Harry Potter ve Melez Prens’in açılış sahnesini hatırlarsınız: Dumbledore, Harry’i muggle dünyasının sıradan metro istasyonundan alıp büyücülük dünyasının tam da kalbinde, gizemli ve eski bir eve götürür. Harry, cisimlenme sonrası nereye geldiğini tam olarak anlayamaz; sadece bir yerden başka bir yere değil, başka bir zamana ve bambaşka bir gerçekliğe geçmiş gibi hisseder. Grundtvigs Kirke’ye yapacağınız ziyaret de işte böyle bir his bırakacak sizde. 

img_7779-2
Grundtvigs Kirke | Fotoğraf: A. Reyyan Arslan

Kopenhag’ın Bispebjerg semtine uzanan yollar, sıradan bir şehir dokusunun ritmiyle devam ederken bir anda bu büyüleyici yapı karşınıza çıkıveriyor. Grundtvigs Kirke, her şeyden bağımsız ve her şeye aitmiş gibi. Sanki ne bir ülkeye ne de bir çağa ait; soğuk savaşın baskı dolu dönemlerinden çıkıp gelmiş ama aynı anda insanlığın en sıcak, en özgür dönemlerini içinde barındırıyormuş gibi. Bir bilimkurgu filminin nostaljik ve distopik atmosferinde hissettiren bu yapı, hem geçmişin hayaletlerini hem de geleceği tuğlalarının arasına sıkıştırmış bir eser. 

Sadece bir bina değil, bir duyguydu. Bir yandan zamanın bütün yükünü taşıyan bir anıt gibiydi ama bir yandan da insanın her zaman yeniden başlayabileceğini, yeniden inşa edebileceğini fısıldıyordu. Öyle bir yer ki burada hem geçmişin hem de geleceğin yankıları var fakat asıl duyulan şey insanın zamansız bir varlık olduğuna dair sessiz bir hatırlatma. Avrupa’nın diğer ibadethanelerinde sıkça gördüğümüz o karanlık ve karamsar gotik havasından ya da barok mimarinin göz kamaştıran, ama kimi zaman boğucu süslemelerinden çok uzakta, sade ama bir o kadar da derin bir ruhaniyet taşıyordu.

Grundtvigs Kirke’nin hikâyesini anlamak için onun adını aldığı düşünür Nikolaj Frederik Severin Grundtvig’e kulak vermeliyiz. Grundtvig, sadece bir düşünür değil; aynı zamanda bir eğitimci, bir reformist ve bir hayalperestti. Hayat boyu öğrenmeyi ve eğitimi, sadece ekonomik büyüme ya da sistemsel fayda için değil, insanın kendi varlığını anlaması için bir gereklilik olarak görüyordu. 

Onun “Halk Yüksekokulu” (Folk High School) fikri, insanların sadece bilgiyi tüketen değil, birbirleriyle bağ kuran, hayatın anlamını keşfeden bireyler olmasını hedefliyordu.

Burada, bir sınavdan geçmek ya da bir müfredatı tamamlamak yok gibi. Bu kilisenin tuğlaları bile insanı bir öğrenci gibi görmüyor; aksine, birer eşit, birer dost gibi yaklaşıyor. Tıpkı Grundtvig’in halk okulları gibi, burası da insanı yargılamadan, ona bir alan açıyor. 

img_5551
Grundtvigs Kirke | Fotoğraf: A. Reyyan Arslan

Kiliseyi dolduran ışık, Grundtvig’in eğitim anlayışını anımsatabilir. Işığın her köşeyi dolduruşu gibi, o da bilginin herkes için eşit bir şekilde yayılmasını istiyordu. Bu yüzden, Danimarka eğitim sistemine ve toplumuna kök salmış olan bu düşünce, tuğla tuğla bu yapının içine işlenmiş gibiydi.

Grundtvigs Kirke’nin mimarisi, bu anlayışı muhteşem bir şekilde yansıtıyor. Her bir tuğlası, bireylerin bir topluluğun parçası olarak bir araya gelmesini temsil ediyor gibi. Ama işin güzel yanı şu ki, bu kilisede tuğla tuğla yükselen topluluk, tek tip bir homojenlik sunmuyor. Aksine, her bir tuğla kendi dokusunu ve rengini koruyor; bireysellik, topluluğun içinde kaybolmuyor. 

Bugün, bu tarz bir topluluk anlayışının ne kadar zor olduğunu biliyoruz. Dünyanın pek çok yerinde milliyetçilik ve bölünmelerle uğraşırken Grundtvigs Kirke’ye bakmak, farklılıkların içinde bir arada yaşayabilme fikrini bu kadar sade ama etkili bir şekilde anlatan başka bir yer gördüğümü sanmıyorum.

