Piyanist Hania Rani İle: Neoklasik Melodiler Üzerine
Zarif ve bir o kadar da güçlü notalarıyla Neoklasik müziğin en dikkat çekenlerinden biri kuşkusuz Piyanist Hania Rani… 19 Şubat’ta Zorlu PSM’de gerçekleşecek çevrim içi konseri öncesinde kendisiyle çok kapsamlı ve keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Piyanosuyla tanışmasından, Berlin’deki iş deneyimine, büyüleyici melodileri nasıl ürettiğine dair merakınızı gidermek, Hania Rani’yi daha yakından tanımak isterseniz, sizi röportajımıza alalım!
Seni biraz daha yakından tanıyabilir miyiz? Piyano çalmaya nasıl başladın ve nasıl profesyonel bir piyanist oldun?
Piyano çalmaya yedi yaşımda başladım, yani yirmi yıldan fazladır çalıyorum. Piyano çalmıyor ya da müzik yapmıyor olmanın nasıl bir şey olduğunu hatırlamıyorum bile. Konservatuvara başlamam ailemin kararıydı ama benim için de çok doğal gelişmişti, evde zaten enstrüman çalınıyor, müzik yapılıyor, müzikten zevk alınıyordu. Müzik, bir uğraş, bir hobi olarak da hayatımızın önemli bir parçasıydı yani. Kısacası piyano çalmaya aile evimde başladığımı söyleyebilirim, sonrasında klasik müzik eğitimi almaya başladığımda da ilk enstrümanım yine piyanoydu.
Varşova’da yaşıyor ve Berlin’de çalışıyorsun. İki kentten hangisinin müziğine daha çok katkısı olduğunu, sana daha çok ilham verdiğini düşünüyorsun?
Berlin hem kariyerim için hem de hayatım için çok önemli bir yere sahip. Benim için büyük bir değişikliğin başlangıcıydı. Bana başka müzisyenlerin müziğinin ötesine geçmek, kendi müziğimi yapmak için cesaret verdi. Sokaktaki, toplu taşımadaki insanları gözlemlemeyi orada öğrendim. Berlin istediğiniz kişi olmanıza izin veriyor, çok fazla özgürlük tanıyor. İnsanlar birbirinden çok farklı. Orada herkes için, yani farklı sanat ve yaratıcı yaklaşımlara bir yer olduğunu gördüm. Bu da kendi müzik hayatıma başlamak için, daha doğrusu gereken cesareti bulmam için beni tetikledi diyebilirim.
2019’da Gondwa Records’dan çıkan albümün “Esja”, uluslararası başarı yakaladı ve yılın keşfi seçildi. Polonya’nın Grammy’leri diyebileceğimiz Fryderki ödüllerinde beş kategoride aday gösterildi. Henüz ilk albümünle yakaladığın bu momentum ve kazandığın başarıyla ilgili ne söyleyebilirsin?
Esja ilk albümüm gibi gözükse de aslında çok, çok uzun yıllar süren çalışmaların, yirmi yıllık klasik müzik eğitimimin ve farklı müzisyenlerle yaptığım birçok proje ve işbirliğinin ardından geldi. Öncesinde müzik hayatımda da kişisel hayatımda da birçok başarısızlık yaşadım. Tüm olası hislerin tadına vardım, buna iyi hisler de, kötü yorumların getirdiği ve müziğimin yeterince iyi olmadığını düşünmeme neden olan kötü hisler de dahil. Bu başarı tabii ki beni çok mutlu etti, diğer yandan bir kısmının şansla ilgili olduğunu da biliyordum.
Doğru zamanlama hayatınızda iyi şeyler olmasını sağlayabiliyor. Örneğin bazen çok iyi olduğunu düşündüğünüz bir kayıt yapıyorsunuz ama insanlar bunu kaçırıyor ya da ciddiye almayabiliyor. Bazen de sıradan olduğunu düşündüğünüz bir kayıt yapıyorsunuz ve en çok dinlenen, en sevilen işiniz haline gelebiliyor. Yani biraz şans meselesi… Mütevazi kalmaya ve şanslı olduğumu düşünmeye çalışıyorum. Ve minnettarlık da hissediyorum çünkü herhangi bir ödül kazanamayan ya da ödüllere aday dahi gösterilmeyen birçok iyi müzisyen ve sanatçıların da olduğunu görüyorum.
“Home” albümü senin için neler ifade ediyor? Albümdeki vokal ve elektronik tınıları ileride de müziğinde duyacak mıyız?
Açıkçası “Home” üzerine çalışmaya ilk albümüm “Esja” ile aynı anda başladım ve ilk önce hangisinin çıkacağına tamamen tesadüf eseri karar verildi, benim için önemli bir sırası yoktu. Farklı enstrümanlar, farklı enstrümantal katmanlar ve yeni ifade şekilleri kullanmak her zaman bana ilham verdi. Bu yüzden buna yönelmeye devam edeceğimi düşünüyorum, tabii asla asıl enstrümanım olan piyanodan kopmadan… Müziğimde çeşitliliği seviyorum, tüm o yeni enstrümanları öğrenmek benim için de bir bilgi birikimi sağlıyor.
