gaziantep Kalesi, Zincirli Bedesten, Almacı Pazarı ve Bakırcılar Çarşısı‘nı rotaya ekledik. Öğle yemeği için her ne kadar turistik havası nedeniyle uzak olsam da tadım yapmadan dönmemek için İmam Çağdaş‘a uğradım. Birbirine oldukça yakın konumlanan bu mekanların sonrasında Tahmis Kahvesi‘nde bir mola hiç fena olmayacaktır.


Son akşamki duraklarımız kebap için Çulcuoğlu, baklava içinse Koçak Baklava oldu.

Hem gözümüze hem midemize hitap eden iki günü böylece tamamladık. Görülecek yerler listesine eklemenin farz olduğu yerlerden Gaziantep’ten oldukça keyifli ayrıldık.
Gaziantep’ten daha fazla öneri için Beril’in ve Naz’ın Gaziantep seyahat notlarını okuyabilirsiniz.
Gaziantep Günlükleri: Her Yönüyle Bambaşka
Ülke içinde, Marmara ve Ege bölgesindeki şehirler dışında yalnızca üç dört şehir görmüş, çok da uzaklara gitmemiş biri olarak söyleyebilirim ki, Güneydoğu Anadolu apayrı bir bölgeymiş. Özellikle de Gaziantep çok farklı bir dünya. Yürüdüğümüz yollar, gördüğümüz yerler, yediklerimiz, insanlar… Hepsi bambaşka…
Gaziantep’e gideceğimiz belli olduktan sonra pek tabii küçük bir araştırma yaptım. Gidenlere sordum, internette bakındım. Özellikle gidip görenlerden aldığım duyumların yarısı, mide fesadı, hastaneye düşmeler ve kilo almakla ilgiliydi. Gözüm korkmadı diyemem; ama benim gibi bir yemeksever yemekten korkar mı, asla. Uçağa atladık ve kendimizi Antep’te bulduk. Burada insanların yemek için yaşadığı, bir sofradan öbürüne onlarca öğün geçireceğimiz belliydi ki, kendimizi aslen Antepli olan arkadaşımızın akrabalarının evinde uzun ve leziz bir sofrada buluverdik hemen. İlk gözüme ilişen içli köfte, yuvalama çorbası ve katmer oldu. Sabahın 9’unda bunları nasıl tüketeceğiz derken kendimi ikinci ve üçüncü tabağı doldururken buldum. Seyahatin ilk dakikaları, sonraki iki günün nasıl geçeceğine dair doneleri vermiş oldu bize.
Evden çıkıp kendimizi sokaklara attık ve Gaziantep’te yiyip içilecek, ziyaret edilmesi gereken yerleri bir bir gezdik.
Gaziantep Kalesi [[konum_1]]
Gaziantep Kalesi, Gaziantep’in merkezinde bir tepede kurulu. Oraya doğru yürürken birçok küçük müze gezdik, özellikle de baharatçılarda zaman geçirdik. Kale gerçekten büyüleyici. Ne zaman inşa edildiği bilinmiyor; ancak Roma dönemlerinde gözlem için kullanıldığını öğrendik. Burada Bizans ve Osmanlı dönemine ait savaşla ilgili birçok şey sergileniyor.

Mutfak Müzesi, Zeugma Mozaik Müzesi, Hamam Müzesi
Yeme-içme kültürünün en önemli merkezlerinden biri olan Antep’te böyle bir müze olmasa şaşırırdım aslında. Müzede Gaziantep’e ait yemekler, bu yemeklerin yapımında dikkat edilmesi gereken hususlar ve sofra adabı gözler önüne seriliyor. İlk katı bitirip ikinci kata çıktığımda tok olduğum halde yeniden acıkmış hissettim itiraf etmeliyim. Fotoğraflara bakmak bile insanı acıktırıyordu.
[[konum_2]]

