Gaziantep ve Şanlıurfa: Efsanelerle Dolu İki Gün
Kaçamak bir hafta sonu, tarihler arası bir yolculuğa çıkmak ve kendinizi Antik Çağ, Roma ve İslam uygarlıklarının mistik hikayeleri, efsaneleri ve onların günümüze kadar gelebilmiş kültürlerinin içinde bulmak, üstüne bir de lezzet şöleni yaşamak istiyorsanız Gaziantep ve Şanlıurfa sizi bekliyor!
Ne zamandır doğu illerini keşfetmek, yakından görmek istediğim için bu iki şehir güzel bir başlangıç oldu. Sıkıştırılmış bir hafta sonu turu olarak gittiğimiz ve hak ettiği itibarı görmediğini düşündüğümüz bu yerlerde umduğumuzdan fazlasını bulduğumuzu ve bizde tekrar gelme isteği uyandırdığını söylemeden geçemeyeceğim.
Gaziantep Konum
Küşlemeci Halil Usta Konum
Söz konusu mutfağı olunca boş mideler ve büyük beklentilerle vardığımız Gaziantep’te ilk durağımız Zeugma Mozaik Müzesi‘ne birkaç sokak ötede bulunan Küşlemeci Halil Usta oldu. Buraya giderseniz “havyar kıymetinde” olduğunu sık sık duyduğumuz ve her yerde göremediğimiz küşlemenin et sevmeyenlere bile parmaklarını yedirdiğine siz de tanık olabilirsiniz.
Zeugma Mozaik Müzesi Konum
Gaziantep Kalesi ve civarındaki çarşılarda kendimizi kaybetmeden önce gittiğimiz Zeugma Mozaik Müzesi‘nde kazılardan çıkarılmış eserleri incelerken fresk ve mozaiklerin canlılıklarını görüp hayrete düşmemek elde değildi.
Mitolojiye, Antik Yunan tarih ve yaşayış biçimine ilginiz varsa burası size de çok keyif verecek. Biz müzenin ardından sınırlı vaktimizi çarşı alışverişi yaparak, fıstıklı baklava ve şöbiyetlerin tadına bakarak geçirdik ama daha geniş bir vakitte Emine Göğüş Mutfak Müzesi, Hamam Müzesi, Savaş Müzesi ve Beyazhan Kent Müzesi’ni görmek de çok güzel olurdu.
Otantik parçaları seviyorsanız Gaziantep’in rengarenk yemenilerinden (el yapımı deri ayakkabı), sedef işlemeli ürünlerinden, kutnu kumaşından yapılma veya sırma işlemeli giysilerinden kendinize ya da sevdiklerinize alabilirsiniz. Antep fıstığı alacaksanız önce içini açıp rengine bakmanızı tavsiye ederim; yeşil olanlar daha yağlı olduğundan sarı olanlara göre daha lezzetli çünkü. Bölgede fıstıkla birlikte zeytin de çok yetiştiği için doğal zeytinyağlı ürünler de bulmanız mümkün.
Şanlıurfa Konum
Halfeti Konum
Günümüzde Şanlıurfa’nın bir ilçesi olsa da Gaziantep’e daha yakın olan ve iki şehrin ortasında uzanan Halfeti, dünyadaki 204, Türkiye’deki 11 “sakin şehir” unvanına sahip yerden biri. Buraya gelince neden “Saklı Cennet” dendiğini daha iyi anlıyorsunuz. Bölge genellikle Birecik Barajı altında kalan Savaşan Köyü’nün hüzünlü ve güzel görüntüsü ile meşhur. Ancak daha eski medeniyetlerin izlerini görmek de mümkün. Burası pırıl pırıl cam rengi baraj sularının süslediği Rum Kalesi, yer yer fıstık ağaçlarının dizildiği ve koyunların otladığı sarp kayalıklarıyla, Frig Vadisi’ndekileri andıran taştan oyulma mezar anıtları ve antik mağaralarıyla, mistik hikayelerle dolu büyüleyici bir coğrafya.
