Daha: Hakan Günday’ın Mülteciliğe Odaklanan Romanı
Bildiklerimiz insanlığa dair umutlarımızı yıkarken bilmediklerimiz bize neler yapacak? Hangi duvara çarpıp, hangi denizde boğulacağız? En önemlisi hangi sebepten dolayı utanacağız? Tıpkı adı gibi bildiklerimizin dahası ve fazlası. Yeraltı edebiyatının başarılı yazarı Hakan Günday’ın Daha’sı bize ne demek istiyor?
Daha, Hakan Günday
İlk olarak “Daha” adlı romandan bahsetmeden önce Ortadoğu ve Avrupa’yı birbirine bağlayan maddi ve manevi açıdan köprü görevi gören Türkiye’nin o “meşhur” jeopolitik konumunun önemini bu romanda sıkça anacağınızı size söyleyebilirim.
Ana karakterimiz Gazâ ise bu konuda oldukça hassas: “Doğu ile Batı arasındaki fark, Türkiye’dir. Hangisinden hangisini çıkarınca geriye Türkiye kalır, bilmiyorum ama aralarındaki mesafe Türkiye kadar, ondan eminim. Ve biz orada yaşıyorduk. Her gün politikacıların televizyonlara çıkıp jeopolitik öneminden söz ettiği bir ülkede. Önceleri çözemezdim ne anlama geldiğini. Meğer jeopolitik önem, içi kapkaranlık ve farları fal taşı gibi otobüslerin, sırf yol üstünde diye, gecenin ortasında mola verdiği kırık dökük bir binanın ada ve parsel numaralarıyla yapılan çıkar hesapları demekmiş. 1.565 km uzunluğunda koca bir Boğaz Köprüsü anlamına geliyormuş. Ülkede yaşayanların boğazlarının içinden geçen dev bir köprü. Çıplak ayağı Doğu’da, ayakkabılı olanı Batı’da ve üzerinden yasadışı ne varsa geçip giden, yaşlı bir köprü. Kursağımızdan geçiyordu hepsi. Özellikle de, kaçak denilen insanlar… Elimizden geleni yapıyorduk… Boğazımıza takılmasınlar diye. Yutkunup gönderiyorduk hepsini. Nereye gideceklerse oraya… Sınırdan sınıra ticaret… Duvardan duvara…”.
Türkiye sınırından her an sürü şeklinde geçen binlerce mülteci var ve tahmin edeceğiniz üzere hayalleri Avrupa. “Daha”, tam da bu konuya parmak basıyor. Hakan Günday’ın deyimine göre “insan kaçakçılığına”. Ana karakterimizin -Gazâ- babası tahmin edebileceğiniz üzere insan kaçakçısı. Gazâ ise babası sayesinde kaderinin mahkumu. Avrupa hayalleri olan mültecileri belirli bir para karşlığında gruplandırıp sınırdan farklı yollarla geçiriyorlar. Bu süreç bazen uzayabiliyor ve bu grupları yer altında olan bir depoda günlerce, hatta bazen haftalarca yaşamaya zorluyorlar. Hava yok, tuvalet yok, özel alan, zaten o hiç yok. Bu romanda ana karakterimiz Gazâ’nın bu insanlarla adeta oynadığını okuyoruz. Bazen onları havasız bırakıyor, bazen susuz, bazen kaos çıkartıyor, bazen isyan, bazen de demokratik denemeler yapıyor ve tüm bunları deney olarak adlandırıyor. Babasına ısrarla kurdurduğu kamera sistemiyle olanların hepsini keyifle izliyor. “Sosyal mesafe denilen, insanlar arası, saygı kaynaklı asgari boşluğa tecavüz etmek müthiş bir duyguydu”
“Daha” boyunca Gazâ’nın içsel hesaplaşmalarını, vicdan sorgulamalarını, kamu yönetimi adına aldığı deneysel stajını Hakan Günday’ın müthiş tanımlamalarıyla izliyoruz. İşin acı yanı ise anlatılanların kurgudan ibaret olmama ihtimalinin yüksekliği, evrensel insan haklarının sadece batı halkına özel olduğu gerçeğini en sert şekilde yüzümüze vuruyor bu kitap…
Kapak Fotoğrafı: dogankitap.com.tr
İlginizi çekebilir: Nesliay Ocakküçük’ten Balıkçı ve Oğlu
İlk yorumu siz yazın!