Zeugma Müzesi, dünyanın en büyük mozaik müzesi. Zaten şehrin merkezinde gözünüze direkt çarpacaktır. Mutlaka gezilmesi, görülmesi gereken müzelerden biri.
[[konum_3]]
Hamam Müzesi ise Osmanlı zamanındaki hamam mimarisi ve kültürünün en güzel örneklerinden biri olan bu hamam Lala Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. Hamamda; soğukluk, ılıklık, sıcaklık bölümleri, hamamda kullanan araç gereçler, Osmanlı’ya ait adetler ve heykeller sergilenmekte.
[[konum_4]]
Bakırcılar Çarşısı, Hanlar, Tarihi Zincirli Bedesten
Burası gezginlerin ilk duraklarından. Her yanda dükkanlarının önünde oturmuş bakır döven ustalar var. Onları izlemek bir keyif. Eh gelmişken bu bakır el yapımı eşyalardan satın almak da şart. Özellikle yumurta yapımında kullanılan bakır tavalar, kahve yapabileceğiniz cezveler ve türlü çeşitli ev gereçleri çok şık. Hediye almak isterseniz mutlaka bir seçenek olsun derim. Ayrıca burada birçok han var, her birine girip dolaştık, özellikle baharatların çoğunu alıp eve götürmek istedik.
[[konum_5]]
Bedesten eskiden alışveriş hayatının yürütüldüğü, üstü kapalı, uzun, çarşılardan. Bişeyler satın almak isteyenler için özellikle baharatçı ve turistik eşya satıcıları mevcut. Otantik ve farklı bir atmosfer.
[[konum_6]]
Tahmis Kahvesi [[konum_7]]
Tahmis Kahvesi, Antep’in en meşhur kahvehanesi. Bir tarihi yansıtan ortamı, kahveleri, samimi ortamı bir harika. Kahvehane doğallığına sahip bir atmosferde menengiç kahvesi içip, buranın müdavimlerini, insanları seyir epey keyifli. Aynı zamanda müzik aletleriyle gelip, insanları coşturan bir grup müzisyen de burada geçireceğiniz saatlerin daha da güzel olmasını sağlıyor. Antep’te olduğunu her anında hissediyor insan. Buraya uğramadan kesinlikle dönmeyin.
İmam Çağdaş [[konum_8]]
İmam Çağdaş şehrin klasiklerinden. Buraya uğramadan şehri terk etmek imkansız. Çok kalabalık, siparişler epey geç geliyor; ancak fena halde değiyor beklemeye. Hayatımızda yediğimiz en güzel Alinaziklerden birini tadıyoruz burada. Önden gelen enfes salatalar, ezme ve pidelerle karnımızı doyurmamaya çalışıyoruz; ama zaten Antep’in ruhunda tokken de yemek, hep yemek, daha da çok yemek var! Gavurdağının cazibesine kapılmamak elde değil. Hele bir de bakır kaplarda kepçeyle içilen ayranı var ki bardaklarca içilebilir. Baklavası için de güzel duyumlar aldık; ancak bir Antepli ile gezdiğimizden onun şehirde en iyi dediği baklavacıda aldık soluğu.
Koçak Baklava [[konum_9]]
Hem İstanbul’daki eş dosta hediye almak hem de baklavalardan tatmak adına Koçak Baklava’ya geldik. Kapıdan girerken burada da yemem artık (yaklaşık 4 öğün yemek yemiştik öncesinde) dedim; ancak ne mümkün, bir de baktım gruptaki herkes elinde baklavalar, mekandaki bir kişinin yönlendirmesiyle baklavanın yenme stilini de öğrenip birer ikişer yiyorlar. Eh dedim ben de tadayım. Sıcacık baklavalar öyle lezzetliydi ki, eve de bir sürü aldım. Koçak baklava gerçekten harikaydı. Herkese tavsiyemdir.
Cumba Künefe [[konum_10]]

Madem tatlılardan bahsettim, akşam gittiğimiz künefeciyi de anlatmalıyım hemen. Açıkçası tatilin yıldızı oldu diyebilirim bu künefeler için. Akşam geç saatte gittiğimiz halde inanılmaz kalabalıktı. Mekandan içeri girdiğimiz an burnumuza ilişen mis gibi tereyağı kokusu, ne denli leziz bir tatlı ile karşı karşıya kalacağımızın göstergesiydi. Gerçekten bugüne kadar yediğim en lezzetli künefeydi. Künefe sevmem derseniz burada kadayıfın da bulunduğunu söyleyeyim. Bu kadar tatlıdan bahsettikten sonra şunu da söyleyelim, mutlaka ama mutlaka katmer yiyin Antep’te. Hatta fırsat olursa eve de götürün.
Küşlemeci Mehmet Usta, Beyran [[konum_11]]
Gaziantep’e gelip de sabah beyran içmemek, akşam da küşleme yememek olmazdı. Bunu en usta ellerden tatmak istediğimiz için yıllardır var olan bir klasik dedikleri küşlemeci Mehmet Usta’ya geldik. Küşleme gerçekten etseverlerin mutlaka tatması gereken lokum gibi bir çeşit. Beyran ise, genelde sabahın erken saatlerinde tercih ediliyor. Her damak zevkine uygun olduğunu söyleyemem, ağır da gelebilir; ancak Antep denince akla gelen yiyecekler arasında başı çekiyor. Beyranda kuzunun gerdan kısmı kullanılıyor. Sarımsak, biber ve et suyuyla hazırlanıyor. Eğer bu lezzeti tatmak isterseniz Gaziantep’in en meşhur beyrancıları; Metanet ve Dukat. Denemeye değer…
Kadir Usta Kebap ve Lahmacun [[konum_12]]
Buraya kadar gelmişken lahmacun yemeden olmaz. Kadir Usta’nınki gerçekten bir başka. İncecik hamuru enfes, çıtır çıtır. Öncesinde gelen salata, lahmacunun eşlikçisi açık ayran ve sonrasında tattığımız patlıcanlı kebabı da bir harika!
Hitit Cafe [[konum_13]]
Antep sokaklarını keşfe çıkıp, uzun uzun yürüdükten sonra dar sokakların arasında kahve içilecek bir yer ararken karşımıza çıktı Hitit. İçeriye girdiğimiz an büyülendik. Özellikle mimarisi, şirin bahçesi ve doğasıyla son dakikada bize iyi ki burdayız dedirtti burası. Kahvelerimizi beklerken bu fotojenik mekanın iç kısmını gezmeye koyulduk ve epey şaşırdık.
Halfeti [[konum_14]]
Gaziantep’e kadar gelmişken bir buçuk saatlik bir yolculuk sonunda ulaşabileceğimiz Halfeti’yi görmeden dönmeyelim dedik. Halfeti, Şanlıurfa’nın batısında bulunan bir ilçe. Burayı farklı kılan, taş yapıların, evlerin ve camilerin su altında kalmış olması. Ufak bir tekne turuyla, buranın doğasını keşfedip, saklı kalmış bir kent havasına bürünmüş su altında kalan kısmını görebilmek mümkün. 2000 yılında Birecik Barajı’nın hizmete girmesiyle birlikte Fırat kabarmış ve çevresini de su altında bırakmış. Gerçekten görülesi!

