Güney Afrika Turum Vol. 1: Mother City - Cape Town
Her bayramda ailecek tatile gitmek ritüellerimizdendir; genelde Avrupa şehirleri olan tercihimiz bu sene bir hayli güneye kaydı ve bu bayramda kendimizi 22 kişilik bir arkadaş grubuyla Güney Afrika’da bulduk. Capetown, Sun City ve Johannesburg olarak 3 rotadan oluşan bu tatilin detaylarını 3 ayrı yazıda anlatacağım. Ve karşınızda ilk durağımız olan Capetown!
Capetown’a ayak basmadan önce hakkında sınırlı bilgiye sahiptim. Ümit Burnu’na gitmek, masmavi okyanus manzarasını görmek, Masa Dağı’na çıkmak ve sokaklarda canlı olarak Afrika müziği dinlemek ile sınırlıydı isteklerim. Ama Capetown bana düşündüğümden çok daha fazla şey sundu. Neler mi? Yavaş yavaş başlayalım…
Öncelikle Capetown’a “Afrika’nın kabile hayatını göreceğim” mantığıyla gitmemelisiniz. Onu önceden söyleyeyim. Çünkü burası marinası, sokakları, şirket binalarıyla gayet uygar bir şehir. Oraları görmek istiyorsanız, rotanızı daha çok Kenya, Tanzanya veya Fildişi Sahilleri’ne yönlendirmeniz gerekir. – Ki benim size tavsiyem; Afrika turunuzda önce bir Güney Afrika’yı görün yaşayın, Afrika yemeklerine, müziklerine, aksesuar ve burada az görseniz de geleneklerine alışın sonra daha “Afrika” olan ülkelere gidin…
Masa Dağı ve Lion’s Head
Capetown’un içine ilk girdiğiniz anda sizi tepesi neredeyse dümdüz olan ve bu nedenden dolayı Masa adını almış, Masa Dağı karşılıyor. Bu dağ, üzerine gelen bulutlarla şehri tam ortasında bir sanat eseri gibi duruyor. Gökyüzünde hiç bulut yokken, sadece Masa Dağı’nın üzerinde gerçekten çok alçak olan bulutlar dolaşıyor; Güney Afrikalılar bu bulutlara da “Masa Örtüsü” adını veriyorlar. Biraz fazla turistik belki; ama görmeye değer: Teleferikle Masa Dağı’nın en yukarısına çıkıyorsunuz ve sizi inanılmaz bir Cape Town manzarası bekliyor. Dağın düzlüğünden dolayı tepesinde rahat rahat gezebiliyorsunuz. Biz ordayken bazı turistler dağcılık yapmak adına, dağdan halatlarla aşağı iniyorlardı. Tabii ben o kadar cesaret edemedim; güzel güzel etrafında 360 dönerek inen teleferiğime binip, huzurlu bir şekilde aşağıya vardım 🙂
Cape Town’un manzarasına doyamazsanız; Lion’s Head de Cape Town’ı yine yukarıdan görmenin ikinci bir alternatifi. Geç bir saatte çıkacaksanız dolunayın olmasını tercih edin. Yukarıda eşsiz manzaranın keyfini çıkarın.
Waterfront
Waterfront, Cape town’un lüks bir köşesi ve şık bir marinası. Suç oranı yüksek olan bir şehir olduğundan turistler burada kendilerini daha güvende hissettikleri için buraya geliyorlar. İçerisinde küçük bir alışveriş merkezi ve etrafında onlarca restoran var. Restoranlar daha çok deniz mahsülleri üzerine; biz ilk gece Balducci’s adlı bir restoranda yedik. Giderseniz benim için baby kalamar yiyin, çok lezzetliydi! Bir diğer seferinde ise Greek Restaurant diye bir restorana gittik, yemekler güzeldi, sushi’leri lezzetliydi ancak servis inanılmaz yavaştı. (Aslında Güney Afrika’da bir yerden sonra servisin yavaşlığına alışıyorsunuz…) Waterfront gündüz de çok canlı, etraftaki butikler ve canlı müzik yapan gruplar size keyifli bir gün geçirtiyor.
Ve Ümit Burnu!
Ümit Burnu’na gidip, Dünya’nın en güney uçlarından birine ulaştım sonunda. Hint ve Atlantik okyanuslarının birleşme noktası olduğundan çok ama çok fazla rüzgar oluyor, kalın giyinmenizi ve önceden saçlarınızı sıkı sıkı bağlamanızı tavsiye ederim. Burada enteresan bir dinamik var; okyanusların birleşimi sadece rüzgar değil, çok güçlü dalgalar da oluşturuyor; iki tarafın renkleri birkaç ton farklı oluyor…
Ümit Burnu’na gitmişken Cape Point’e de çıkmak lazım. Çıkış biraz yoruyor ama değiyor; yine güzel bir okyanus manzarası sizi karşılıyor. Biz Cape Point’e çıktığımız zaman grupça şampanya patlattık; gerçekten çok keyifli bir andı… (Not: Buraya çıktığınız zaman Babun – bir maymun türü – görme ihtimaliniz çok yüksek; şirin bir şempanze diye düşünüp, yemek vermeyin çünkü bayağı vahşiler. Bir de yemek zannedip, eşyalarınızı çalabiliyorlar.)
