Gönüllü Çalışma: Cape Town'da Öğretici Bir Deneyim
Gezmek çoğumuz için bir tutku ve maalesef 2020 yılının büyük bir kısmını karantina sürecinde kendimizi izole ederek geçirdik. Hepimiz için oldukça zor geçen bu yılı kapatırken sizlerle içinizi ısıtacağını düşündüğüm pandemi öncesi ocak ayında gittiğim Güney Afrika seyahatimden bahsetmek isterim. Bu seyahatten öte aslında bir gönüllü çalışma serüveniydi ancak içinde bolca heyecan ve eğlence de bulunuyordu. Sizlerle bu yazımda daha çok çalışmalarımızdan ve oradaki halktan bahsetmek istiyorum. Çok uzun olmaması amacıyla da Cape Town güzelliklerine odaklı kısmı bir sonraki yazımda sizlere paylaşmak istiyorum.
Gönüllü bir projede çalışmak öncelikle fırsatı olan her insanın yapmasını kesinlikle önerdiğim bir tecrübe. Hem sizin hayata bakış açınızı genişletiyor hem de gerçekten kendinize bir şeyler katarken insanlara da kattığınızı fark ediyorsunuz ve bu da muhteşem bir duygu. Öncelikle ben bu programa nasıl ulaştığım hakkında sizi bilgilendirmek isterim. GoEco adı altında bulunan ajans Güney Afrika dahil bir çok ülkede size uygun fiyat aralığında birçok program sunuyor.
Uzun araştırmalarımızın ardından elimizdeki seçeneklerle GoEco’yu karşılaştırdığımızda en çok memnuniyeti ve başarıyı getiren bu ajansla yola devam etmek istedik. Bu kararı verdiğimizde elimizdeki proje opsiyonlarını değerlendirdik ve en sonunda da üniversitede okumak istediğimiz bölüme göre bir tercih yapmak istedik. Böylece, kendi işletmesini kurmak isteyen ancak yeteri bilgisi olmayan insanlara işletme planı hazırlamayı öğretme amaçlı 2 haftalık bir program seçtik ve şansımıza bu program en çok görmek istediğim yerlerden biri olan Cape Town’daydı. Lise üçte bulunduğumuz uluslararası diploma programı sayesinde aldığımız işletme dersleri de tam olarak aradığımız programa uyuşmaktaydı bu yüzden hazırlığımızı yaparken yolumuza büyük bir engel çıkmadı. Tabii ki oradaki yetkililer bizim yeterince bilgiye sahip olup olmadığımızı anlamak için Skype üzerinden bir toplantı ayarladı ve örnek 2 slayt hazırlamamızı istedi. Gereken evraklarla birlikte bunları da hazırladıktan sonra uçak biletlerimizi alarak gitmeye hazırdık.
Uçaktan indiğimizde bizi karşılamaya GoEco görevlisi geldi ve biz dahil birkaç diğer gönüllü çalışanı kalacağımız yerlere bıraktı. Bu yolculukta dikkatimi çeken bir detayı da sizlerle paylaşmak isterim. Afrika siyah çoğunluğa sahip bir ülke olarak bilinse dahi siyah insanların çoğu beyaz insanlara kıyasla çok daha kötü durumdaydı ancak program boyunca hiçbir ırkçı davranışa da sokaklarda rastlamadık.
Odalara yerleştikten ve diğer uluslardan gelen insanlarla kaynaştıktan bir sonraki gün çalışma programlarımız hakkında bilgi verildi. Ben ve arkadaşım yetişkin insanlarla çalışan tek gruptuk, diğerleri ise spor öğretme (sörf, yüzme ve kaykay gibi) ve okulda eğitimi baz alan programları seçmişlerdi. Hafta içi yaklaşık 5 saat süren çalışma programlarımızın öğleden sonrası bize kalıyordu ve böylece hafta sonu da dahil gezmek için oldukça vaktimiz boldu. Hafta içi en geç gece 11’de dönme zorunluluğumuz vardı bunun sebebi de çoğumuz genç çocuklarla çalıştığı için yanlış örnek olmayı engellemekti. Hafta sonları ise hiçbir zaman kısıtlamamız yoktu. Ortak alan da dahil olmak üzere şehrin neredeyse her köşesinde fazla su kullanmamak üzerine uyarılar vardı. Çoğu insanın maalesef sıcak suya bile ulaşımı olmadığı için olabildiğince israfı önlemeye çalışıyorlardı ve ev arkadaşlarımla kullandığım ortak duştan da soğuk su dışında bir şey akmıyordu.