Gaziantep’te Bir Hafta Sonu
Haziranın ilk hafta sonunda Gaziantep’te yemekle başlayıp yemekle biten dolu dolu iki gün geçirdik. Şimdi, gidecek olanlara tavsiye niteliğinde, iki güne mükemmel sığdığını düşündüğüm “Gaziantep’te bir hafta sonu” programımı açıklıyorum!
[[konum_1]]
Cumartesi öğlene doğru Gaziantep’e iniyoruz ve ilk durağımız Kebapçı Halil Usta! Zeugma Müzesi’nin iki sokak arkasında bulunan Kebapçı Halil Usta öğreniyoruz ki her daim müşteriyle dolup taşıyor. Masaya oturunca metal kapların içinde kendilerinin spesiyali olan özel soslu salataları ve ayranları servis ediliyor. İtiraf etmeliyim ki onca et bir kenara, bu salata Gaziantep gezimizin en özel lezzetlerinden biriydi. Et konusunda kendinizi şefe teslim etmenizi öneriyorum. Öncelikle karışık kebap servis ediliyor, ardından ise buranın en özel eti olan küşleme. Küşleme koyunun ense kısmından elde edilen, ve bir koyunda en fazla 200-300 gram civarında bulunan eşsiz bir lezzet. Böylece Antep’e mükemmel bir başlangıç yapıp, çıkışta ise biz de herkes gibi kasada beyaz önlüğüyle duran Halil Ustayla bir anı fotoğrafı çektirip Zeugma Müzesi’ne geçiyoruz. (Dikkat, Kebapçı Halil Usta Pazar günleri kapalı)
Zeugma Müzesi’nde beklentimizin çok üzerinde bir müzecilik başarısıyla karşılaştık diyebilirim. Eserlerin değeri ve Zeugma antik kentinden alınıp sergilenecek duruma getirilmesi bir kenara, müze tasarımı oldukça dikkat çekici. Zeugma antik kenti M.Ö. 3. yüzyılda bu bölgede kurulmuş ve yaklaşık M.S. 7. yüzyıla kadar varolmuş. Şu an ise büyük bir bölümü Birecik Hidroelektrik Santralinin suları altında bulunuyor. Buradan çıkarılan eserler Zeugma Müzesinin mozaik yüzölçümü açısından dünyanın en büyük mozaik müzesi olmasını sağlıyor. Karşılaştığımız eserler adeta Avrupa’da gezdiğimiz müzelerde gördüğümüz eserlerin mozaikle yapılmış hali. Örneğin Uffizi’deki meşhur “Venüs’ün Doğuşu” eserinin burada da farklı bir anlatımla karşımıza çıkması oldukça etkileyici. Gaziantep’in simgelerinden biri olan “Çingene Kızı” da bu müzede sergileniyor. Adının kazı çalışmaları sırasında bu şekilde konulduğunu, kendisinin aslında Yeryüzü Tanrısı Gaia olduğunu belirtmekte fayda var. Bu eserin ilginç bir özelliği de “3 çeyrek bakış” adı verilen teknikle yapılmış olması. Mona Lisa dersem herkes anlayacaktır. Evet, aradaki bir kaç yüzyıllık farka rağmen aynı teknik dünyanın farklı yerlerinde uygulanmış, ve Çingene Kızı da bizi Mona Lisa gibi gözleriyle takip ediyor.
Gaziantep’e özgü ürünler görmek için bir sonraki adımımız Bakırcılar Çarşısı ve mini bir Kapalıçarşı diyebileceğimiz Zincirli Bedesten. Bakır işçiliği Gaziantep’te önemli bir yer tutuyor. Gaziantep bakırlarının özelliği ise, hiçbir birleştirme tekniği kullanılmadan tek parça halinde üretilmesi. Bakırcılar Çarşısında ve etrafında Türk kahvesi setleri gibi birçok bakır ürünle karşılaşıyorsunuz. Bu çevrede rengarenk, genellikle kravat, eşarp gibi aksesuar niteliğinde kullanılan “Kutnu” adı verilen kumaşlarla da karşılaşıyoruz. Yine rengarenk Gaziantep işi ayakkabılara ise “Yemeni” adı veriliyor. Gaziantep’in her yerinde fıstıkçı ve baharatçılarla karşılaşıyorsunuz. Antep’ten, fıstığın yanı sıra eğer seviyorsanız kırmızı pul biber almanızı öneririm, kokusu bile çok farklı!
Bakırcılar Çarşısının çok yakınında bulunan İmam Çağdaş’a ise yemek için değil, baklava için uğradık. Olağanüstü bir lezzetle karşılaşmadık ancak denemeye değer…
Akşam yemeği için aklımızdaki iki yerden biri olan Bayazhan’a gittik. Ortasında kocaman bir avlusu bulunan bu konakta 4 ayrı konsept bulunuyor: Pub, restoran ve meyhane. Biz üst balkonda bulunan meyhane konseptini tercih ettik ve burada değişik mezeler deneme şansımız oldu. Antep peyniri, Arap köftesi ve Arap salatası, ve yine Antep’e özgü bir lezzet olan fıstık filizi aklımda kalan lezzetlerden bir kaçı.