Ümit Burnu’na giderken Simon’s Town‘ın yanındaki Boulders Beach‘te penguenleri ziyaret edebilirsiniz; kışın ince bir kürkü olan bu penguenler, yazın gelmesiyle tüylerini yavaşça döküyorlar. Ben gittiğimde tam ara mevsim olduğundan penguenlerin vücutlarının yarıları tüylü diğer yarıları ise tüysüzdü. Çok komik duruyorlardı. Bir de bu penguenlere, eşek diyorlar; bildiğiniz eşek gibi anırıyorlar 🙂
Burada birkaç café var, uğrayıp bir şeyler atıştırabilirsiniz, okyanus manzarası karşısında bira içmek keyifli oluyor. Bira seviyorsanız, Güney Afrika’nın en popüler birası olan Castle markasını tavsiye ederim.
Bağlar ve Şarap Tadımı
Capetown’ın biraz dışarısında şarap bağlarını ziyaret edip, tüm günümüzü piknik ve şarap tadımı yapmakla geçirdik. Burada iki tane ayrı bağa gittik; bir tanesi daha büyük bir firma olan Boshendal’in bağlarıydı. Buranın bahçesinde harika bir piknik yaptıktan sonra (Piknik sepetlerini kendileri hazırlayıp size getiriyorlar; içerisinde rozbiften patates salatasına, humustan hardallı tavuğuna kadar birçok seçenek var. Güzel bir köy ekmeğiyle muhteşem bir öğün oluyor.) tadım bölümüne geçtik.
Kısa bir şarap kursu almış olduk; daha sonrasında da beğendiğimiz şarapları Türkiye’ye getirmek amacıyla satın aldık. Bu arada Güney Afrika’da şarap Türkiye’ye göre çok ucuz. Şık bir restoranda 150 rand’a (15 Euro, 35 TL) başarılı bir şarap açtırabiliyorsunuz, ki bu fiyat Türkiye’de 80 TL’lere çıkıyor.
Buradan çıkıp daha butik bir firma olan Grande Provence şaraplarının bağlarına gittik. Grande Provence’in sahibi bir mimar; o yüzden tadım bölümünün çok şık ve “cool” bir havası var. Yüksek tavanlar, etrafta tablolar, hemen yanda bir sanat galerisi eşliğinde şarap tadımı yapıyorsunuz.
Grande Provence’in Sauvignon Blanc şarabına tek kelimeyle aşık oldum; tabii taşıyamayacağım için tek bir şişe alabildim. Şişeyi açıp, özel bir günde şarabı içmek için sabırsızlanıyorum! Burada bizi şarapların yapıldığı ve fıçılandığı yerleri de gezdirdiler; kısacası bu günümüz şarap tadımından yapımına bol alkollü ve şarap kültürlü geçti 🙂
Five Flies, Long Street ve Mama Africa
Capetown ziyaretimizin ikinci akşamında Five Flies (14 Keerom Street, Cape Town 8000) adlı bir restorana gittik. Restoran ambiansı, yemeklerin lezzeti ve garsonların sempatikliğiyle benden tam puan aldı. Hayatımın en güzel çorbasını Five Flies’ta içtim diyebilirim; kuzu çorbası içtim; giderseniz not alın; tavsiye ediyorum. Yemeğin sonunda çok lezzetli bir creme brulée yedim; ve güzel bir yemek sonrası masamdan tok ve mutlu kalktım. (Bu arada Afrika yemeklerine ve yorumlarıma Güney Afrika tatilimin ikinci yazısında yer vereceğim, bekleyin!)
Five Flies’tan kalktıktan sonra oranın ünlü bir (hatta tek) caddesi olan Long Street‘e gittik. (Not: Yürüdük dediğime bakmayın; çok yakın diye yürüdük; yoksa Cape Town’da hava karardıktan sonra sokaklarda rahat rahat yürünmüyor; insanlar ciddi anlamda gasp olaylarından dolayı çok tedirginler.)
Long Street’te Mama Africa adında canlı Afrika müziği yapan bir bara gittik. Abavuki adlı grup; bize çok eğlenceli dakikalar geçirdi. O kadar keyif aldım ki; bir ara Güney Afrika müziği tarzında coverladıkları Stand By Me şarkısında sahnede dans ediyordum 🙂 Cape Town’a giderseniz Long Street’te gezinmenizi ve bir akşam Mama Africa’da bira içmenizi tavsiye ederim! (Not: Çıkışta kesinlikle barın kapısındaki güvenliğin sizi bindirdiği, durak taksiye binin!)
Unutmadan, Cape Town’un en ünlü oteli olan Hotel Mount Nelson‘da beş çayları çok ünlü; hem çok asil bir İngiliz mimarisine sahip Hotel Nelson’ı görmek, şık bahçesinde beş çayı almak keyifli bir akşamüstü programı oluyor. Beş çayının açık büfesi dillere destan…
“Evet, Capetown bu kadardı” desem yalan olur, aslında Cape Town, rengarenk evlerden oluşan Müslüman Mahallesi, 1994′e kadar ırkçılıktan gerçekten çok çekmiş tarihi ile (Johannesburg yazımda anlatacağım), her evin kapısındaki elektrik telleriyle, etrafta gezinen sincaplar, parkları ve harika doğası ile çok daha fazlası… Biraz turistik bir yazı oldu ama ikinci ve üçüncü yazım daha Güney Afrika şehirlerini, doğasını, yemek ve insanlarını incelemeye dayalı olacak. Birkaç gün sabredin; uzun bir inceleme ve safari yazısı sizleri bekliyor! Kısaca, asıl macera safari ile beraber az sonra başlıyor…
Sevgiler!
Devamı: Vol.2 – Safari
İlk yorumu siz yazın!