

Gecenin Kıyısı: Yönetmen Türker Süer ile söyleşi
İkisi de asker olan iki kardeşten üst rütbeli olanın diğerini askerî mahkemeye bizzat sevk etmekle görevlendirildiği gergin bir yol filmi olarak olarak başlayan, fakat bu sırada yaşanan askeri darbeyle bambaşka bir boyut kazanan Gecenin Kıyısı, dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapmış, Türkiye prömiyerinin gerçekleştiği Adana Altın Koza Film Festivali’nden ise üç ödülle ayrılmıştı. Gösterimdeki filmi, yönetmen ve senaristi Türker Süer ile konuştuk.

Kısa filmin Brüder de birbirine yabancılaşmış iki erkek kardeşin hikayesini anlatıyordu. Bu konu neden ilgini çekiyor?
Aile içi ilişkiler her zaman ilgimi çekmiştir. Bunun sebebini tam olarak bilinçli bir şekilde açıklayamasam da, en yakın olduğumuz insanlarla aramızdaki mesafeyi sorgulamak heyecan verici bir şey. Aile, güvenli bir liman olabileceği gibi en büyük çatışmaların da yaşandığı bir yer olabilir. Hani derler ya, “düşmanın bıçağı arkandan, ama arkadaşın önden saplar”. Eğer biri sana zarar verecekse, bunun tanıdık hatta yakınından gelmesi hikâye açısından daha ilginçtir. Bu gerilim çok güçlü bir zemin sunuyor.
Brüder’deki aile içi çatışmaların fonunda Almanya’da yaşayan Türklerin sorunları ve ikilemleri, Gecenin Kıyısı’nda ise iki kardeşin çatışmasının fonunda Türkiye siyasetinde son dönemde yaşananları gözlemleyebiliyoruz. Her iki film için de, mikro düzeydeki aile içi ilişkilerin makro düzeydeki toplumsal arkaplanı simgelediğini söyleyebilir miyiz?
Bu iki filmde de kesinlikle mümkün olan bir bakış açısıdır. Aile içindeki dinamikler, aslında toplumdaki daha büyük yapıları yansıtan küçük ölçekli modeller gibi. Bir aile içindeki çatışma ve farklı dünya görüşlerinin çarpışması bir metafor olabilir. Fakat ben oradan yaklaşmadım konuya. Aslında iki filmde de anlatmak istediğim şey, öncelikle iki kardeşin hikâyesi. Ve bu vesile ile, belli şartlar altında insan olmanın ne demek olduğunu kendimce anlayabilmek için… Ama ilgimi asıl çeken, kesinlikle kardeş hikâyeleri. Hatta bazen kendime şunu soruyorum: Diğer her şey, sadece bu iki kardeşi anlatabilmek için bir bahane mi acaba?

Gecenin Kıyısı’nın dünya prömiyeri Venedik’te yapıldı, yurt dışı festivallerde gösterilmeye de devam etti. Türkiye’nin yakın tarihine ve son yıllardaki politik gelişmelerine hakim olmayabilecek uluslararası izleyicinin filmden kopmaması için senaryoda ve yapım sürecinde özellikle dikkat ettiğin bir şeyler oldu mu?
Filmi yazarken Türkiye’ye dair çok spesifik detayları, evrensel bir anlatımla dengede tutmaya çalıştım. Yurt dışındaki izleyicinin tarihsel veya politik bağlamı bilmesi gerekmemeli –ki zaten bu imkânsız, çünkü Türkiye karmaşık bir yer. Ama karakterlerin duygularını anlamalı. Kardeşler arasındaki sevgi, hayal kırıklığı ve çatışma dünyanın her yerinde anlaşılabilecek evrensel duygular. Bundan dolayı en başından beri bir gayem şuydu: Yurt dışındaki seyirci, Türkiye’de olup bitenlere hâkim olmasa da, kardeşlerin hikâyesini duygusal olarak anlayabilmeliydi – ki bu Türkiye‘deki seyirci için de geçerlidir.
Filmin büyük çoğunluğu kışlalarda, üslerde ve askeri düzenin hakim olduğu ortamlarda geçiyor. Senaryo ve set aşamasında gördüğümüz askeri detaylar ve atmosfer sadece kendi gözlemlerine mi dayanıyor, yoksa bir danışmanlık ya da ordunun bir desteğini aldın mı?
Film için askeriye ile resmi bir işbirliğimiz olmadı. Askeri detaylar ve atmosfer için hem yazılı kaynaklardan faydalandık hem de emekli subaylarla konuşarak araştırmalar yaptık. Bunlar da, askeri prosedürler, üniforma detayları ve kışla hayatının kurallarıyla ilgiliydi. Gerçekçi bir atmosfer yaratmak için detaylara çok önem verdim ama sonuçta bu bir kurmaca film. Yani bazı şeyleri de hikâye ve anlatmak istediğim atmosfer uğruna değiştirdim.