Ertesi güne ise kahvaltının üzerine meşhur Menengiç Kahvesini tatmak üzere 1635 yılından beri hizmet veren Tahmis Kahvesi’nde başlıyoruz. Menengiç Kahvesi benim damak tadıma göre biraz ağır ve aromatik, ancak bu kahvenin sertliğinden kaynaklanmıyor. Yine de içen bir çok kişi beğeniyor ve Tahmis Kahvesi’nin yapısını görmek için bile denemeye değer.
Bir sonraki durağımız Katmerci Zekeriya Usta! Oldukça salaş bir dükkanda, çarşının içerisinde bir ara sokakta hizmet veren Zekeriya Usta’yı kime sorsanız gösteriyor. İstanbul’da yediğimiz katmerlerin aksine çok daha hafif olduğunu söyleyebilirim. Bunun sırrı da şerbetinin daha az yoğun olması ve taş fırında pişirilmesi. Buraya gittiğinizde sakın kişi başı bir porsiyon söylemeyin, iki kişi için bir porsiyon son derece yeterli.
Bir süre yemeğe ara vermek ve şehrin antik merkezini görmek için Bey Mahallesine gidiyoruz. Daracık sokaklarda yan yana konaklardan oluşan sevimli bir mahalle burası. Tipik Antep tarzını yansıttığı, ve şehrin ara sokaklarında gezmeyi sevdiğim için ben buradan çok hoşlandım. Gaziantep Belediyesinin mahalledeki restorasyon çalışmaları sürüyor ve konakların avlularında hizmet vermeye başlayan onlarca cafeden, buranın turistik bir merkez haline getirilmeye çalışıldığını anlıyoruz.
Gezici Günlük’ün sitesinde okuduğum tavsiyeyle kendimizi Papirüs Cafe’ye attık. 18. yüzyılda yapılan ve Ermeni bir aileden kalan bu konağın avlusunda, asma dalları altında otururken yukarı çıkan bir merdiveni görüp çıkma şansımız olup olmadığını sorduk ve “tarihe meraklıysanız mutlaka görmenizi öneririm” cevabıyla karşılaştık. Üst kat resmen 18. Yüzyıldan bu yana olduğu gibi kalmış ve her yerde kolay kolay göremeyeceğiniz özgünlükte bir yapı. Hem tozlu ve ürkütücü hem de masalsı bir havaya sahip. Duvarlar boydan boya ahşap ve üzerleri tablolarla süslenmiş. Gaziantep’te iyi ki görmüşüm dediğim yerlerden ilk 3’ünü saymamı isteseniz bu konağın üst katı mutlaka yer alır.
Dönüş uçağımıza 3 saat kala son akşam yemeğimizi Üçler Kebap’ta yiyoruz. (Bu noktanın çok yakınındaki Koçak Baklava’da kare baklava yemenizi öneririm.) İki gündür fırsat bulup da yiyemediğimiz Lahmacun’la açılışı yapıp, simit kebabı ve keme kebabını tadıyoruz. “Keme” trüf mantarının bir çeşidi ve Türkiye’de tam da bu coğrafyada yetişiyor. Tamamı yer altından çıkarılıyor ve patates ile mantar arası bir lezzeti var. Eğer mevsimine denk gelirseniz keme kebabını da tadabilirsiniz.
Antep gezimizle ilgili içimde kalan tek konu “Beyran Çorbası” oldu. Beyranıyla meşhur Metanet Lokantasına öğlen saatinde gittiğimizde kalmamıştı, çünkü Antepliler içi yoğun et ve pirinç dolu olan bu çorbayı sabah saatlerinde tüketmeyi tercih ediyorlar.
Rahatlıkla söyleyebilirim ki Doğu illerinin yemek kültürüne olan sempatim bu geziyle bir kat daha arttı. Bir dahaki sefere Mardin ve Urfa’ya gelelim diyerek ayrıldık Antep’ten. Antep’in ilk ve son olmayacağına eminim – belki bir sonraki gezimde Beyran’ı da tadabilirim
Bayram Menüsünü Hazırlıyoruz: Geleneklerle Şekillenen Sağlıklı ve Modern Sofralar
Bir yandan bütün hayatını bir bavula sığdırıp dünyayı gezmek, diğer yandan ise bulunduğu topraklara kök salıp sevdiklerine sıkı sıkı sarılmak isteyen bizim gibi hayatın bütün deneyimlerine kucak açmak için hevesli ruhlara seslenmek istiyoruz: Bayram, kapıda! Küçükken aile büyüklerimizi ziyaret ettiğimiz, büyüdüğümüzde ise çekirdek ailemizle veya arkadaşlarımızla tatile çıkmaya başladığımız bu bayram döneminde, kendi geleneklerimizi şekillendirme vaktimiz geldi. Dilerseniz tatilden döndükten sonra, dilerseniz bayram boyunca sevdiklerinizi arayın ve eve davet edin. Çünkü Homemade by Macrocenter’ın şeflerinden Macroonline’ın kataloğuna kadar bizi bir araya getiren geleneklerimize sağlıklı ve modern dokunuşlar ekliyor; kendi ritüellerimizi yarattığımız sofralar hazırlıyoruz.