Tekne turuyla hepsini görmeniz, hikayelerini dinlemeniz mümkün ancak vaktiniz varsa burada daha uzun süre kalabilir, yüzen restoranlarda yerlilerin kendi usullerinde pişirdikleri balıkların tadına bakabilir, Savaşan Köyü’nün geriye kalan tek yerlisi olan amcanın çaycısına uğrayıp manzaraya karşı bir çay içebilir, sular altında kalmaktan kurtulan yüksek kısımlarında zamanın adeta durduğu terk edilmiş taş evleri ve dünyada doğal yollarla sadece burada yetişen siyah gülleri yakından görebilirsiniz. Biz sadece tekne turuyla yetindik ama güneş batmaya yakın şehrin ışıklarının suya vurduğu o anı da kaçırmadık.
Göbekli Tepe Konum
Göbekli Tepe ise bu geziyi yapmamızın başlıca nedenlerindendi. Stonehenge’den 7000, Mısır Piramitleri’nden 7500 yıl daha eski olduğu söylenen böyle bir yapının ülkemizde olması çok güzel. İnsanlığın henüz avcı-toplayıcı olduğu bir dönemde ortaya çıkan bu yapıdaki detaylı hayvan ve insan betimlemeleri insanı şok ediyor. Zira bu denli bir sanatsal ve teknik yeterlilik gerektirecek bir işçiliğin ve bunu yapabilmek için gerekli olan iş bölümü ve organizasyonun bu dönemde olmadığı düşünülüyordu. Müze Kart ile ücretsiz giriş yapabildiğiniz Göbekli Tepe’ye sizi kazı alanının bulunduğu tepeye kadar çıkaran servislerle ulaşıyorsunuz. Birkaç dakikalık bir yolculuğun ardından Şanlıurfa’nın uçsuz bucaksız düzlüklerini gören tepeye varıyorsunuz.
Kazı alanını gezdikten sonra onun çok yakınında bir yerde bir ağacın dibinde bulunan ve kaç yıllık olduğu bilinmeyen ama yöre halkının Göbekli Tepe kazıları başlamadan öncesine kadar bile hep ziyaret ederek dua ettiği, buradaki ağaca çaput bağladığı mezarları da görmeden geçmeyin derim. Aslında üst üste yığılı taşlardan mezar olduğunu düşündürse de o taşların altında gerçekten mezar olup olmadığı da bilinmiyor. Yine de binlerce yıl önce insanların tapınmak için uğrak yeri olan Göbekli Tepe’nin yine binlerce yıl sonra bambaşka uygarlıklarca dua etmek için ziyaret edilmesi beni etkileyen bir ayrıntı.
Vaktiniz varsa müzenin hediyelik eşya bölümüne uğramanızı ve buradaki güzel hediyelik eşya ve anı ürünleri dışında yerli ve yabancı yazarlara ait tarih, arkeoloji (bilhassa Göbekli Tepe) ve mitoloji kitaplarından oluşan özenle seçilmiş kitap seçkisine de göz gezdirmenizi şiddetle tavsiye ederim. Hatta bunu yaparken bir nevi kitap kafe olarak düzenlenen bu mağazada manzara eşliğinde biraz oturup soluklanabilirsiniz.
Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi Konum
Göbekli Tepe’yi görüp Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’ne gitmemek olmaz. Müzeyi gerek sergileme biçimi gerek içinde barındırdığı parçalar gerekse Göbekli Tepe’deki dikili taşlar ve taş duvarların birebir yapılmış replikaları açısından çok başarılı bulduğumuzu söyleyebilirim. Sabah tepeden gördüğünüz tapınağın burada bir nevi içine girmiş gibi oluyor ve binlerce yıl önceden tasarlanmış bu tapınağın heybetini deneyimleme imkânı buluyorsunuz. Ayrıca Göbekli Tepe ve Şanlıurfa’nın çeşitli yerlerindeki kazılardan çıkarılmış tarih öncesi çağlara ait eserleri gördükçe zaman yolculuğuna çıkmış gibi oluyorsunuz. Ayrıca Göbekli Tepe’deki dikili taşlarla benzerlik gösteren ve dünyanın en eski heykeli olarak bilinen Urfa Adamı’nı (Balıklı Göl Heykeli) görmeden geçmeyin derim.