Birer asker oğlu olan iki kardeşin ilişki dinamiklerinin ve karakter farklılıklarının ne kadarını kuşaktan kuşağa etki eden askeri disiplinle olan ilişkilerine bağlıyorsun? Bu iki kardeş meslek olarak askerliği seçmeseydi de birbirlerinden bu kadar zıt olurlar mıydı?
Çok ilginç bir soru. Cevabı kesinlikle bambaşka bir film olurdu. Ve ben şahsen o filmi merak ediyorum. Eğer asker olmasalardı, belki çatışmaları başka bir bağlamda yaşanırdı ama yine de bu kadar keskin farklar olur muydu, emin değilim. Çünkü şu an içinde bulundukları sistem, insanları aşırı uçlara itebiliyor, mutlak değerlere dayalı olduğu için.
İki başrol oyuncusunu seçerken aklında nasıl iki oyuncu vardı? Rıfat ve Berk’in filmdeki dinamiği için ne düşünüyorsun?
En başından beri birbirini tamamlayan ama aynı zamanda birbirine zıt iki oyuncu istiyordum. Ahmet Rıfat Şungar ve Berk Hakman bu anlamda mükemmel bir uyum sağladı. Onların ekrandaki enerjisi, onları gerçekten kardeşlermiş gibi hissettirdi. İkisi de filme bir derinlik kazandırdı. Film boyunca gözlerindeki çatışmayı, sevgiyi ve öfkeyi net bir şekilde görebiliyoruz.

Gecenin Kıyısı’nın kamera arkası ekibi en az kamera önündekiler kadar görünür geldi bana. Özellikle kurgu ve ses tasarımından çok etkilendim. Ekibi oluştururken nelere dikkat ettin? Kurgudaki o sert kesmeler ve ses efektleriyle yaratılan dinamizm senaryo sürecinden beri kafanda olan bir stil miydi?
Filmin her aşamasından fikirler var: Bazıları baştan beri aklımdaydı, bazıları çekim sürecinde çıktı ve bazıları da kurguda. Ekibi oluştururken, hikâyeye ruh katabilecek insanlarla çalışmaya özen gösterdim. Hep birlikte bir arayışa çıkıyoruz. Örneğin görüntü yönetmeni ve yapım tasarımcılarıyla en başından beri çok detaylı konuştuk. Bir hikâye anlatırken, sinemanın sunduğu imkanları kullanmak büyük zevk veriyor bana.
Senin için sırada ne var, bir sonraki filminde yine benzer temalar karşımıza çıkacak mı?
Şu an üzerinde çalıştığım yeni projeler var ama bir şeyler söylemek için henüz çok erken. Fakat geçmişte de bambaşka bir şey üzerine bir hikâye yazarken bile öyle bir an gelir ki kendime şu soruyu sorarım: Bunlar kardeş olsa ne olurdu acaba?
İlk yorumu siz yazın!