Bir nesilden diğerine aktarılan “Nerede o eski bayramlar?” sorusunu da geçmişte bırakalım ve sofrada buluşalım. Ege’den Doğu Anadolu’ya Türkiye’nin her yöresine ait leziz yemekleri hazırlamanın çok uzun sürdüğünün farkındayız. Tam da bu noktada, mutfağı senelerdir Homemade by Macrocenter’ın şeflerinin hazırladığı sağlıklı ve leziz tariflere bırakıyor; Ramazan Bayramı’nda şeker ve çikolata topladığımız anları geri getiriyoruz. O zaman yan sekmeye Macroonline’ı açın, başlıyoruz.
Bayram Menüsü
Salatalar

Sofranızın dekorasyonuna karar verdiyseniz, sırada masanın tam ortasına koyacağımız salatayı seçmek var. Homemade by Macrocenter’ın nefis vitrininden bizim tabağımıza gelenler; her ısırıkta kendimizi Gaziantep’te gibi hissettiğimiz Kuru Domatesli & Biberiyeli Nohut Salata, Kuzey Ege’nin lezzetlerine modern bir dokunuş ekleyen Ayvalık Lor Peynirli Kabak Salata, Şanlıurfa’dan esnaf lokantalarına uzanan geleneksel bir lezzet olan Sebzeli Börülce Piyazı.
Başlangıçlar

Neşesi bol, sohbeti yoğun sofraların ilk adımı, başlangıçlardan geçiyor. Tam da bu noktada Homemade by Macrocenter’ın hazırladığı muhteşem reçeteler bulunuyor. Ege mutfağının favorilerinden Zeytinyağlı Vişneli Yaprak Sarması ve Dereotlu Fava, tarifi bir coğrafyadan diğerine uzanan Türkiye’de ise karşımıza leziz Hatay sofralarında çıkan Humus ve Zeytinyağlı Kuru Dolma, Türk ve Levant mutfağının bir araya geldiği Bol Ceviz ve Ezine Peynirli Acuka’ya sofranızda yer açın.
Ara Sıcaklar

Sofranın en keyifli kısımlarından birine geçiyoruz: Sohbetin koyulaştığı ara sıcaklar. Sevdiklerimizle bir araya geldiğimiz sofralarda mutlaka olması gerektiğini düşündüğümüz tabaklar; Türkiye’nin yedi bölgesinde de kendine ait bir hazırlanışı olan Ispanaklı & Ezine Peynirli Muska Böreği, kökleri Osmanlı’dan İstanbul’a uzanan Arnavut Ciğeri, lezzeti Akdeniz’den bütün dünyaya yayılan Şakşuka, Hatay’ın çok kimlikli yapısını leziz bir tarifle mutfaktan gösteren Falafel, Trakya’nın en sevdiğimiz reçetelerinden Kadınbudu Köfte ve tabii ki Adana’dan favori lezzetimiz Homemade Mini İçli Köfte.
Ana Yemek