Çalışmalarımıza gelirsek bizim projemiz ve okulla çalışan gönüllüler her sabah bir araç ile Dunoon adıyla bilinen bir bölgeye gidiyorduk. Zamanında sömürgeleşmelerden ötürü kendi evlerinden ve bölgelerinden sürülen siyahlar Dunoon gibi dışta kalan bölgelere yerleşmek zorunda kalmıştı ve hükümet desteğini de o zamandan bu yana hala da yeterince alamıyordu. Evleri gördüğümüzde hepsinin birbiriyle dip dibe bulunması, oldukça küçük oluşu da dikkatimizi çekmişti. Bir diğer şaşırtan şey ise tuvaletlerin evde değil de dışarıda bulunması ve herkesin ortak kullandığı bir yer olmasıydı.
Öncelikle ilk çalışmak için buluştuğumuz insanlar ikiz olan Ken ve Ken oldu. Onlar Dunoon’da ”Ken and Ken” olarak direkt biliniyorlardı çünkü oldukça başarılı olan sokak sanatçılarıydı. Hatta alta resmini de bırakacağım çok güzel bir resim yapmışlardı kütüphanenin duvarına. Kendi sergilerini açmak ve çok daha fazla insana ulaşmak istiyorlardı ve bizden de bu yüzden yardım istediler. Onlara bildiğimiz her şeyi anlattık ve sunumlarımızı sunarak nasıl adım atabilecekleri ile alakalı fikirler sunduk ancak şunu söylemeliyim ki gerçekten bulundukları konumda ne kadar fikir verirsek umut olmaya çalışırsak olalım hayallerini gerçekleştirmek koşullardan ötürü gerçekten oldukça zordu. Buluşmamızın 2. gününden sonra Ken ve Ken bir daha görünmedi onlara ulaşmak istedik ancak ulaşamadık. Parasal açıdan o kadar kötü durumdalardı ki az bir miktar için ellerindeki tek telefonu da insanlara kiralıyorlardı.
Ken ve Ken ikizlerine bir daha ulaşamadıktan sonra Estaline ile çalışmaya başladık. Estaline, Dunoon’daki çocuklara günlük bakım, eğitim ve eğlence hizmeti sunan bir anaokulu işletiyordu. Ancak bulundukları durumdan ötürü ailelerden de oldukça düşük bir ücret alıyordu ve bu miktarda ancak çocukların yemek ihtiyaçlarını sağlamaya yetiyordu. Okulunu daha çok geliştirerek, hükümetten yardım alarak çocuklara ışık olmak istiyordu ve biz de elimizdeki tüm bilgileri ve yapması gerektiğini düşündüklerimizi ona aktardık. Bizle olan çalışmaları bitince avukatı ile birlikte görüşmeler yapmak için şehir merkezine inmeye başladı.
Beklediğimizden erken biten projemizle birlikte bize dönünceye kadar farklı projelerde devam etme opsiyonu sundular ve bende Estaline’in yönettiği okulda öğretmenlik yapmak istedim. Çocukların gözlerindeki ışığı, sevgiyi o kadar yoğun hissediyordunuz ki gerçekten sevginin en saf halini çocukların hissettiğini anladım o an. Bizi görünce sarılmak, dokunmak ve sevmek istiyorlardı. Çoğunun annesi ya da babası yoktu ve onlar içinde yaşadıkları gerçekten çok uzaklardı. Bunlara rağmen içlerindeki o neşe ve sevgi insanı hem mutlu ediyor hem de içini biraz burkuyordu. Çocuklarla çalıştığımız süre boyunca onlara İngilizce saymayı, renkleri ve ayları öğrettik. Birbirlerinin doğum günlerini bilsinler diye de büyük bir doğum günü ağacı hazırladık. Herkesin tarihini doğru yazabilmek için ulaşabileceğimiz velilerle iletişim kurduk ancak bazıları tarihi bilmezken bazılarının hem annesi hem de babası farklı tarihler verdi.
Bu anlara tanıklık edince, yaşadıkları ve bulundukları koşulları görünce gerçekten hayata ne kadar uzak olduğumuzu ve ne kadar iyi şartlarda yetiştiğimizin farkına çok iyi vardım. Sadece Afrika’da değil birçok ülkede ve birçok yerde insanlar böyle şartlar altında veya çok daha kötü durumlarda hayatlarına devam etmeye çalışıyor ve biz çoğumuz bunların farkında bile değiliz. Bu sebeple durumu elveren herkesin bu tarz projelere katılarak kendi dünyaya bakış açılarını genişletmelerini, birkaç insanın hayatına dokunmanın ne kadar özel bir duygu olduğunu anlamasını çok isterim. Afrika kadar uzak olmak zorunda değil aynı topraklar üstünde yaşadığımız insanların bile desteğimize ihtiyacı var. Umarım sizle paylaştığım bu Cape Town maceramı severek okumuşsunuzdur, bir sonraki yazı da görüşmek üzere. Sağlıcakla kalın!
Kapak Fotoğrafı: Defne
İlginizi çekebilir: Aslı Sancar’dan Sosyal Sorumluluk
Ne mutlu Defne! Böyle bir deneyimi erken yaşta yaşamışsın. Eminim ki gelecek senelerini de şekillendirmiştir.