Grundtvig, bir topluluğun içinde bile bireysel özgürlüğün vazgeçilmez olduğunu savunuyordu. Bu özgürlük, yalnızca insanın düşüncelerini ifade edebilmesi değil; aynı zamanda hakikati arayabilmesi, yanlış yapabilmesi ve hatta gerektiğinde otoriteye karşı çıkabilmesi anlamına geliyordu. Grundtvigs Kirke, bu özgürlük anlayışını iç mekânında yansıtıyor. Yüksek tavanları ve geniş alanları, insana hem korunaklı hem de özgür hissettiriyor. Bu bir tezat değil; aksine, bireysellik ve topluluğun yan yana gelebileceğini kanıtlıyor.

Mimar Peder Vilhelm Jensen-Klint, burayı sadece bir kilise değil; aynı zamanda bir ulusal anıt olarak tasarlamış. Jensen-Klint’in kullandığı yerel sarı tuğlalar, hem Danimarka’nın mimari mirasını onurlandırıyor hem de yapıya sıcak, insanı sarmalayan bir atmosfer kazandırıyor. Gotik esintiler taşıyan bu kilisede, ağır taş süslemeler ya da gözü yoran detaylar yerine, yalın ama bir o kadar da etkileyici bir düzen hakim.

Dış cephesi, özellikle çan kulesi, uzaklardan dahi insanı kendine çekiyor. Sanki bir org enstrümanının devasa boyutlara bürünmüş hali gibi yükseliyor gökyüzüne. Ancak, buraya yaklaştıkça dış cephenin görkemi ile iç mekânın dinginliği arasında bir tezat değil, kusursuz bir uyum olduğunu fark ediyorsunuz. İçeri girdiğimde, gözlerim önce nefes kesen yükseklikteki tavanlara doğru kaydı. Göğe yükselen kemerler, insana, zamanın ötesinde bir mekânda olduğunuzu hatırlatıyor. Ama bu mekân, klasik Gotik kiliselerin verdiği “ağırbaşlı kutsallık” hissi yerine, bir özgürlük ve ferahlık duygusu yayıyor.

img_5533-2
Grundtvigs Kirke | Fotoğraf: A. Reyyan Arslan

Kilisenin iç mekânında süslemelerden tamamen arındırılmış sade bir estetik var. Beş milyonu aşkın sarı tuğladan inşa edilen bu alan, ışık ve gölge oyunlarıyla adeta bir resitale dönüşüyor. Gün ışığı, pencere pervazlarından süzülerek mekânda doğal bir düzen kuruyor. Burada dekorun eksikliği bir zaaf değil, tam aksine bir davet: Düşünmeye, hissetmeye, kendi içsel yolculuğunuza çıkmaya yönelik bir davet.

Mekânın akustiği de aynı sade estetiğin bir parçası. Ses, bu yüksek tavanlı, geniş kemerli mekânda yankılanırken sanki duvarlar bile nefes alıyor gibi hissediyorsunuz. Bu, sadece bir ibadet alanı değil; aynı zamanda bir sanat eseri, bir mimari manifesto. Jensen-Klint, bu kiliseyi tasarlarken belli ki yalnızca taş ve tuğla ile değil; bir anlam arayışıyla çalışmış. Kilise, Danimarka’nın ulusal kimliğiyle dinin harmanlandığı bir düşünce mekânı olarak tasarlanmış.

Grundtvigs Kirke’yi bu kadar benzersiz yapan şey, yalnızca estetiği değil; aynı zamanda taşıdığı felsefi derinlik. Danimarka’nın ulusal kahramanı Grundtvig’in halk eğitimi, katılımcı demokrasi ve insancıl Hristiyanlık anlayışı, bu yapının ruhuna işlenmiş gibi. Grundtvig, bir ulusun ortak ruhuna, halkın birlikteliğine ve bireyin inancıyla olan kişisel bağının gücüne inanıyordu. Kilise de tam olarak bu değerleri yansıtıyor: Birlik, sadelik ve derinlik.

İçinde bulunduğunuzda, yalnızca bir mekânda değil, bir düşüncenin içinde olduğunuzu hissediyorsunuz. Bir süre banklardan birine oturup, bu tuğla şiirinin içinde vakit geçirin. Pencerelerden süzülen ışık, sessizliği büyülerken izleyin. Görkem her zaman detaylarda değildir; bazen, en yalın olan en derin olandır. Grundtvigs Kirke, bu sadeliği ile hem geçmişin hem de geleceğin sesi gibi. Göğe yükselen tuğlalarıyla, insana şu soruyu soruyor: “Gökyüzüne ulaşmanın tek yolu yükseklik mi? Yoksa sadelik mi?” 

img_7783
Grundtvigs Kirke | Fotoğraf: A. Reyyan Arslan

Eğer Kopenhag’a yolunuz düşerse, Grundtvigs Kirke’yi görmeden dönmeyin. Zamanın ve mekânın ötesinden gelen bu kilise, belki de insanlık için en sıcak mesajı veriyor: “Hepimiz farklıyız, ama yine de bir arada olabiliriz.”

Kapak Fotoğrafı: A. Reyyan Arslan

İlginizi çekebilir: Ezgi Cenk: Travel One’dan Kopenhag Notları