Gelelim, sofranın en önemli kısmına. Bu noktada dilerseniz Homemade by Macrocenter’ın şeflerinin hazırladığı harika yemekleri sevdiklerinizle paylaşabilir; dilerseniz de MacroCooks’un Türk mutfağının farklı yörelerine ait paylaştığı harika tariflere bakabilirsiniz.
İlk olarak Homemade by Macrocenter’ın tabakları ile başlamak istiyoruz. Bu noktada kokusu ile bize küçükken konuk olduğumuz sofraları hatırlatan Taze Kekikli Izgara Tavuk But, Bademli Pazı Kavurma, Kuru Domates ve Kişnişli Çerkez Tavuğu tercih edebilirsiniz.
Bütün sofrayı Homemade by Macrocenter’ın deneyimli şeflerine emanet ettikten sonra ana yemeğe kendinden bir dokunuş eklemek isteyenler MacroCooks’tan iki nefis tarifimiz var.
Dana İncikten Nohutlu Keşkek
Kökleri Mezopotamya’dan Orta Asya’ya uzanan geleneksel bir lezzet için radarımıza MacroCooks’tan Dana İncikten Nohutlu Keşkek tarifini alıyoruz.
Malzemeler: 1 su bardağı (250 ml) önceden ıslanmış nohut, 1 kg dana incik, 6 su bardağı (1500 ml) su, ¼ su bardağı (60 ml) tereyağı, tuz
Servis için: 2 tatlı kaşığı (10 ml) domates salçası, 3-4 çorba kaşığı (45-60 ml) su, 1 tatlı kaşığı (5 ml) pul biber, 1/3 su bardağı (80 ml) tereyağı, taze kekik
Hazırlanışı: 1. Buğday ve nohutun sularını süzün. Düdüklü tencere içine buğday, nohut, dana incik, su, tereyağı ve tuzu ilave edip kapağını kullanım talimatlarına uygun biçimde sıkıca kapatın. Yüksek ateşte karışım kaynama noktasına ulaşıp düdüklü tencere buhar valfinden düdük sesi çıkarmaya başlayana kadar ısıtın. Bu aşamada ateşi orta seviyeye düşürüp 1 saat pişmeye bırakın. 2. Bir saatin sonunda kullanım talimatlarına uyarak tencerenin basıncının normale düşmesini sağlayıp kapağını açın. Etlerin kemiklerini bir maşa yardımıyla tencereden alın. Keşkeğin imza dokusunu elde etmek için tencereyi tekrar ateşe alıp orta ateşte kalan suyunu tamamen çekene kadar yaklaşık 10-15 dakika döverek karıştırın. Keşkeği sıcak tutun. 3. Domates salçası ve suyu küçük bir kasede karıştırın. Tereyağını küçük bir sos
tenceresinde orta yüksek ateşte eritin. Pul biber ve salçayı ilave edip çırpma teli ile karıştırın. Dana İncikten Nohutlu Keşkek’i tabaklara aktarıp üstüne acılı salçalı sostan gezdirin. Taze kekik ile süsleyip hemen servis edin. Afiyet olsun!
Kuzu Etli Terbiyeli Enginar
Mevsimin en sevdiğimiz sebzesi ile geleneksel bir dokunuşu birleştiriyoruz. Macrocooks’tan denediğimiz tarifin detayları aşağıda.
Malzemeler: 500 gram kuzu kuşbaşı, 20 adet arpacık soğan, 2 ½ su bardağı (625 ml) ilikli kemik suyu, ¼ su bardağı (60 ml) limon suyu, 1 çorba kaşığı (15 ml) un, 8 adet ayıklanmış küçük enginar, 1 adet yumurta sarısı, 2 çorba kaşığı (30 ml) dereotu, 3 çorba kaşığı (45 ml) zeytinyağı, tuz, taze çekilmiş karabiber.
Servis için: Limon kabuğu rendesi.
Hazırlanışı: 1. Uygun ebatta bir tencereyi su ile doldurup unu ilave edin. Enginarları ilave edin. Orta yüksek ateşte kaynama noktasına ulaşana kadar ısıtın. Su kaynama noktasına ulaştığında ateşi orta seviyeye düşürüp 10-15 dakika haşlayıp tencereden alın. 4 adet arpacık soğanını küçük küpler şeklinde doğrayın. Kalan soğanların sadece kök kısımlarını alarak bütün bırakın. 2. Zeytinyağını geniş bir tencerede orta yüksek ateşte ısıtın. İnce doğranmış soğanları ekleyip 1-2 dakika soteleyin. Bütün arpacık soğanlarını da ilave edip 2-3 dakika sotelemeye devam edin. Eti ekleyip tuz ve taze çekilmiş karabiber ile lezzetlendirin. 5-6 dakika, etler mühürlenip hafif renk alana dek soteleyin. 3. Tüm malzemeyi enginarların üzerine aktarın. İlikli kemik suyunu ekleyip 18- 20 dakika pişmeye bırakın. Küçük bir kasede limon suyu ve yumurta sarısını karıştırın. Sıcak yemek suyundan bir kepçe kadarını ilave edip karıştırarak ısısını dengeleyin. Terbiyeyi tencereye ilave edip karıştırın. Tuz, taze çekilmiş karabiber ve dereotu ile lezzetlendirip ateşten alın. Kuzu Etli Terbiyeli Enginarı limon kabuğu rendesi ile süsleyip sıcak servis edin. Afiyet olsun!
Tatlılar

Sofranın son aşamasındayız, tatlılar! Homemade by Macrocenter’ın şeflerinin elinden çıkan harika tatlılara mutlaka göz atmalısınız. İlk olarak iftar sofralarında mutlaka yer alan hurmaların daha da sağlıklı bir versiyonunu sunan Keten Tohumlu & Cevizli Hurma Topları, Sakarya’dan Antalya’ya kadar uzanan geleneksel lezzetimiz Çıtır Kabak Tatlısı ve Gaziantep’ten sofralarımıza en nefis şekilde uzanan Elmacıpazarı Güllüoğlu Fıstıklı Yaş Baklava bizim favorilerimiz arasında.
Bonus: Şekerler ve Çikolatalar