“Home”a gelecek olursak… Bence çalışmak, seyahat etmek ve hissetmekle çok ilgisi var. Yalnızlık değil ama belki bir tek başınalık… “Ev hissiyle” ve “ev”in herkes için ifade ettikleriyle de… Evimizi nasıl özlediğimiz, özleyip özlemediğimiz, ya da belki de hâlâ evsiz oluşumuz, ev diyebileceğimiz bir yerimiz olup olmadığı, onu arayıp aramadığımız… Kısacası bu albüm ev denilen yeri aramak üzerine ama fiziksel bir mekan ya da yerden ziyade soyut anlamda.
2020’de yayınladığın müzik videosu “F Major” dansçıların ritmiyle bütünleşiyor ve izleyiciyi hipnotize ediyor. Çekici İzlanda manzaralarının eşlik ettiği bu videonun hazırlık aşamaları nelerdi?
Bu videonun çok güzel bir hikayesi var ve yine bir tesadüfe dayanıyor. Tesadüflere gerçekten inanıyorum! Videonun Fransız yönetmeni Neels Castillon ile internette tanıştık, bana müziğimi beğendiğini, birlikte çalışmak istediğini söyleyen bir mesaj attı. Paris’te buluştuk ve birbirimizi çok sevdik. Zamanlama çok iyiydi, ben tam ikinci albüm için bazı görsel malzemeler ve fotoğraflar üzerine çalışmaya başlamak üzereydim. O bir senaryo yazdı, fakat ilk olarak videoyu İzlanda’da çekmeyi planlamamıştık. Sanırım kimsenin aklında İzlanda yoktu, çünkü ilk albümüm Esja ve müziğimden dolayı çok bariz bir bağlantı gibi geliyordu. Fakat Neels başka bir projenin çekimleri için geçtiğimiz yılın şubat ayında İzlanda’ya gidecekti. Bunun iyi bir tesadüf, bir işaret olduğunu düşündüm. O, ekibi ve ekipmanı orada olacakken, biraz da bütçeden tasarruf edebilmek adına, belki de orada çekmeliyiz diye düşündük. Böylece ben de çok sevdiğim İzlanda’yı ziyaret edebilir, hatta Esja turnesinin son konserini de burada verebilirdim.
İzlanda’ya Şubat ayında, çok zor koşulların olduğu bir mevsimde gittik. Çok soğuktu! Isı farklılığından dolayı değil de daha çok soğuğu yüzünüze vuran rüzgardan dolayı donacağınızı hissediyorsunuz. Neels doğu fiyortlarında bir lokasyon buldu. Hiçliğin ortasında… Kumsala piyanoyu da taşıdık. Videoda her nasılsa her şey yolunda gözüküyor ama çok soğuktu. Sadece dört tekrar yapabildik, daha fazla kalmak imkansızdı. Tek plan bir video olmasını planlamamıştık ama havayla başa çıkamayacaktık. Yaptığımız ilk çekimin olduğu gibi kalabilecek kadar mükemmel olduğunu fark edince, farklı planlarımız olmasına, farklı sahneler de planlamış olmamıza rağmen öylece bırakmaya karar verdik. Bazen ânın peşinden gitmeniz gerekebiliyor, bu da öyle durumlardan biriydi.
Son olarak, Zorlu PSM’deki çevrim içi konserinle ilgili neler hissediyorsun?
Gerçekleşeceği için çok mutluyum. Bu konseri kaydettiğimiz ânlar, 2020’de nadiren bulunan anlardandı. Öncelikle albümümde birlikte çalıştığımız müzisyenlerle yeni şarkılarımı çalma fırsatı buldum, albümdeki müzisyenleri bir araya getirdiği için bu konser gerçek bir albüm deneyimi yaratıyor. Yazın çok az performansta bir araya gelebildik ve bu gösterişli salonda çalma fırsatımız oldu. Kaydı sonradan dinlediğimde o anları yeniden yaşıyorum ve tabii ki bazı ufak hatalar duysam da bu enerjiyi yeniden hissetmekten, o anları geri getirebilmekten dolayı çok mutluyum. O ânları ve hisleri tekrardan paylaşmak benim için de çok güzel olacak. Umarım herkesin hoşuna gider. İzlemeye karar verirseniz iyi vakit geçirecek ve biraz da olsa kendinizi gerçek bir konserde hissedeceksiniz.
Kapak Fotoğrafı: Marta Kacprzak
İlginizi Çekebilir: Sine Magger’dan Piyanist Filmleri
PSM Zorlu Konseri çok iyiydi. Biraz Nils Frahm etkisi var ama çok başarılı bir piyanist.