Hayal-i Temsil ya da Temsil-i Muhteşem
Bazı oyunlar vardır. Bir kez seyredersiniz ama bin kez etkilenirsiniz. İzlerken tüyleriniz diken diken olur, gözleriniz dolar, hayranlığınızdan kalbiniz çarpar ve bu duygudan uzun süre kurtulamazsınız. Hafızanızdan da kolay kolay silinmez, yıllar gitse, sezonlar geçse bile… İBB Şehir Tiyatroları’nın geçtiğimiz sezon sahnelemeye başladığı HAYAL-İ TEMSİL, benim için işte böyle bir oyun oldu.
İBB Şehir Tiyatroları, geçen sezon 100. yaşı şerefine yeni ve kaliteli oyunlar konusunda en büyük atağı yaptı ve en son sahneye koyduğu Hayal-i Temsil ile resmen şaha kalktı. Ahmet Sami Özbudak’ın, Türk tiyatrosunun iki prensesi Afife Jale ve Bedia Muvahhit’i aynı sahnede buluşturduğu Hayal-i Temsil, adı üstünde bir hayalin temsili. İkisi de hiç bir araya gelmemiş ama paralel zamanlarda Türk tiyatrosuna isimlerini altın harflerle yazdırmış. İlk kez, makyör Dikran’ın zamansız ve çok mekanlı dünyasında bir araya geliyor. Sonrasında yaşamları, aşkları ve tiyatro tutkusu da hem paralel hem de kronolojik olarak bize aktarılıyor.
Hayal-i Temsil öncelikle metin olarak inanılmaz sağlam. Oyunun yazarı Ahmet Sami Özbudak Afife Jale ve Bedia Muvahhit’in yaşamındaki önemli hiçbir detayı atlamamış. Kendileriyle ilgili bilmediklerimizin bildiğimizden daha fazla olduğunu fark ederek başlıyoruz en başından seyretmeye. Önce sahneye çıkma tutkusunu anlatıyor Afife Jale sonra da Bedia Muvahhit, aşkının tiyatroyla nasıl ölümsüzleştiğini. Yaşadıkları sıkıntılara, konulan yasaklara ve ödedikleri bedellere rağmen “inadına tiyatro” diye haykırıyorlar her sahnede. Her ne kadar Ahmet Sami Özbudak “Afife Jale ve Bedia Muvahhit’i hakkını vererek anlatmak için hiçbir deha ve yazın gücü yeterli değil bana kalırsa” diye belirtse de yine de bizi inanılmaz besledi. Sadece iki ölümsüz kadının değil, Türk Tiyatrosunun gelişimi de bir belgesel tadında verilmiş. Eksik hiçbir bilgi yok; oyuncuların sahneden indikten sonraki yaşamları bile sonuna kadar anlatılıyor. Özü aynı ama içeriği farklı iki hikayeyi de birleştirmek için bir makyörü araç olarak kullanma fikri de dahice! Ayrıca bir fare metaforundan yola çıkarak ikisinin ortak kaderi yalnızlık da ancak bu kadar ustaca anlatılabilirdi. Kalemine sağlık!
Oyundan bu kadar etkilenmemin nedeni sanırım içimdeki tiyatro tutkusunun sahnede yansımasını görmem. İkisinin de içine bu tutku bir alev gibi düşüyor, cayır cayır yakıp kavursa bile asla sönmüyor. Tutkunun nasıl bir şey olduğunu ve tutkularımızdan vazgeçmememiz gerektiğini başka hiçbir oyun bu kadar güzel anlatamaz. Bir de tarihin tekerrür ettiğini çünkü tüm imkansızlıklara rağmen tiyatro yapma çabaları bazı şartlar nedeniyle engelleniyor ve sekteye uğruyor ya da takdir edilmiyor. Günümüzde ise bu tabloda bir değişiklik yok, isimler ve mekanlar dışında.
Oyunun metninden sonra en çok aklımda kalacak kişi ise Yiğit Sertdemir olacak. Kendisine hayranlığım eskilere, Altıdan Sonra Tiyatro’ya ve Kumbaracı50’nin kuruluşuna dayanır. Yazdığı oyunlar, yönettiği çalışmalar hayranlığımı pekiştirdi. Şimdi ise hayranlığım Hayal-i Temsil’in yönetmeni olarak gökyüzünün yedi kat üstüne çıktı. Zamanın ve mekanın birbirinin içine girdiği ve kimi yerde anlamını yitirdiği bir oyunu yönetme işi ancak Yiğit Sertdemir gibi başarılı bir yönetmen tarafından mümkün olur. Neden böyle bir oyunu yönetmek istediğini şöyle anlatıyor: “Şehir Tiyatroları asırlık bir çınar ve Afife Jale ile Bedia Muvahhit ise bu çınarın iki yaprağı. Ayrıca ikisi de kadın. Bu oyun bir özür çünkü bu iki oyuncu erkek olsaydı aynı acıları çekmeyeceklerdi. Yöneterek bu oyunu yaşayan, yaşamayan tüm kadınlara adamak istedim”. İyi ki seçmiş bu oyunun yönetmeni olmayı böylece biz de iyi ki izlemişiz.