Harran Konum
Bize göre Harran kesinlikle içinde olduğumuz yüzyılda yaşamıyor; burada halk kendi geleneklerini devam ettiriyor. Bölgenin kendine has bir ilginçliği var. Büyük beyaz taşlarıyla şehre serilen kendi haline terk edilmiş Harran Kalesi’nin, önünüzden geçen keçi sürüleriyle onlarla oynayan yerli çocukların ve Harran Konik Evleri’nin görüntüsü buranın genel hatlarını çiziyor. İnsanlar Atatürk Barajı’nın yapımıyla bir nebze zenginleşip beton evler yapmadan buraya özgü konik evlerde kalıyormuş. Bazen hala yılın belli zamanlarında bu yazın serin kışın sıcak tasarlanmış evlerde kalıyor, yazları dışarı kurdukları yataklarda yatıyorlarmış.
Bu yöresel evlerden dünyada sadece Haran’da, Halep’te bir de ilginç bir şekilde İtalya’da bulunuyor. Bunun nedeniyse, buraya gelen bir ressam turistin bu evlerin çizimini yapması ve ardından İtalya’da hayata geçirmesi. Meşhur matematikçi İbn-i Sina gibi pek çok doğulu alimin zamanında çalışmalar yürüttüğü, bugün restorasyonda olan “Harran Üniversitesinden” ise geriye ise gözlemevi olarak kullanılan kulesinin bir kısmı ile heybetli giriş kapısı kalmış. Kaybolmamak için tek başına direnen değerli tarihiyle Harran yalnızlığıyla biraz iç burksa da görülmeye değer.
Balıklı Göl ve Şanlıurfa Kalesi Konum
Şanlıurfa denince hepimizin aklına hep o bilindik Balıklı Göl fotoğrafları gelir. Ben de artık fotoğrafları göre göre ezberlediğimi sandığım bu yeri kendi gözümle görünce bu kadar etkileneceğimi düşünmemiştim.
Tüm heybetiyle tepeye konumlanmış Şanlıurfa Kalesi’nin üzerindeki iki dev sütun ve tam karşısına denk gelen Balıklı Göl ile Ayn Zeliha Gölü’nün varlığı, Hz. İbrahim’in dev bir mancınıkla devasa büyüklükte bir ateşe atıldığı sırada ateşin göle, yanan odunların balığa dönüştüğü Balıklı Göl efsanesine ev sahipliği yapıyor. İnsanların hala bu balıkları kutsal saydığından onlara dokunmaması insanı gülümsetiyor. Balıklar büyüleyici güzellikteki Halilurrahman Cami önündeki Balıklı Göl ile Ayn Zeliha Gölü’nün arasında huzurla yüzüyorlar.
Burayı hem gündüz hem gece gözüyle görmenizi tavsiye ederim. Gece daha sakin ve daha gizemli bir hale bürünüyor ve o zaman ortaya daha güzel kareler çıkıyor. Ama en güzel fotoğrafı çekme derdine kapılıp binlerce yıllık tarihi ile efsanelerinin birbirine karıştığı bu yeri karış karış fotoğraflamanın da çok gerekli olduğunu sanmıyorum. Çünkü bence en güzel fotoğrafına bakmak bile burada olmanın verdiği hissi veremiyor. Burayı kendi benliğinizle deneyimlemenin bir yolunu bulmanızı öneririm. Bu; menengiç kahvesi eşliğinde Ayn Zeliha’nın etrafındaki mekanlarda soluklanmak olabilir, balıkları izlemek olabilir, camilerin ve efsaneye konu olan mağaraların, tünellerin içini gezmek, mimarisini incelemek olabilir. Benim için bunun yolu; oturup gün batımına doğru Halilurrahman Cami ve Balıklı Göl üzerindeki yansımasının hızlı bir biçimde not defterime skecini çıkarmak oldu.
Biz Şanlıurfa’dan kısa programımız nedeniyle uzaktan görebildiğimiz mağara evleri, kalesi, bugün cami olan tarihi kiliseleriyle sonradan uzun soluklu bir gezi yapma hayalleriyle ayrıldık ama sadece gördüğümüz kadarıyla bile beklentilerimizin ötesinde bir hafta sonu deneyimledik.
Kapak fotoğrafı: zeugma.org.tr
İlginizi çekebilir: Neslihan Sancak’tan Gaziantep Lezzet Durakları
İlk yorumu siz yazın!