Göktay Baştürk ile: Hayalet Ev Buluculuğu Üzerine Bir Sohbet
Çocukluğumdan beri terk edilmiş, eski ya da tarihi dokusunu koruyan evlere bayılırım. Boş zamanlarımda Abandoned America‘nın sayfasında terk edilmiş psikiyatri hastanelerini gezmek beni en çok rahatlatan şeylere arasında. Eşyalar gibi binaların da bir ruhu olduğuna inanıyorum ve yaşanmışlığın hissedildiği ve dramatik bir deyişle “hikayeleri yarım kalmış” binalar bana tarif etmesi çok kolay olmayan bir melankoli hissettiriyor. Yurt dışından fotoğrafçıların bahsettiğim tarzda binaları çektikleri hesaplara çok sık denk geliyordum ama Türkiye’de bu şekilde çekimler yapan kimseye denk gelmemiştim. Sonra bir gün Göktay Baştürk ve Instagram hesabı Colourruins‘e rastladım ve “tam olarak benim yapmak istediğim şeyi yapan biri varmış” diye düşündüm. Böylece kendisiyle iletişime geçtim ve Colourruins üzerine ufak bir röportaj gerçekleştirdik.
Göktay bey merhaba, ben Colourruins’i çok uzun zamandır severek takip ediyorum ancak yeni tanışacaklar için bize kısaca kendinizden ve Colourruins projesinden söz edebilir misiniz?
Colourruins, yani Renk Kalıntıları, fotoğrafa olan ilgimden sonra başladı diyebilirim. Ben Bilgisayar teknolojisi ve programcılığı mezunuyum. Bir taraftan bu alanda çalışma hayatımı sürdürürken, daha sonra Ankara’da AFSAD’ın (Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği) kurslarına katıldım. Böylece fotoğraf yolu başlamış oldu. İlk fotoğraf makineme de aynı zamanlarda kavuştum.
O zamanlar her alanda fotoğraflar çekiyordum. Bir gün Ankara Kalesi’nde gezinirken (daha çok ara sokaklarında, çünkü bir şehri/bir yeri tanımak, o şehrin sembol olmuş caddelerinden, bilinmiş mekanlarından daha çok ara sokaklarıyla başlar benim için.) yıkık dökük bir bina gördüm. Tepede bir ara sokaktaydı. Bina bir pasajdı. Yangın çıkmış, çoğu bölümü küle dönmüştü. (sayfamın ilk fotoğraflarını da o bina oluşturur). Garip bir duyguydu. Nasıl tarif edeceğimi bilmiyorum. Ama o duygu ile terk edilmiş, daha doğrusu sonradan dokunulmamış, kendi haliyle kalmış tarihi yapılara tutkum arttı. Yazı yazmaya da hevesim aynı doğrultuda o zamanlar başladı.
Doğal olarak o zamanlar sadece kişisel olan ınstagram sayfamın adını Renk Kalıntıları (Colourruins) olarak değiştirdim ve sonraki fotoğraflarımı (ve arada yazılarımı) paylaşmaya karar verdim. Halen hem kişisel, hem fotoğraflarımı paylaştığım tek sayfamdır Colourruins.
Keşif ve çekimleri gerçekleştirirken yalnız mı çalışıyorsunuz yoksa size yardımcı olan bir ekibiniz var mı?
Profesyonel bir ekibim yok. Yalnız çalışıyorum. Sadece arada birkaç arkadaşımın eşlik ettiği oluyor.
Fotoğraflayacağınız mekanları seçerken neler arıyorsunuz ve çekime gitmeden önce araştırma yapıyor musunuz?
Ben daha çok sonradan dokunulmamış, yani restorasyon görmemiş, ilk hali (dokuları) çok bozulmamış evleri/binaları/yapıları arıyorum. Önceden araştırdıklarım da oluyor (konum bilgisi, hikayesi, tarihi, geçmişi), sokak sokak gezerken tesadüfen karşıma çıkan yapılar da oluyor (genelde bu tesadüfleri daha çok seviyorum ve beni çeker böyle yerler:) )
Terk edilmiş mekanlara meraklı biri olarak bir dönem ben de farklı mekanları keşfetmeye çalışmıştım ancak sizin çekim yapmayı başardığınız Büyükada Rum Yetimhanesi gibi mekanlara girebilmek, hatta uzaktan daha fotoğraflayabilmek güç olabiliyor. Bunu nasıl başarıyorsunuz?
Büyükada Rum Yetimhanesi’ni ayrı tutmak gerekiyor. Çünkü orası son derece tehlikeli olduğu için giriş sadece patrikhane izni ile yapılabiliyor. O da en fazla girişten belli yerlerde oluyor. Maalesef binanın durumu hiç iyi değil. Ben demirlerin arasından objektifi yakınlaştırarak çekmeye çalıştım.
Diğer mekanlar için de aynısı geçerli aslında. Bu tür yapılara son zamanlarda izin alarak girmek gerekiyor. Bazı yerler özel mülk olduğu için, kendimi tanıttıktan sonra müsaade alarak çekimlerimi gerçekleştirdiklerim oldu. Etkinlik zamanına denk geldiklerim oldu. Boş bulup rastgele girdiğim yerler oldu. Biraz da o anın şansına/akışına bağlı da diyebilirim 🙂
Bir mekanı keşfetmeye çalışırken hiç sorun yaşadığınız ya da başınıza umulmadık bir şey geldi mi?
Şu zamana kadar bir sorun yaşamadım. Başıma umulmadık bir şey gelmedi. Ama özellikle içi tamamen ahşap olan yapılarda yavaş hareketlerle çekimlerimi yapmaya çalıştım.
Bir de en son gittiğim ve içinde çekim yapmak istediğim yerlerden bir izin çıkmadı. O biraz üzdü tabii ki. İzin alma işi artık son dönemlerde özellikle bu tür yapılar için çok zor diyebilirim.
Kapak Fotoğrafı: Instagram/colourruins/
İlginizi çekebilir: Melek Ardıç’tan Pera Palace Hotel
İlk yorumu siz yazın!