Bu oyunda Yiğit Sertdemir’in yönetmenliğinden öte asıl övgüm oyunculuğuna. Bir oyuncu aynı sahnede, hem Ermeni bir terzi, hem Ahmet Refet Muvahhit, hem pavyon işletmecisi, hem Selahattin Pınar nasıl olur üstelik bu karakterler sahnenin en sağından en soluna kadar giderken geçen süre içinde canlandırılıyorsa? Eğer bu oyuncu Yiğit Sertdemir’se cevabı çok basit: fazlasıyla mümkün! Ben inanamadım, bir dakika önce makyörken bir dakika sonra doktor oluyor ve o 60 saniye içinde de hangi karekterse içine girip bizzat yaşıyor, yaşatıyor. Özellikle Othello sahnesinde aynı anda sağ tarafıyla asil, sol tarafıyla “köylü” Othello oldu ve ben ayağa fırlayıp “bravo” dememek için kendimi zor tuttum. O sahnedeki alkış ve tezahüratlara bakılırsa, izleyiciler de benden pek farklı değildi sanırım. Geçen yıl, Vasfı Rıza Zobu Tiyatro Ödülü’ne layık görülmesi de işte bu muhteşem performansının bir kanıtı.
Afife Jale rolündeki Şebnem Köstem’i sahnede izlemeyi o kadar çok özlemişim ki, hasretimi doya doya giderdim. Yaklaşık on yıl önce Gayri Resmi Hürrem’deki oyunculuğunun etkisi altındayken şimdi de bu etki ikiye katlandı ve en az bir on yıl daha süreceğe benziyor. Afife Jale’yi bize her yönüyle, duygu ve düşüncelerini geçirerek içimize işletti. Sayesinde artık kendisini daha iyi tanıyorum. Hümay Güldağ’ı ise daha önce birkç oyunda izledim ama ilk defa oyunculuğunu bu kadar yakından gördüm. Bedia Muvahhit’in asil ve gururlu duruşunu öyle güzel canlandırdı ki, ayakta alkışlamamak mümkün değil. Kısaca Şebnem Köstem’de Afife Jale’yi ve Hümay Güldağ’da ise Bedia Muvahhit’i görmenin tarifi anlatılmaz ancak yaşanır.
Oyunda kimi yerlerde karakterlerin kimi yerde de hikayenin üstüne çıkan bir unsur daha var, o da dekor. Sahneyi baştan sona kaplayan ahşap plakalardan oluşan ve ortası açılan bir duvar karşılıyor bizi. Sonra bu duvarın bir kapısı açılıyor, kulis oluyor, başka çekmecesi açılıyor, yatak oluyor. Bir tarafından çekilince merdiven çıkıyor, diğer taraftan çekildiğinde bir bahçe açılıyor, üstelik bu bahçenin salıncağı bile var! Dekor tasarımcısının kim olduğunu okuyunca tahmin etmeliydim dedim: Cem Yılmazer. Bu sezon Şehir Tiyatroları’nın oyunlarında tasarladığı dekorlar harikaydı ve bu oyunun dekoruna da yine fazlasıyla imzasını atmış. Diğer taraftan kostüm tasarımında Nihal Kaplangı’nın ustalığı bir kez daha karşıma çıkıyor ve beni hayran bırakıyor. Özellikle makyörün yeleği, kostümlerin yıldızıydı.
Bıraksanız oyunu ve ne kadar beğendiğimi sayfalarca anlatırım ancak kısaca şöyle bitirebilirim: Eğer tiyatroyu seviyorsanız, verilen emeği görüp takdir etmek ve tutkularınızdan vazgeçmemeyi sahne üstünde bir kez daha öğrenmek istiyorsanız Hayal-i Temsil’i, şiddetle tavsiye ediyorum. Oyunun sonunda gözlerinizden birkaç damla yaş gelecek, alkışlamaktan avuçlarınız yanacak ve sizde bıraktığı etki de uzun sürecek. İddialı bir oyun, daha da iddalı bir oyunculukla akıldan çıkmayan türden. (Yorumlarımı yazarken bile kalbim çarptı.) İzlenecek oyunlar listenizde bu oyunun ismini büyük harflerle ve hatta en başa alın. Bu oyun Türk tiyatrosuna emek veren iki öncü prensesine bir övgü çünkü!
***Küçük Not: Oyunu, İBB Şehir Tiyatroları’nın Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’nde izlemiştim ve küçük salonda olmasının avantajını yaşadım. Siz de oyunu izlemek için mümkünse Kadıköy veya Üsküdar’daki sahnelerini tercih edin. Nedeni ise küçük salonda iletilmek istenen her şey geliyor sizi buluyor, sahnede dekorun ve oyunculuğun etkisi de dağılmıyor. En arka sırada olsanız bile oyun sizi anında içine çekiyor ve sarıp sarmalıyor.
İlk yorumu siz yazın!