Küçükken büyük anne ve babalarınızı ziyaret ettiğinizde sehpanın üzerinde duran o kocaman kavanozu hatırlıyor musunuz? İşte, bu bayramda bizim sevdiklerimize şeker ikram edeceğimiz yeni bir geleneği başlatmak istiyoruz. Tam da bu noktada Macroonline’ın sağlıklı şekerlerinden ve çikolatalarından aldığımız ilhamla bir liste hazırladık.
Öncelikle bayramın olmazsa olmazı ile başlayalım: Tabii ki kahvemizin yanındaki lokum! Bu noktada Macroonline’ın kataloğunda yer alan Lokum Atölyesi’nden Dubai Sultanı Lokumu’nu, Koska’dan Antep Fıstıklı ve Duble Antep Fıstıklı lokumları radarınıza alabilirsiniz.
Gelelim, şekerlemelere. Macroonline’ın kataloğunda yer alan Cavendish Harvey’in Şekersiz Karışık Meyve Aromalı, Meyveli Bonbon, Karışık Böğürtlenli, Snacks&Nuts’ın ise Antep Fıstıklı ve Portakallı Drajeleri ile sofranızda 2025’in gastronomi trendlerinden olan “uluslararası atıştırmalıklar” modasını devam ettirebilirsiniz.
Son olarak ise Macroonline’ın kataloğunda yer alan sağlıklı çikolataları radarımıza almak istiyoruz. Saf’ın hem şekersiz hem de glutensiz Amarantlı Pirinç Patlaklı Çikolatası’nı, Jovia’nın Organik Sütlü Fındık Kremalı Çikolatası’nı, Cachet’in Organik Bitter (%85) Çikolatası’nı da mutlaka sepetinize ekleyin.
Sevdiklerinizle buluştuğunuz sofralarınızı, pratik bir şekilde hem lezzetli hem de sağlıklı hazırlamak için Macroonline’ın kataloğunda yer alan ürünlere ve Homemade by Macrocenter şeflerinin hazırladığı reçetelere göz atabilirsiniz. Sofrada sevgiyle toplanmak üzere!
Kapak Fotoğrafı: Maximilian Müller – unsplash.com
İlginizi çekebilir: Macroonline’dan Sağlıklı Beslenmek 101
Bir Hazin Antep Fıstığı Hikayesi: Baklava Değil, Dubai Çikolatası!
Kahrolmuş fıstığın yolculuğu; Dubai’den Starbucks kahvesine, Gratis’lerde fondötenlere, yağı ve sütü ile Çin’deki “Mutlu Fındık” lakaplı hayatından sonra toksik davrandığı için vize alamadan döndü ve geldi bizim evlerimize. Antep fıstığının, günümüzde birçok kuruyemişten daha fazla öne çıkarak yarattığı hengameyi ve nasıl kıtaları kasıp kavurduğunu gördük. Şaka bir yana, hamile bir kadının aşerip bunu güçlü bir malzeme haline getirmesi mükemmel bir iş aslında. İşin özünde açlık veya aşerme gibi basit ama bir o kadar yaratıcı bir olayın birleşmesiyle, her ürünü pazarda olağanüstü bir yere taşıma potansiyeli olduğunu gördük. Antep fıstığı da bu yoldan geçti, ancak onun için bu ilk şöhret değil. Kendi başına zaten sansasyonel bir ürün.

Antep fıstığı, bilimsel adıyla Pistacia vera L., Anacardiaceae (sakızağacıgiller) familyasına ait bir ağaç türüdür. Bu şekilde adlandırmak ve bilmek gerçekten önemli. Birazdan birkaç ismini ve çevreyi nasıl şekillendirdiğini anlatacağım, o zaman Latince ismin önemini de görmüş olacağız. Pistacia cinsi içinde ekonomik olarak en önemli türdür. Antep fıstığının gen merkezi (anavatanı) Orta Asya ve Ortadoğu olarak kabul edilir ve tarihçesi yaklaşık 9000 yıl öncesine dayanır. Babil ve Asur yazıtlarında “kral yiyeceği” olarak geçtiği görülmektedir. Günümüzde de, Antep fıstığından yapılan ürünlerdeki artış ve yükselen fiyatlar nedeniyle, “Bunu ancak bir kral yiyecek,” diyoruz.
Eski tarihlere göre, Pers İmparatorluğu’nda (MÖ 500) en değerli kuruyemişlerden biri olarak kabul edilirdi. Romalı tarihçi Plinius, fıstığın İtalya ve İspanya’ya General Lucius Vitellius tarafından getirildiğini yazmıştır (MÖ 1. yüzyıl). İnsanların fide veya tohum şeklinde ürünü taşıması, ortama uyumu ve adaptasyonu ile birçok yeni türün genetik olarak çoğalmasını da sağlamıştır. Günümüzde hastalık, zararlılar ve çevre koruma zinciri sebebiyle bu tür serbest yayılım artık mümkün değil. Belki de en başından beri bu kadar kısıtlı olsaydı durum, doğa ve iklim bu kadar değişmezdi, ama bu da başka bir araştırma konusu.

Günümüzde Antep fıstığını en çok tüketen ve üreten ülkeler arasında ilk sırada İran, ikinci sırada ABD (özellikle Kaliforniya), üçüncü sırada ise Türkiye (özellikle Gaziantep) bulunmakta. Talep ve bilinçsiz tüketim arttıkça, Antep fıstığının yüksek antioksidan ve sağlığa faydalı bileşenler içerdiği de daha fazla ön plana çıkıyor. Son yıllarda iklim değişikliği nedeniyle yetiştirme alanları genişliyor ve yeni türler geliştiriliyor. Fakat iklimsel sıcaklık artışı Antep fıstığını olumlu etkilerken, diğer ürünlere zarar veriyor. Üretim ve sürdürülebilir tarım teknikleri de bu yüzden giderek daha fazla önem kazanıyor. İngilizce: Pistachio, Fransızca: Pistache, İspanyolca: Pistacho, Arapça: Fustuq Halabi, Farsça: Pesteh, Çince: “Mutlu Fındık” anlamına gelen Antep fıstığı, günümüzde tatlı ve pastacılık (baklava, lokum, dondurma), çerez, yağ üretimi ve kozmetik sektörü gibi birçok alanda kullanılıyor.
Son zamanlarda Antep fıstığının her yerde karşıma çıkması, “Acaba ülkeden çıkamadı da her alanda mı değerlendirildi?” sorusunu aklıma getiriyor. Antep fıstığı pazarı, 2024 itibarıyla 10 milyar doları aşan bir değere ulaştı ve bu rakam giderek artıyor. Ancak beni rahatsız eden asıl konu, Türkiye’nin yetişemediği talebe “uydurma işlem” eklemesi. Gurme ve lüks ürün kombinasyonu olarak Antep fıstığı, geçmişten beri baklavalarda kullanılıp pahalı bir şekilde satılıyordu. Son dönemde ise Dubai çikolatasına giriş yaptı ve dünya çapında büyük bir patlama yaşadı. Çikolatanın içinde renk olarak uyumu, kadayıfın kokusuyla birleşimi ve sadece birkaç malzeme ile ortaya çıkan mükemmel bir ürün… Her ne kadar eleştirilse de, değdi doğrusu. Ben hazır bir pakette, seri üretim bir markadan yedim; ancak evde denemedim ya da asıl yapılmış halini tatmadım.

Antep fıstığı Kozmetik sektörüne baktığımızda, fondötenlerde tonu eşitleme, cildi nemlendirme ve doğal bir görünüm sağlama özelliğiyle öne çıktı. Ancak olayın bombası başka bir yerde patladı: Starbucks İçin Özel Seri! İki ay önce piyasaya çıkan bu ürün, Starbucks’ın rengi, ürün çeşitliliği ve gençleri yakalama stratejisiyle birleşince olay daha da büyüdü. Starbucks, özel bir Antep fıstıklı mocha veya Dubai çikolatalı latte çıkardı ve her kafede büyük afişlerde reklamını döndürmeye başladı. İşte bu noktada dedim ki, “Bu kadar da olmaz!” Bir ziraat mühendisi olarak, bugüne kadar piyasada böyle bir yükseliş görmedim. Meğer artan talep nedeniyle üreticiler aşırı üretime geçmeye başlamış.

Mühendisliğin amacı, elindeki alanı maksimum şekilde değerlendirmek, piyasayı doyurmak ve ulaşılabilir ürün sağlamaktır. Ancak, bu süreçte aşırı gübre, ilaç ve bakım unsurları devreye girince, ürün sağlıklı gibi görünse de aslında zehir bombasına dönüşüyor. Son dönemde, Türkiye’den Avrupa ülkelerine ihraç edilen Antep fıstıklarında aflatoksin seviyelerinin izin verilen limitlerin 7 ila 9 kat üzerinde olduğu tespit edildi. Özellikle İtalya’ya gönderilen partilerde bu durum sıkça yaşandı. Aflatoksin, bazı küf türleri tarafından üretilen, insan sağlığına zararlı ve kanserojen bir madde.
Avrupa Birliği ülkeleri, aflatoksin içeren ürünlerin ithalatına izin vermemekte ve sınır kontrollerinde tespit edilen bu tür ürünleri geri gönderiyor. Avrupa Birliği mevzuatına göre, kabuklu yemişlerde Aflatoksin B1 için izin verilen maksimum limit 8 µg/kg, toplam aflatoksinler için ise 10 µg/kg olarak belirlenmiş. Ancak, Almanya’ya gönderilen bir partide Aflatoksin B1 seviyesi 62,32 µg/kg olarak tespit edilmiş, yani yasal sınırın yaklaşık 7,79 katı. Bu durum, Türkiye’nin ihracatını zorlaştıracak ve ürünlerimiz sınırdan geri dönmeye devam edecektir. Ancak bu ürünlerin çöp olması ve insan sağlığına aşırı zararlı bu ürünlerin imha edilmesi gerekmesine rağmen, ne yazık ki az test yapılan fakir ülkelere gönderiliyor ya da tatlı ve kahve üretimi gibi alanlarda değerlendirilerek bize geri dönüyor.
Çin için “Mutlu Fındık” olan Antep fıstığı, bizim için artık hüzün dolu hale geldi. Yetişemediğin yerde dur demelisin! İmha edilmesi gereken ürünleri ve ilaçları yok etmediğimiz gibi, daha iyi bir imaj ve reklamla piyasaya sürmek, tüketiciyi zehirlemektir. Umarım bu popüler tüketimi sağlıklı bir şekilde atlatırız.
Kapak Fotoğrafı: Joanna Kosinska – unsplash.com
İlginizi çekebilir: Ezgi Şengel’den Too Hot To Handle: İki Ölçek Kimya, Eser Miktarda Beyin ve Bolca Acı